Kurban Bayramının arefesi 21 Nisan 1996 günü şehit edilen Aziz İnsan Cahar Dudayev’i hatırlamak, Ruhuna fatihalar okuyanlarla birlikte olmayı diliyorum. “Ebedi hayat”a geçen bu “Millî Kahraman”ı kendi sözlerinden ve dostlarından öğrenebiliriz. “Ruhun Şad” olsun “Yiğit Ruh’lu Cahar”.

Hz. Peygamberin (O’na selam olsun) duasına lâyık olanlardandı. Ne mutlu:

Allah’ım, senden temiz bir hayat, dümdüz bir ölüm ve utanç vermeyen bir dönüş dilerim.”

“Acı Haber Doğru Çıktı. Çeçen Kartalı Şehit...” (25 Nisan 1996 Perşembe Türkiye Gazetesi).

...

Dudayev’in son mesajı:

Bismillahirrahmanirrahim... Selâmünaleyküm...

Kardeşlerim, bacılarım, dostlarım... Ey yüce Türk Milleti...

Görüyoruz ki, bizi unutmamışsınız. Bu ülkedeki Müslüman kardeşlerimizin, bacılarımızın başına gelen belâdan dolayı duyduğunuz sıkıntıyı, acıyı da biliyoruz. Dünyada birçok millet var. Müslüman olanlar var, Müslüman olmayanlar var. Ama bizim sıkıntımızı üstlenen, yüreği sızlayan başka bir millet, başka bir devlet, başka bir halk yok. Onun için Allah sizi yüceltsin, size merhamet etsin. Allah sizin milletinize, sizin devletinize imanı ve bereketi eksik etmesin. Bizim için yardımlar toplanırken Müslüman bacılarımız, kulağından küpeyi, boynundan zinciri, kolundan bileziğini çıkartıp gözlerinden yaşlar akarak davamıza destek oldular. Bazıları “Türk Devleti yardım etmiyor” diyorlar. Bu o kadar önemli değil. Türk halkı yardım ediyor. Halk olmasa devletin hiçbir gücü yoktur. Biz çok iyi biliyoruz ki imanlı olmayan halkın yaptığı yardımın hiçbir kıymeti de olmaz, bereketi de olmaz.

Türkiye’deki birçok şehirde oturan halk Çeçenistanlı insanlara ulaşabilmek için bütün güçlerini kullanıyorlar. Böyle sıkıntıyı üstlenen bir milletin Allah, bereketini, sevincini, şuurunu artırsın. Sizin yaptığınız yardıma, çektiğiniz sıkıntıya, duyduğunuz acıya ben şahidim. Çeçenistan toprakları durduğu sürece yapılan yardımlar unutulmayacaktır. Yakındaki komşu uzaktaki kardeşten iyidir. Biz iyi komşu oluruz, iki kardeş oluruz. Allah şerefinizi, bereketinizi, imanınızı artırsın. Üzerinden sabrı eksik etmesin. Müslümanın samimi merhametinden büyük hediye olamaz.

SİZİ ÇOK SEVİYORUZ. İNŞALLAH SONSUZA KADAR HEP BERABER YAŞAR, BİRBİRİMİZE DESTEK OLURUZ.

Allah, Çeçenistan ile Türkiye’ye imanla, sabırla beraber aynı yolda yürümeyi nasip etsin. Elhamdülillah... Hoşça kalın... Sağlıcakla kalın.

Cahar Dudayev

Çeçenistan Devlet Başkanı"

(Dudayev 1996: 5-6).

Tahir Kutsi Makal; 1990 yılında Rus işgalinden önce Dudayev’in Türkiye’yi ziyaretindeki izlenimlerini şu şekilde anlatır:

“Türk Toplulukları liderleri” toplantısı vardı. “Türk Dünyasının Lideri Alparslan Türkeş” ile yan yana duruyordu... Öteki liderler arasında derhal fark ediliyordu. Türkeş toplantı boyunca onu hiç bırakmadı. Dudayev, “Türk Dünyasının Lideri” Türkeş’e ve bana, geleceğin parlak ve ilerlemiş Çeçenistan’ından bahsetti. Kafkas birliğinden özlemle söz ediyordu. (Makal 1996, 7:14).

Erhan Arıklı, “Değerli Dostum” dediği Dudayev’le, Grozni’de Türk Dünyası, KKTC hakkındaki konuşmaları esnasında geçen şu önemli hatırayı nakleder:

“Anlattıklarım arasında özellikle ‘Bozkurt’ sembolü ile ilgili sözlerim dikkatini çekmişti. Bozkurdun milletim için önemini anlattım. ‘Bak’ dedi heyecanla, ‘Bu bile bizim Türk kökenli bir halk olduğumuzu ispat ediyor. Bizim efsanelerimizde KURT önemli bir yer tutuyor. Bir Çeçen efsanesine göre ‘Çeçenler bir kurdun karnından çıkarak dünyaya yayılmışlar..’

Sofrada bulunan Millî Eğitim Bakanı Prof. Zulay Hamidova lâfa karıştı. Zulay hanımla Kazan’daki Türkoloji kongresinde tanışmıştım. Çeçenistan o sıralar Lâtin alfabesine geçme hazırlıkları yapıyor, bu hazırlıkları ise, Zulay hanımın başkanlığında bir heyet yürütüyordu.. ‘Efendim dillerimiz çok farklı’ dedi.

Dudayev güldü ve ‘Her dil farklı bir millet demekse Türklerin işi çok zor. Yakutlar, Çuvaşlar, Altaylar, Tuvalar Türk değil demek ki. Çünkü onlar Erhan beyin dilinden anlamıyor. Bizim de dil meselesine bir izah getirmemiz gerek. Aksi takdirde ‘Kafkas Evi’ni kurmakta güçlük çekeriz. Bana göre sosyolojideki millet tarifini yeniden yapmak gerekiyor..” (Arıklı 1996, 7: 16).

Şanlı Mücahit Dudayev; Çeçen Bayrağına Bozkurt motifini koymakla da sözlerinin içten, samimi bir uygulayıcısı olduğunu göstermiştir. Dudayev zamanında Çeçenistan Cumhuriyeti’nin devlet arması Hilâl içinde Bozkurttur.

Argumenti Fakti gazetesinde, Aralık 1994’de yapılan röportajdaki sözlerinde: “Ruslar bilsinler ki Çeçenleri güç ile teslim alamazlar. Çeçenler bozkurt, aslan gibidir, bozkurt ve aslan kurşunlansa vahşetten dili de çıkar ama teslim olmaz. Bugüne kadar bozkurt ve aslanı demir parmaklıklar içinde saklamak istediler ama başaramadılar. İnşallah bundan sonra da başaramazlar” demektedir. (Dudayev 1996:75).

Kurt ve Aslan Çeçen Millî Marşında Dudayev’in sözlerine tercüman olmaktadır:

Gece kurt yavrularken geldik dünyaya
Sabah kükrerken aslan, konuldu ismimiz
Lâ ilâhe illallah

Kartal yuvalarında emzirdi analarımız
At üstünde savaşmayı öğretti babalarımız
Lâ ilâhe illallah

Halk için, vatan için yetiştirdi analarımız
Onlara bir zarar geleceği zaman yiğit kesildik
Lâ ilâhe illallah

Dağların şahinleri gibi özgürce yetiştik
Gururla çıktık savaşlardan zorluklardan
Lâ ilâhe illallah

Tunçtan dağlar kurşun gibi erirse de
Onursuz çıkmayız hayattan ve savaştan
Lâ ilâhe illallah

Ey kara toprak her zerren çatlasa baruttan
Hüzünlü bir şekilde sana dönmeyeceğiz
Lâ ilâhe illallah

Hiçbir zaman kimseye pes etmedik biz
Ecel veya zaferden biridir tercihimiz
Lâ ilâhe illallah

Yaralarımızı ağıtlarla sararken bacılarımız
Maharetle canlanır değerli gözlerimiz
Lâ ilâhe illallah

Kök yeriz, ot yeriz bizi açlık kıvrandırsa da
Otlar sıkar, içer suyunu susuzluk yandırsa da
Lâ ilâhe illallah

Gece kurt yavrularken geldik dünyaya
Sadığız biz ALLAH’a, halka ve vatana
Lâ ilâhe illallah
Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber

(Dudayev 1996:28-29).

Çeçen adının Avarların bir başka adı olan “Cücen” sözünden geldiği değişik kaynaklarda kabul görmüştür. (Mansur:31) Çeçenistan’da yer adlarında çokça görülen “Argun”, “Terek”, “Sezenyurt” gibi Türkçe isimler ve Türk mitolojisindeki “Bozkurt” millî sembol olarak kullanılmaktadır.

Nevruz geleneğini (Türk Ergenekon Bayramı) devam ettirirler. İlkbahar bayramını yaktıkları ateşin yükselen alevlerinin üzerinden atlayarak kutlarlar. Bu kutlamaya genç, ihtiyar her Çeçen katılır. (Dudayev 1996:8).

Çeçenlerin tarihinde saldırganlık ve boyun eğmek yoktur. Çeçenler hiçbir beşeri güce boyun eğmemişlerdir. Aleksander Soljenitsin ünlü “Gulag Takım Adaları” isimli eserinde; “psikolojik olarak asla boyun eğmemiş bir halk vardı. Bir tanesi, iki tanesi değil bütün bir halk. Bunlar Çeçenlerdir” demektedir. (Dudayev 1996:15).

Beş Asırlık Gazavat:

Altın Ordu Türk Devleti’nin sükûtuyla gözünü Kafkasya’ya diken Çarlık Rusyası ile Çeçenlerin ilk münasebeti 16. yüzyıl ortalarında oldu. 1557 yılından başlayarak tarihin hiçbir döneminde Ruslara boyun eğmediler.

1783 yılında İmam Mansur önderliğinde Çeçenler harekete geçtiler. İmam Hadis, Taymi Biybolat, İmam Gazi Muhammed, İmam Hamzat ve Şeyh Şamille inanılmaz kahramanlıklar gösterdiler.

Rusya başından itibaren Kafkasya’yı işgal ve ilhak ihtirası uğruna, 1860 yılı yani İmamlar Devri olarak bilinen mücadele devresinin sonuna kadar 9 milyon askerini harcadı. Kafkas halkları ise bu zaman zarfında beşeri ve maddi kaynakları açısından tükenme noktasına geldiler. O tarihte mücadelelerinin nihayete ermesinin yegâne sebebi bu oldu.

20. yüzyıl başlarında Zalimhan Hacı, Uzun Hacı gibi kahramanların önderliğinde bağımsızlık mücadelesini sürdüren Çeçenler, Stalin zamanında topluca vatanlarından sürülerek cezalandırıldı. 750 bin nüfusla gittikleri İç Asya çölleri ve Sibirya buzullarından 1956 yılında 400 bin nüfusla anayurtlarına döndüler.

Stalin İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’ye saldırmayı plânladığı için, sınırdaki Türklerin tamamını; Kırım, Ahıska, Karaçay Türklerini Sibirya ve Türkistan’a sürgün etmişti. Aynı tarihte Türkiye’den de Kars, Ardahan ve Artvin’le birlikte Boğazlardan üs istemişti. (Dudayev 1996:35).

...

Dudayev 5 asırlık mücadelenin şanlı şehitlerinden biri oldu, uçmağa vardı. Her yerde ağıtlar yakıldı, dualar okundu. İmam Hamzat öldürüldüğünde olduğu gibi. Kafkas kahramanlarından biri olan İmam Hamzat’ın 1834 yılı 19 Eylül Cuma günü Hunzak Camiinde öldürülüşü o çağda bütün Kafkasya’yı derinden yaralamıştı. Onun ardından ağıtlar yakıldı, destanlar söylendi:

Mezarımın üzerinde kuruyacak yeryüzü
Anne, anneciğim!
Unutacaksın sen beni!

Yabani atlar dalgalanacak üzerimde
Baba, babacığım!
Ne de sen özleyeceksin beni!

Kara gözlerin yıkanır yaşalar dinince
Abla, ablacığım!
Artık acı üzmeyecek seni!

Ağabey, ancak sen unutmayacaksın hiç!
Var gücünle yok say beni!
Sen ise durmadan üzüleceksin kardeşim
Yanıma uzanıncaya dek!

Ey tekmelediğim ölüm taşıyan top!
Kızgın döndün. Benim kölemdin oysa
Ya sen kara toprak!
Savaş atımın çiğneyip kardığı kara toprak
Mezarımı örteceksin!

Soğuksun ey ölüm, oysa ben
Tanrın ve efendin idim!
Yıkılır gövdem yakında toprağa
Ruhumsa uçar cennete çarçabuk!

Bu ölüm türküsünde ilgimizi çeken yön karakteristik Çeçen kişiliğini bulmamızdır. Burada, yaşayışı boyunca hiçbir nesneye boyun eğmemiş, sarp dağlarda kendi kendisinin efendisi olan, doğuştan binici, iyi kılıç kullanan, keskin nişancı, tok sözlü ve Er kişi birinin ölüm karşısında takındığı korkusuz tavır üzerinde önemle durmak gerekir. Şiirin bütününe gerçekçi bir dünya görüşü egemendir. Ölümden sonraki dünyanın tasviri yalın olarak göz önüne seriliyor. Biraz sonra ölecek birinin ağzından sırasıyla annesine, babasına, kardeşlerine ve arkadaşlarına ayrılık yakarışında bulunmak Türk halk edebiyatında örnekleri çokça bulunan bir deyiştir. Bunun en eski örneklerini “Eski Türk Şiiri”nde bulabiliriz. (Kocaoğlu 1970, 3:16).

Reşit Rahmeti Arat’ın “Eski Türk Şiiri” isimli eserindeki ağıt örnekleri (Türk kültür merkezlerinden biri olan Turfan ve civarında bulunmuştur), İmam Hamzat için yazılmış Çeçen ağıtı ile benzer deyişleri içermektedir:

Ak bulutlar yükselip gürleyerek
Her taraftan kar mı yağdırır
Ak saçlı o ihtiyar annem
Acılar içinde mi gözyaşlarını akıtır

Kara bulutlar yükselip gürleyerek
Kar mı, yağmur mu yağdırır;
O ihtiyar yaşlı annem
Kaygı içinden mi gözyaşlarını akıtır.

Bahar bulutları şimşek çakıp, gürleyerek,
Yağmurlar mı yağdırır;
Yaşı küçük aldıklarım
Gözyaşları mı akıtır.

Sonbahar bulutları gürleyip, yükselerek
Çok mu yağmur yağdırır;
Gönlümün taşı, iki küçük
Gözyaşlarını mı akıtır..

Yavruların babalarını, kardeş ve gelinlerin ağabeylerini, yiğitlerin beylerini, kaygı ve kederin geçip tekrar kavuşacaklarını tasvir eden bir şiirin mısraları ise şu şekildedir:

Yavrularım, kaçak kulun,
“Babam nerede?” der mi dersin?
Sevgili doğan, küçük kardeş, gelin,
“Ağam nerede?” der mi dersin?

Belde duran elli yiğit,
“Beyim nerede?” der mi dersin?
Haremdeki kızlar, câriyeler,
Kalplerini paralar mı dersin?

Katımda duran bütün o yiğitler
“Nerede beyim?”der mi dersin?
Kavuşma gününü arzulayıp
“Kaygı geçer!” der mi dersin?

(Arat 1986:249,253)

_________________________________________

Kaynaklar:

1.Arat, R.R, Eski Türk Şiiri. TTK, Ankara 1986.

2.Arıklı, E, Dudayev’ler Ölmez. Birleşik Kafkasya, sayı 7, 1996, sf:17.

3.Dudayev, C, Özgürlük Kolay Değil. Turan Kültür Vakfı, 2. Baskı, İstanbul 1996.

4.Kocaoğlu, T, Bir Çeçen Ağıtı. Kuzey Kafkasya, Sayı 3, 1970, sf:16.

5.Makal, T.K, Dudayev ah Dudayev. “Orta Doğu” Birleşik Kafkasya, sayı 7, 1996, sf:14.

6.Mansur, Ş, Çeçenler. Sam Yayınları, Ankara, tarihsiz.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.