Pentagram… Türkiye’nin ilk heavy-metal müzik grubu…
Grubun temelleri, 1984 yılında Bursa’da kurulan Thunders’ adlı lise grubu ile atılmıştı. Zaman içinde birçok eleman değişikliği yaşayan grup, 1988 yılında Ümit Yılbar’ın katılımıyla güçlenmişti.
Çok yönlü ve kendini yetiştirmiş, yetiştirmeye çalışan biridir Ümit Yılbar. İktisat mezunudur. Ayrıca disk atma dalında milli atlettir.
Ve tabi müzik…
Gitarıyla isyanı, ezgileriyle tutkuyu, duruşuyla onuru taşır. Ama fiziksel şekil şemal meraklısı çok insan vardır ülkede… Halen de var! Bu yüzden sadece müziğine burun kıvıranlarla değil, görünüşüne takılı kalmış insanlarla da mücadele etmesi gerekti.
Uzun saçlı ve küpeli bu adam, tahmin edilmesi zor olmayan birtakım gruplar tarafından “satanist, serseri” nidalarıyla saldırıya uğradı, tartaklandı. Bilmiyoruz ama büyük olasılıkla “vatan haini” de demişlerdir. Vatan sevgisi, tapulu mallarıymış gibi…
Kırıldı mı kırılmadı mı, ya da ne kadar kanadı yüreği bilemeyiz. Ama eylemlerinden şunu anlıyoruz ki saçlarından daha uzun ve kulağındaki küpeden çok daha değerli bir hayali vardı onun ülkesi için: Özgürlük ve uygarlık... Müzikle, insanlarla, fikirlerle… Ülkesine bağlı yüreğiyle…
Ülkeyi zapt etmiş güçlere rağmen…
Pentagram grubuyla kariyerinde hızla ilerlerken, hatta zirvedeyken kimilerine göre gördüğü bir rüya üzerine kimilerine göre “anlamaya çalıştığı için” gruptan ayrılıp askere gitmeye karar verdi.
Eğitim derecesini düşürttü. Gönüllü olarak komando oldu. Siirt ili Eruh ilçesi Bağgöze köyü jandarma karakolunda görevlendirildi.
Pozitif, güler yüzlü, çok yönlü ve yetenekli bir kişilikti Ümit Yılbar…
Askerden önce gitaristliğinin yanına eğitmenliği de katmış, Gökhan Özoğuz başta olmak üzere tanınmış birçok sanatçının gitar hocası olmuştu. Azimli, çalışkan, el attığı her şeyde fark yaratan bir insandı.
İhtiyacı olan herkese elini uzatmasıyla ünlenmişti askerde de… Onlarca çatışmaya katılıp zor zamanlar yaşadı. Ama tebessümünü eksik etmedi yüzünden, anneciğine gönderdiği fotoğraflarında…
17 Kasım 1993’te terhis olacaktı. Tüm arzusu dönüşte çok sevdiği müziğine kaldığı yerden devam etmekti.
Ümit Yılbar, 25 Eylül 1993 tarihinde görev bölgesinde terör örgütüyle çıkan çatışmada şehit düştü. 27 yaşındaydı bu zamansız ayrılık günü...
Hayatını kaybetmesinden 11 gün önce, bir şiir yazmıştı defterine. Aynı koğuşta kalan arkadaşları tarafından bulunan deftere şu dizeleri bırakmıştı Ümit Yılbar:
"
Bilmiyordum dağların bu kadar dik olduğunu
Bilmiyordum gecelerin bu kadar uzun olduğunu
Bilmiyordum zamanın bu kadar yavaş geçtiğini
Ama biliyordum içimdeki vatan sevgisini
Biliyordum içimdeki aşkı.
Ümit Yılbar
14.09.1993/ Bağgöze / SİİRT"
Bu dizeler, sadece metalci bir müzisyenin değil; bir ozanın, bir vatanseverin, nahif bir ruhun son bakışıydı dünyaya sanki.
O da onlardan biriydi…
Terör örgütünün katlettiği çoluk-çocuk-kadın, genç-yaşlı, öğretmen-doktor-mühendis-sanatçı binlerce insanımızdan sadece biri.
Onunla beraber, sadece bir şehidi değil, aynı zamanda yarım kalmış bir albümü, tamamlanmamış bir soloyu, çalınamamış son bir parçayı da yad ediyor gibi hissediyorum.
Tıpkı niceleri gibi…
Ruhları şad olsun!
Kendisiyle ilgili bilgi toplarken, metinleri okurken, videoları seyrederken gözyaşlarıma hâkim olamayıp defalarca yarıda bıraktım.
Biliyorum ki sen de birçokları gibi yazıyı okurken benzer şeyler hissettin.
Ama…
Ağlamak değil etnik-dini terör baronlarını, elindeki güç ne olursa olsun onlara her türlü desteği verenleri ve karşıymış gibi görünüp onlarla amaçları yönünde kol kola girenleri cüretlerinden arındırmak gerek artık!
Yoksa…
Sana ait ne varsa, elinden almak için and içtiklerini hâlâ görmüyor musun?
Haftanın Notu:
Türk Milleti, on yıllar boyunca yaşadığı acıya rağmen şehit cenazelerinin hiçbirinde terör örgütü dışında kimseye “kahrolsun” diye bağırmadı.
Sağ ve sol aydınların, sözde kanaat önderlerinin, iktidar ve muhalefet saflarındaki çoğu siyasetçi ve onların güdümündeki basın-yayın kuruluşlarının, Türk Milleti’nin bu feraset ve nezaketini anlamalarını beklemekten çok daha fazlası lazım artık bize!
Mahalle yanarken malum kişi saçlarını tararmış. Türkiye, her anlamda yangın yeri… Bizim muhterem(!) siyasetçiler de Türkiye Cumhuriyeti’ne, ulus devlete kasteden anayasa yapma peşinde… Bu cümlenin kurdurulması dahi yeterince kötü değil mi?
Yangınlarla ilgili iki önemli soru, üçüncü önemli soruyu doğurmakta.
- Yakılan yerlerde maden bulunup bulunmadığına ilişkin doğru bilgiye ulaşabilecek miyiz?
- Buralarda maden arama/otel izni bekleyen/alan yerli/yabancı firma(lar) mevcut mudur?
- Bu iki konuyu araştırabilecek “cumhuriyet savcıları” var mıdır?
Ve son not:
Başı ezilmeyen her yılan sokmaya devam eder! Koynunda beslemiş ya da besliyor olman bu gerçeği değiştirmez.




