Önümüzdeki aylarda başlıca konumuz bu olacak şüphesiz: Belediye seçimleri.

Belediyelerin asıl görevleri yöre halkının gereksinimlerini karşılamak, onlara mümkün olduğu kadar yaşanılası bir şehir sunmaktır. Biz de futbol takımı tutar gibi parti tutulduğu için, seçmen kararlı, belediyeler rahattır. Nasıl olsa o yöre o siyasi görüşün kalesidir. Kendilerini fazlaca sıkıntıya sokmak anlamsızdır. Maalesef yıllardır bu anlayışa mahkûm edildik.

Tersi anlayışta olan da var elbette. Seçmeni çantada keklik görmeyen, iz bırakmak isteyen de. Ankara Keçiören’i taş ocaklarından, yaşanılır ve modern bir beldeye çeviren hizmetlerini asla unutamam Turgut Altınok’un.. Yabancı devlet adamları bu dönüşümü bizzat görmek için bu ilçeyi ziyaret etmişlerdi. İstenirse ve halk ikna edilirse başarılamayacak iş yoktur bence. Muhafazakâr Turgut Altınok, kapı kapı dolaşarak çoğu Alevi inançlı halktan çok yüksek bir oy almayı başarmıştı. Ayırmadan, kucaklayarak, anlayarak -ki o zaman ayrışma çok keskindi- Ardından gelen belediye başkanı da hizmete devam etmişti. Şimdi bana “Vaktinde çaldı, çırptı” diyeceksiniz ama bir illet gibi yakamıza yapışmış bu durumdan, ülkece nasibimizi alıyoruz. Sadece Ankara mı? Dünyanın hiçbir halkında “Devletin malı deniz, yemeyen domuz.” diye bir özlü söz (!) yoktur. “En azından hizmet geliyor sıkıntı çekmiyoruz” demek daha da acı. Ama gerçek.

Yıllar önce Akçay’a gitmiş ve sakin, şirin mavi bayraklı bu deniz köyünü çok sevmiştim. Sonra belediye oldu. Ne mi oldu? Önce Arnavut kaldırımlarını söktüler. Sonra her yıl yeniledikleri garabet parke taşlarını döşediler. Sonra, insanların üç beş kuruş kazandıkları oraya özgü küçük küçük el sanatları sergilerini, en üzücü olanı da ressamlar sokağını kaldırdılar. Deniz kenarında yöreye özgü evler yıkıldı ve çok katlı sözde lüks apartmanlar dikildi. Modernleşiyorduk (!) .. Hakkında bir yığın tezvirat olan belediye başkanı köşeye sıkışınca o günlerde popüler olan Gülben Ergen’i, rahmetli Kayahan ile denizden motorla getirerek bedava bir konserle gündem değiştirmişti. Ama hiçbir şey gizli kalmaz gerçeği ile bir daha seçilemedi. Sansasyonel yaklaşımların sabun köpüğü gibi kaybolduğuna iyi bir örnektir.

Yıllardır anlayamadığım bu parke taşı meselesini dile getirdiğimde, bir dost şöyle demişti, “Arnavut kaldırımları çok uzun yıllar kara, yağmura, sele dayanır. Parke taşları ise bir yıla varmadan çöker ve belediyeler sözde ihaleye çıkararak hem yandaşlarını hem kendi ceplerini doldururlar”. Ne kadar ilkel ve yoz bir tavır. Orada yaşayanların söz hakkı yoktur, danışılmaz. Bir bakarsınız bir sabah iş makineleri ağaçları söker veya taşır, bir park bir işletmeye kiraya verilir. Belediyelerin paraya ihtiyacı vardır. Devlet yardımı alamamışlardır falan filan. Zabıtalar pazar yeri denetler, gözlerinizin önünde beş kuruş vermeden meyve ve sebzelerin en iyisini alır gider. Alan memnun satan memnun, size söz düşmez.

Bir zamanlar Ankara’da belediye, meyve sebze halindeki pahalılığa inat, üreticiden tedarik ederek gezici manavlar projesini hayata geçirmişti. Kızılay Güven Park’ta küçük büfelerde mercimek çorbası, mercimek köftesi satılırdı oldukça cüzi fiyatlarla. Gençler, işçiler, memurlar uzun kuyruklar oluştururlardı. Bu hizmetle kaldı akıllarda uzun yıllar malum belediye başkanı. Belediyeler hizmet yönünden küçük bir devlet baba gibi olmak zorundalar. Cenaze evlerine gönderilen taziye mesajları, bedava otobüs temini ve geleneğimiz olan acılı aileye sofra açma gibi daha pek çok ince detaylar Melih Gökçek’i sevdirdi. Uzun yıllar kalmasını sağlayan neden bence hizmetti. Ankara’da artık yapacak çok hizmet kalmamış ucube heykellerle dolu sözde Jurassic Park (!) bile yapılmıştı. Artık hizmet adı altında ipin ucu kaçınca el değiştirmesinde de bir sakınca görmemişti halk. Gerekçe; hizmet değil şeffaf yönetimdi.

Şimdilerde sellerle boğuşuyor sevgili Ankara’m. Elbet çözüm bulunur sebebine.

Ben belediye başkanlarının bağımsız olmasını çok isterim. Yapacaklarını halka anlatıp, ikna edip, onlarla birlikte, olan kaynakları en iyi şekilde kullanıp, şehirlerimizi yaşanır huzurlu, mutlu şehirlere dönüştürebilirler. Aksi takdirde çığ gibi büyüyen sorunlar onları da koltuklarından eder, etmesi de gerekir. Parti başarılıdır ama belediye başkanı başarısızsa oy kaybı kaçınılmaz. Tersi de olabilir. İki taraf için de yük.

İstanbul dünyanın en güzel şehri. Uğruna ne çok bedel ödenmiş ne çok şey söylenmiş, tam bir keşmekeş. Gezmek zulümken, yaşamayı düşünemiyorum bile. Bir metro hattı arıza yapıyor ve şehir duruyor. Maazallah ters bir şey olsa diye düşünmek bile kabus. Başkan siyasi istikbal peşinde. Olacak tabii. Ama İstanbul’u alan ülkeyi alır mottosu çöktü. Geçmişte yapılan hizmetlerin oya nasıl yansıdığını da hatırlamak gerekir. Sabit seçmen hizmetten çok siyasi hırsa dayalı oy verdiği sürece çok şey değişmez ülkemizde.

Hangi belediyeyi eleştirseniz iş paraya bağlanıyor, imkânsızlıktan dem vuruluyor. Kabul etmiyorum. Belediyeler halktan vergi almıyor mu, devletten destek almıyor mu? Bir önceki belediyeden çok borç kaldığı da söylenen en sık gerekçe. “Başaramayacaksan ve o kadar borç olduğunu biliyorsan niye aldın kardeşim?” demezler mi? Bu gerekçelerin hiçbiri benim için gerekçe değil. Neden mi? Söyleyeyim; Yaz geldi, on yıl sonra dahi adı sanı bilinmeyecek yandaş bir sürü sanatçı müsveddelerine (!) yüklü paralar ödenerek bedava konserler verdirilecek. Festivaller düzenlenecek. Reklamlara, afişlere binlerce lira harcanacak hele bir de müsvedde üryan çıkarsa sahneye, festivalin reklamı da arşa çıkacak. Başkan görünecek sahnede, medyada, plaketler verecek. Peki, vatandaşa sordun mu “Bu parayı verelim mi?” diye, sormazsın ama en azından “Kimi dinlemek istersin?” diye sor. Aslında halkla birlikte karar verme tavrı halkın siyasete ve farklı düşüncelere bakışını da etkiler. Başta verdiğim Altınok örneği gibi. Karşı olduğu düşüncelerin temsilcilerinin, o kadar korkutucu olmadığını anlarlar. Belki böylece aramıza örülen duvarlar zamanla çöker. Evinden zor çıkan adama “vergi” adı altında her türlü eşkıyalık yapılırken, iş onun yararına bir şey olacaksa kararı biz veririz kibri niye? “Çünkü onlar halk. Yöneten biziz.”

Cici demokrasi sana var. Bana gelince; halk cahil, anlamaz. Ama oyunu, parasını isterim mantığı, şirretliği hatta faşizmi. Halka ne zaman ne sorulmuş ki? Böyle bir kültür geliştirilmemiş. Sorulsa da gereği yapılmış mı?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
tutal_i 10 ay önce

O yüzden sorgulayan, eleştirebilen, ölçebilen mukayese edebilen bir halk olmak lazım. Hangi siyasi düşünceye sahip olursa olsun şu "koyun" örneği cuk diye oturuyor!
Biri nereye giderse sorgu sual olmadan düşünmeden o yola atlamak!
Sonu uçurum bile olsa.
İşte bu sorgulamamaktan, düşünmemekten iyi ve kötüyü ayırt edememekten geliyor bence.

Avatar
Ahmet Şahin 10 ay önce

""Evinden zor çıkan adama "vergi” adı altında her türlü eşkıyalık yapılırken.."...///... Peki o adam dediğiniz yani halk, seçimde tercih iradesine baş vurulduğunda, neler yapmış ki bunlar başına gelince şaşıralım.. Ellemeyin sürünsünler. Bu noktayı da sorgulayalım fayda vardır..Teşekkürler