“Bu davadan döneni vurun (!) ben dönersem beni de vurun !..“
diyen bu partinin kurucusu Başbuğ Alparslan Türkeş’i iyi anlamak lazım.

     Bu dava ne idi ki dönen vurulacaktı.
     Hatta kendisini hedef gösterecek kadar önem arzediyordu.
     İhanet noktasında bu davaya önce kendi sülbünden gelme oğlu ihanet etmiş.
     Bırakıp gitmişti bir koltuk uğruna. Kimse de çıkıp bir kurşun sıkmamıştı.
     Gerçi babasına ihanet eden, ona inanmayan sadece Tuğrul Türkeş değildi. Tarihin derinliklerine indiğimiz zaman Bir Peygamber olan  Hz.Nuh (A.S) un oğlu ve hanımı da hak davasına inanmamıştı. Müşriklerin arasına girerek tufanla birlikte onlar da yok olmuştu. Yine peygamber Lut hazretlerinin eşi de kendisine inanmayarak helak olan şehirde taş olanlar
arasına katılmıştı.
 
     Bu dava Maide suresi ayet 54 de belirtilen davaydı. 
     “Ey İnananlar! Aranızda dininden kim dönerse bilsin ki, Allah, sevdiği ve onların O'nu sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü, inkarcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihad eden, yerenin yermesinden korkmayan bir millet getirir. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bol nimetidir. Allah her şeyi kaplar ve bilir.”   

     Ayette bahsedilen millet Yaradan’ın sevdiği Türk Milletidir. Dinden dönenlerin karşısına da Yüce Yaradan bu asil milleti çıkarıyor savaşmak için.  Onun içindir ki bu davadan döneni vurmak gerekiyor. Her kim bu davadan dönecek olursa karşısında mutlaka Türk’ü bulacaktı. Milliyetçiliği ayaklar altına alıyorum diyenler de karşılarında bir Türkü, bir Ülkücüyü bulacaktır.

     Bu dava birilerinin dediği gibi ırkçılık davası değildir. İstanbul’u fetheden büyük kumandan Fatih Sultan Mehmet Han bu konuda şöyle demiştir.
 
     İmtisali Cahidûfillaholupturniyyetim
     Dini İslamınmücerred gayretidir gayretim
     Fazlı hak ve himmeti cünüricalullah ile
     Ehl-i küfrü serteser kahreylemektin niyyetim.
 

     Atalarının izinden giden Başbuğ’da atasını teyit edercesine bir konuşmasında şöyle demiştir ;
     “ Cenabı Allah’ın rızasından başka bir isteğimiz yoktur. Bizim davamız Allah davasıdır.
     Başbuğ Alparslan Türkeş Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısacası Hak yolu, hakikat yolu, Allah Yolu’na çağırıyorum.” derken imanlı ve ahlaklı bir gençliğin olmasını istiyordu. Çengel bıyıkların sallandığı ellerde dolanan teşbihle camiden uzak bir gençliği asla beklememiştir. Bu söylemlerini çok iyi dikte edip körü körüne bağlanılmaması gerektiğine vurgu yapıyordu.
Sizi sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye değil, sizleri hak yoluna, hakikat yoluna, Allah yoluna çağırıyorum.” diyerek Batının; mazlum milletleri sömürmesini engellemek için  ta o zamanlarda bu gayret ve düşünceyle harekete geçmişti.
 
     Eğer bu yolda gittiğimizi iddia ediyorsak, bu düşüncelerimizi de ispat mükellefiyetimiz vardır.
     Kimseye hakaret etmek, onu hakir görmek, onu incitmek istemiyoruz.
     Rahmetli Başbuğ’dan sonra partinin başına geçen sayın Devlet Bahçeli başarılı oldu mu olmadı mı ?

     Bunu aklı selim Ülkücülerin masaya yatırması lazım.  
     
Mademki bu dava İslam davasıdır, o zaman herkes haksızlığın karşısında duracaktır. Kin ve nefret kusmadan, doğruları konuşarak, öz eleştiri yaparak tarafını belli edecektir.
Yanlışa yanlış diyecek, doğruya doğru diyecektir. Bu bir bayrak yarışı ise elbet bu bayrağı eline almak isteyenler çıkacaktır. Bayrağı almak isteyenleri hainlikle itham etmek bir başka gaflettir. Onları bertaraf etmek bu davaya inanmamaktır.
 
     İnsan hiç bindiği dalı keser mi ?
     Kendi teşkilatını kapatır mı ?

     Teşkilat kapatılarak particilik olmaz. Teşkilatları kapatılan parti iktidar olmaz. Askeriniz olmadan nasıl zafere ulaşabilirsiniz. Kaleleriniz olmadan nasıl savunma yapabilirsiniz. Eğer lidere sadakat önemliyse bu insanlar 19 yıldır ayrılmadan lidere sadık kalmıştır. Hiç kimse de liderin karnesini tenkit etmemiştir. Şu an liderimizdir. Ona karşı sorumluluğumuz vardır. Ama Hakka karşı olan sorumluluğumuz bunun üzerinde yer alır. Doğruları söyleme mecburiyetimiz vardır.
 
     Eğirmeden, kıvırmadan yaptığı işe bakıp karar vermemiz gerekecek. Hiçbir dedikoduya, yanlışa mahal vermeden. 
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz “  diyorsak kimse bu er meydanında alta düştüm diye yerinmeyecek. Üste çıktım diye sevinmeyecek. Yalnız gerçekleri görüp, gerçekleri söylemek boynumuzun borcudur.

     Biz de öyle yaptık. 
     Sayın Bilge Lider Bahçeli’nin girdiği seçimlere bakındık ;


     Yıl 1999             129 milletvekili
     Yıl 2002              baraj altında kalmış
     Yıl 2007               71 milletvekili
     Yıl 2011               53 milletvekili
     Yıl 2015 haziran 80 milletvekili
     Yıl 2015 kasım    40 milletvekili alarak çıkmış.

 
     Bu bir başarı mıydı ?

     Önce kendime soruyorum. Sonra da başarıydı diyenlere soruyorum.
     Sizin bir futbol takımınız olsa ve Sayın Bahçeli’de bu takımın antrenörü olsa bu başarı oranıyla takımın başında tutar mıydınız ? Ya da bir fabrikanız olsa ve Sayın Bahçeli imalat müdürü olsa yıllar yılı eksilen ve zarara giden bir görüntüyle göreve devam ettirir miydiniz ?
Veyahut çocuğunuza ders veren bir öğretmen olsaydı bütün yetenekleri geri geri giden bir performansla bu öğretmenle ders vermeye devam edin der miydiniz ?
Örnekleri artıra bildiğiniz kadar artırın. Olaylar daha da netleşecektir.
Kaldı ki bu mesele bir iki kişinin ikbal ve istikbal meselesi değildir. Bir milletin, Türkiye’nin şahlanış meselesidir. Bir iki kişinin dudağından dökülecek lafın kaderine terk edilemez.

     Kimse hamasi duygularla düşünmesin. İnceden inceye önce kendisini sorgulamalıdır.
     Bu tabloya göre silkinmezseniz bir yok oluşa doğru gidiyorsunuz demektir.

 
     Daha dün, kendisine Göçek dediğiniz, sarayına kaçak dediğiniz adam çağırdığında gerisi teferruattır diyerek arkanızdaki kitlelerin varlıklarını yok edercesine varıp koltuğuna oturduysanız o gün sizin söz hakkınız biter mi bitmez mi ? Temsil yetkiniz sona erer mi ermez mi ? Bundan sonra Ülke sathında olabilecek bütün olumsuzluklarda pay sahibi oldunuz demektir. Söylediğiniz sözlerin arkasında durup sözlerinize sahip çıkacaktınız.
 
     Atanız Şeyh Şamil gibi olacaktınız feraset noktasında.
     Şeyh Şamil esir düştüğünde, Çar kendi önünde eğilmesini istemiş, ama Şeyh Şamil Yaradan’dan başkasının huzurunda eğilmemiştir. Çar bunun üzerine şeytani bir planla bir dehliz yaptırarak onu önünde eğilmeye mahkum etmek ister. Bu dehlizden geçen Şeyh Şamil’in önüne eğilmiş olarak çıkmasını bekler. Durumu anlayan Şamil kıçın kıçın dehlizden çıkar. Asla Çar’ın önüne eğilerek çıkmamıştır. Madem ki girdiniz bir dehlize, kıçın kıçın gitmeyi de bilmeniz gerekir.
 
     Alkışlar gururunuzu onure edebilir. Lakin bizi alkışlayan boşa alkışlamıyor. Sırtımızı boşa sıvazlamıyor. Unutmayalım ki; Bütün kurbanlar sırtları okşanarak, Tekbirler getirilerek bıçağın altına yatırılır.
 
     Dün Yenikapı’da olanlar sizi aldatmasın, yanıltmasın. Söylenen her söz doğrudur. Ancak bizi hedefine götürecek bir “Burak” değildir. Bunu anlayabilmek için reel değerleri yerine koyalım. Haşa kimsenin şahsına dil uzatacak değiliz. Ancak görmeliyiz ki alkışları biz toplarken, parsayı da birileri alıp götürüyor.  Burada da bizim sahip olduğumuz değerlerle birlikte kendimizin de kullanılmasına müsaade etmeyelim. Ülkü atını her kim ki, üzerine binip şahlandırmıyorsa vebaldedir.  Her kim at şahlanmasın diye sağından solundan çekiyorsa vebaldedir.
 
     Mevzubahis vatansa, kimsenin ikbal kavgasına girmesine gerek yok.
     Burada kasten ya da hataen veya  bilmeden yahut göremediğimiz  meselelerle yanlış yapılan ya da yanlışa giden bir şeyler mi vardı ? Her gün eriyip yok olan bu bedende sebebi bilinmeyen de olsa bir hastalığın olduğu aşikar. Bunu göz ardı edemeyiz. En ufak bir noktayı dahi es geçemeyiz.
 
     Rahmetli Başbuğ kendisinden sonra gelenlere bu ince mesajı bırakmıştı. Eğer lidere sadakatten söz edecekseniz, öncelikle bu davanın kurucusu olan rahmetlinin bu sözüne kulak vermeniz gerekecek.
Beceriksizlikle ihanet arasında kıldan ince bir çizgi vardır. Beceremediği halde makam-mevki işgal etmek en büyük ihanettir.” Diyordu. O zaman herkes üzerine düşeni yapacaktır. Bu Hak  davanın kötü gidişinden herkes mesuldür.
 
     İmam Gazali Hazretleri bir ifadesinde şöyle diyor ;
     “Eğer bir beldede bir Müslüman açlıktan öldüyse o Müslümanın katili o beldede yaşayan Müslümanlardır “
     Bu hak davası böylesine bir sorumluluk yükler bu davaya gönül vermiş olanlara.

     Bu gün hadiselere bir bakın,  Atatürk’ün gençliğe hitabında dediği ;
     Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. “  kısmına gelmiş bulunuyorsa bu davada suskunluk ve yanlışlık bu işgale iştirak etmek anlamını taşır ki böyle bir düşüncenin olma ihtimalini bile düşünmek istemiyoruz.
Bunun içindir ki, Türk milletinin umudu ve umuru olan MHP’nin tez elden toparlanıp ayağa kalkması, tekrar şanlı tarihinde olan destanları yazması gerekir. Ergenekon’dan demir dağları aşarak çıkan bu kurtlar bu badirelerden mi çıkamayacak.
 
     Bu ülkenin kurtuluşu yolunda ölecek Ülkücü aranıp ağıtlar yakılmasın artık. Bu ülkeyi mamur edecek Ülkücü iradenin iş başına gelmesi için çareler aransın. Yollar aransın. Başka bir zihniyetin davetinde birlik arayanlar önce kendi içindeki dirliğin oluşmasını sağlamak mecburiyetindedir.
 
     Bu ülkede darbeyi durduran güç neden iktidar olmak için adım atmaz.
     
Sorgulanması gereken budur. Falan aday olmuş filan aday olmuş hiç önemli değil. Ulubatlı Hasan gibi bayrağı burca dikecek mi dikmeyecek mi ? Ben ona bakarım. Bu partiyi ayağa kaldıracak Kara Fatma’ysa, Nene Hatun’sa gelsin otursun.  Kimse engel olmaya, çamur atmaya kalkmasın. Bu işin vebali çok ağırdır.
 
     Milliyetçiliğimiz sözde değil özde ise, “Ben sizin hanınızım işte bu da benim Han’ım”  diyerek savaş kararını eşiyle birlikte istediğini belirten Mete Han bize hiç mi örnek olmaz. Koskaca bir Han arkasında bir kadının varlığını yersinmezken bizim gaylemiz nedendir. Hak eden hak ettiği yere gelsin.
 
     Önümüzde cereyan eden vahametin ne zaman farkına varacağız. 
     Bir yandan darbeyi durdurduk diye övünç kaynakları oluştururken, bir yandan da Fetocular sızdı diye askerin hayat damarları olan askeri liseler, ecdadın hatırası olan bu tarihi yerler “Biz Osmanlıyız” diyenler tarafından kapatılırken gıkımız çıkmıyor. Zimnen de olsa bunların aldığı kararı onamış oluyoruz. Fetocular uçak kaldırdı dediği alanlar kapatılıp piknik yeri yapılacak.. En kıymetli tarih hazineleri yok edilerek aklı kıt parası çok Arapların imarına açılacak. Bu vebalin altından kim kalkacak. Şu anda Ülkücü’yüm diyen insan bunları düşünecektir. Yolumuz Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibi öyle kolay değil;
 
     Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz;
     Çünkü bu yol kutludur, gider Tanrı Dağına
     Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin,
     Değişir topuda bir sokak kaltağına. 

 
     Eğer lidere sadakat önemliyse bu önemlidir.
     “Vatan sabırdır; mirasyediler idrak edemez. Vatan yürek atışıdır; korkakların eline bırakılamaz. Vatan Türkiye'dir, Turan'dır asla bölünemez. Allah bizi vatansız bırakmasın; milletimizi garip, düşkün, yersiz, yuvasız ve yarınsız koymasın.”  Diyen Bilge Lider Dr. Devlet Bahçeli bu sözlerinde samimi ise öncelikle söylediklerine kendisinin inanıp tatbik etmesi gerekir. Bu davada ben varım diyen yüreğiyle çıkıp aday olduysa, tek gaylesi de bu vatan ve milletse, kimsenin önünü kesmeyeceksin. Kur’anın hükmü de bunu gerektirir. İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Önce kendi varlığında uygulayıp tatbiki gerekir.
 
     Eğer beni bu yazdıklarımla suçlayan olursa ki olacaktır.
     Onlara da yine Rahmetle yad ettiğim Başbuğ Alpaslan Türkeş’in şu sözleriyle cevap vermek istiyorum.
     "Bu meydanda cesedim kalır, yine konuşurum. Devlet ya vardır, ya yoktur. Devleti sokağa mağlup ettirmem.” (Alparslan Türkeş / 1975 Diyarbakır)

     Ben bu davada tarafım.
     Her fani gibi elbette benim dedünya  beklentilerim var.
     Öncelikle yüreği imanla dolu ülkücülerin akıllarını başlarına devşirmelerini,
     Ve Yüce Rab’bimin yardımlarını niyaz ediyorum. Benim beklentimdir bu.
     Anlayan anlasın.
     Eteklerdeki taşlar dökülsün.
     Ya başımıza çalınsın ya yere atılsın.
     Her şey bu ülkenin bekası için.
     Bu ülkede al bayrağın dalgalanması için.
     Bu ülkenin minarelerinden ilahî çağrı ezanın dinmemesi için.
     Ülkücü bir kadro ile muasır medeniyetler seviyesine erişmek dileğiyle selam ve sevgiler.
 
 
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.