Başka bir güne, daha öncekilere hiç benzemeyen, rüya, kâbus, sanrılar arasında med cezirler yaşatan bir 6 Şubat sabahına uyandık. Sözde kıyameti anlatan film platosundan görüntüler gibi korkunç ve inanılmaz… Gözyaşı, acı ve çaresizlik…

Daha öncesinde sıcak bir Ağustos sabahına uyanmıştık benzer görüntülerle. Bu kez kara kış. Alışkındı insanımız coğrafyasının amansızlığına. Direnmeyi öğrenmişti ama göklerden gelen bir karar vardı. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.

Anadolu insanı, üzerinde konuşlandığı vatan toprağını, açgözlülerin, asırlardır iştahla kurdukları hayallerin, ideallerin çok farkında olmasa da o eşsiz derinliği ile kutsal saymıştır. Söz konusu vatanıysa gerisi gerçekten teferruattır. Ekmeği aşı olmamış ne gam, ezanın okunduğu bir sabaha uyanmak şükürdür onun için. Çalışkan, üretken, verimli, anaç kadınların bir şekilde kotardıkları sofralarda muhabbetle büyür çocuklar. Başka annelere benzemez bizim annelerimiz. Kur’an gibi bayrak gibi toprak gibidirler. Bu yüzden her insan bu toprakların ruhu ile doludur, unuttuğunu hatırlar ve aslına döner.

Devletin gerindiği saatlerde çoktan uyanmıştır Anadolu ruhu ve yola düşmüştür. Karınca misali su taşımaya gönüllü milyonlar hangi dağı taşı kaldıramaz ki. Dayanılması imkânsız görüntülere karşı bağırlarına taş basıp yola koyuldular. Her bir göçüğün altında yatan can kendi canı gibi kanattı içlerini. Her şey anlamsızlaştı, değersizleşti, bir parça nefese indirgendi. Bir soluk, bir küçük sıcaklık umut oldu gayretle kazıldı molozlar. Bir canı kurtarmanın tüm canları kurtarmak kadar değerini onlar bildi de milyonluk mezarlar yapanlar da bilseydi ah!

Küçücük bebeklerin molozların altından çıkarıldığı andaki şaşkınlığımıza hayret ediyorum. Sahibi kim onların? Kim korudu onca saat aç susuz o buzhanede? 17Ağustos’ta göçükten çıkarılan bir küçüğün muz yiyerek hayatta kaldığını söylediğinde aynı şaşkınlığı yaşamıştık.

Acının, umudun, yürekleri ısıtan görüntülerin hepsi insani elbette. Ama asıl insanın yapması gereken göz ardı olmamalı.”Ey insan! Sana akıl verdim, irade verdim.” diyor Yaradan. İnsan pek çok çağı geride bırakarak teknolojiye bir parmak dokunuşuyla sahip oldu. Birileri ter döktü, çalıştı, diğerleri hazıra kondu. Emeksiz yemek şımarttı insanoğlunu. Kibir, acizliğini örttü. Ve asır, paranın hükmettiği, maneviyatın değersizleştiği bir garabete döndü. Küçük tanrıcıklar iştahla gerçek Tanrı’nın düzenine müdahale hevesine kapıldılar. İnsanlık ellerinde oyuncak oldu.”Dağlara ev yapın, ovaları ekin diye yarattım.” Diyen Tanrı’ya inat Firavun’un kulelerini diktiler. Dünya onların yarattığı bir “puzzle”a dönüştü. Delicesine çalışan ve sadece harcamaya, üçgenin tepesindekilerin köleleri olmaya hevesli mankurt sürüsünü, sanal mutluluklarla yönetmeyi başardılar. Hepimiz, telefonların, sosyal medyanın bağımlısı olduk. İstedikleri toplum buydu. Bilgiyi hap gibi yutan aklı nadasta milyarlar… Başardılar. Her sürünün tepesine de kendi biatcılarını atayıp keyifle kulelerinden izliyorlar.

Biz de bu düzenin dışında değiliz. Her bilgiyi araştırmadan sadece sunulduğu gibi yutuyoruz. Birileri uyanmış avaz avaz bağırıyor ama öylesine kakofoni var ki sesleri duyulmuyor. Ama onlar inatla gerçek Tanrı’nın bağışını olan akıllarını kullanmaya gayret ediyorlar. Akıllarının ve ilmin onayı olmayan her şeye direniyorlar. Ve susturulmaları için gereği yapılıyor. Duygusuz, yürekleri katılaşmış, çıkarcı, ehil olmayan yöneticilerin sürüleri hakim oluyor. Yürekleri öpülesi bilge insanlar her zaman haklı çıkıyorlar çünkü “Aklın yolu birdir”.

Bilimin dışına çıkmanın bedelini eden ödemiyor. Bir parça da olsa emekleriyle mutluluk satın almaya çalışan garipler ödüyor. Kapitalin iğrenç düzenine alın teri kurban ediliyor.

Bahçeli tek katlı evlerimizi apartmanlara feda ettiğimiz o günler, bu günlerin başlangıcı oldu. Dayanışma ruhumuzu içimize gömerek, yeni düzenin nimetlerinden yararlanmanın hazzına kapıldık. Ve birilerinin iştahı kabardıkça kabardı. Kadim kökler çürümeye başladı. Zaman zaman başkaldırmak isteyenler olmadı değil, bu sebeple topluma acı dersler verildi. Gencecik yavrularımızın boynuna ip geçirildi. Yakın tarihte kendi uçaklarımızla vurulduk. Yine yıkamadılar. O köklerde mevcut analarımızın genleri hortladı.

Bu gün birbirimize sarıldık. Yaşlı, hasta, kadın, çocuk kurtuluş ruhu uyandı. Derinlerde bir yerlerde yine bizimle oynuyorlar düşüncesi saklı kalarak yarına bırakıldı. Herkes yaraları sarmaya, şifa olmaya, yalnız değilsiniz mesajına ve gereğine odaklandı. Tek aykırı tavır her zamanki gibi siyaset bezirgânlarından geldi. Acıdan nemalanmak lüksünü kaçırmak istemediler. Kaç gündür yaşadığımız onca umut verici tavıra gölge düşürdüler. Ama umarım bu uyanış sürer ve bu lağım çukuru ağızlar bir daha açılmazlar.

Tanrının düzenine başkaldıran dersini alıyor. Filler tepişiyor ve her zaman ki gibi çimenler eziliyor. Ama sevgi, vicdan, muhabbet, dostluk denen can suyu ezildiği yerden hayat veriyor, verecek de. Şimdi yapmamız gereken yapılıyor. Sessizce yaralar sarılacak ve edenin bulacağı o günü sabırla ve istekle bekleyeceğiz.

O küçük yavrularımızın, bazı canlarımızın mucize ötesi kurtuluşlarındaki mesaj gayet açık değil mi? “Doğum da ölüm de size ait değildir. Size ait olan yaşamak dediğimiz o süreçtir. Size verdiklerimi, aklınızı, sağlığınızı, ruhunuzu, yeteneklerinizi iyi kullanın ve bana dönerken azığınız bol olsun.” Bu zor ve acı günlerde güzel yürekli insanımız azığını dolduruyor.

Tanrım! Devletimize, milletimize zeval verme..” Duamız elbette. Ama bu devletin, devleti yönetenlerin kadim değerlerine dönmesi ve vurulan prangalardan kurtulmak için millete sığınmaktan başka bir yolu olmadığını tez zamanda anlaması gerekir.

Bizi firavun kuleleri mutlu etmedi.

Biz “Kardeşim ölebilir, önce onu alın” diyen o küçücük yürekteki vefa ve muhabbetle kucak açar, zorlukların üstesinden geliriz. Bu milletin fedakârlığının sınırı yoktur. Dedim ya bu toprakların analarının genlerini henüz yok edememişler çok şükür.

Geçen geçti ama bedel ödenmeli. Geleceğe ders bırakılmalı. Şeyh Edibali’nin öğütlerini pelesenk eden devlet büyükleri artık işi ehillerine vermek gerektiğini anlamışlardır inşallah. Ben hala “Benim suçum!..” diyen bir yüreğin çıkacağı umudumu koruyacağım. Aksi çok büyük hüsran olacak. Gerçi bu ihanet asrından çok şey beklemek de akla gerçeğe aykırı. Bunu fark edenlerin, uyananların ve öze dönmek isteyenlerin çoğalması dileğimiz. En azından bizden sonrakilere miras olur.

Olmaz ise işte o zaman batsın bu dünya!

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Meliha gül 1 yıl önce

Ne güzel anlatılmış, yüreğine sağlık ablam dualarımız kenetlenmelerimiz olmasa bu felaketin üstesinden gelemeyiz herhalde bu duruma dusurenlerin cezası en ağır şekilde kesilsin Rabbimin huzurunda zaten en ağır bir şekilde hesabını verecek ama bu dünyada bizde görelim çektiklerini

Avatar
Ercüment 1 yıl önce

Teşekkürler

Avatar
Behram Huseynov 1 yıl önce

Türk Millətinə başsağlığı verirəm