150

Kıymetli Okurum,

Birkaç yıl önce yazdığım bir öyküyü bu ve gelecek hafta iki bölüm seninle paylaşacağım. Başlıktan da anlaşılacağı gibi öykümün adı:

KLİMALI ODA

Kan ter içinde kalmıştı. Yaslanarak yürüdüğü kanedyeni*, sıcağın etkisiyle kolundan süzülen terle sırılsıklam olmuştu. Şöyle bir baktı ileriye doğru… Karşıdan görünse de işyerine nereden baksan on dakikalık yolu vardı daha. Yaz kış, yağmur, çamur, kar demeden ekmeğinin peşinde tepiyordu bu yolu yıllardır. Bitirdiği üniversitenin ona sağladığı diploma ve unvanın maddi ve konumsal karşılığı olmasa da iş bulup çalışabildiği için şükrediyordu. Yaşadığı toplum, ülkeyi yöneten zihin coğrafyası, bir engellenen olarak haklarını tam alamamış olsa da şükretmeyi mecbur kılmıştı.

Merakla beklenilen milenyumun ilk yılı ortalanmış olsa da zihinler hâlâ aynıydı. İnsanın değişimini, tekamülünü gelen yıllardan, hatta yüz yıldan beklemesi yalnız insana mahsus bir durumdu.

Yol kenarındaki çınarın gölgesiyle serinlettiği banka oturdu. Sıcak, onu daha da yormuştu. Sakince saatine baktı. “Nasılsa daha var” diye içinden geçirdi. Kanedyenini soluna yerleştirdikten sonra iki kolunu bankın arkalığına doğru açıp derin bir nefes aldı. Sabah olmasına rağmen temmuz sıcak ama bu çınar gölgesi ömre bedeldi. Hayatın, yaşamanın, var olmanın güzelliğini duyumsadı o an içinde. Önünden geçen annesinin elini tutmuş küçük çocuk tebessümüne tebessümle cevap verdi. Boynuna asılı çantasında bulunan cep telefonundan kablosuz kulaklığına dökülen şarkı “Hayat Sevilince, Sevince Güzel” diyordu.

Ağacın ona yakın dalına konan kuşa takıldı gözü. “Uçarken benim yürürken zorlandığım kadar zorlanıyor mudur?” acaba düşünerek imrendi kuşun özgürlüğüne... Zorlanmadığı var sayımıyla…

Olduğu yerde duruyor olmasına rağmen ağacın sayısız faydalarını fark etti. Kuşlara yuva, insana nefes ve daha neler neler… Oldum olası severdi zaten ağaçları. “Ağaçlar, durdukları yerde yaşadıkları toprağa ve canlıya bunca fayda sağlarken birleşip bir ormanda, kardeşçe yaşayabiliyorken insan neden dursun ki?” derdi hep... Dahası bunun dışında davranmayı düşünemiyordu bile… Bedenine değil, çevreye, topluma, nihayetinde de dünyaya rağmen…

Tam da bu sırada daldaki kuş, pırrr diye uçtu. O da kanedyenine tekrar yaslanıp doğruldu ve iş yerine doğru ağır ağır yürümeye devam etti.

***

Bilgisayarının başına geçmeden odanın açık penceresinden kurumun bahçesine şöyle bir baktı. Hafif rüzgârın getirdiği kokuları içine çekti derin derin... Masasına geçmek üzereyken odanın kapısı aniden açıldı.

“Günaydın!” dedi içeri giren burnundan soluyan bir sinirle.

“Günaydın Ahmet Berat” diye karşılık verdi mesai arkadaşının sinirini fark ederek. Hatta bu farkındalıkla memnun olsun diye iki ismini birden bile söylemişti. İnsanları anlıyor olmak, belki bir lanetti onun için ama başka türlü de yapamıyordu. Negatif enerji kaçtığı en büyük kötülüktü onun gözünde. Çünkü olumsuz durumlar onu fazlasıyla kasıyor, bu kasılmalar da kısıtlı olan hareketini daha da kısıtlıyordu.

Düşünceleri çoğu zaman çatıştığı için midir nedir, oda arkadaşının negatifliğinden rahatsızdı. Çok da belli etmezdi. İnsana tahammül, mecbur hissede hissede ustalaştığı bir alan olmuştu zaman içinde. Kolay kolay taşmayan bir bardağa sahip olmasını sağlamıştı hayat ve tanıdığı, ondan her anlamda uzak insanlar…

“Bu ülkede yaşanmaz birader!” dedi Ahmet Berat koltuğuna otururken…

“Yine ne oldu, hayırdır inşallah?”

“Ya kardeşim, bu ne sıcak, bu ne nem! Yandım, piştim be Türker!”

“Eh Temmuz bu! Yaz yazlığını, kış kışlığını, puşt puştluğunu illaki yapacak.” dedi Türker gülerek.

“Hiç komik değil… İdil’i özlüyorum böyle zamanlarda biliyor musun? Orada bu kadar nem olmaz.”

“İyi ya işte, memleketin değil mi? Oraya gitsene! Hem daha bekarsın da… Yarın öbür gün evlendiğinde zor gidersin. Gerçi o da ‘yaşanmaz’ dediğin ülkeye dahil ya…”

Güldü Ahmet Berat.

“Memlekete gitmek isteyen kim ya! Hayat burada oğlum! İmkanlar, güzel kızlar… Orada beni kim görecek, kim bilecek?”

Türker düşünceli düşünceli sordu.

“Vallahi güzel kızları bilemem de burada yaşamanı cazip kılan ‘imkanları’ oralara götürmek için mücadele etsen, çalışsan daha mutlu olmaz mısın?”

Ahmet Berat, soruyu duymazdan gelip konuşmaya devam etti.

“Aslında Kanada ya da Avustralya’ya yerleşmeyi istiyorum da… Uzmanlığı kazanmam gerek. Gerçi oraların da kışı berbattır ya…”

Bu sefer de Türker güldü.

“O kuşun hikayesini biliyor musun?”

“Hangi kuş?”

Türker anlatmaya başladı.

- Devam Edecek-

* Kanedyen: kısa koltuk değneği

Haftanın Notu:

Küresel sufleli tiyatro devam ederken şunları da mı konuşsak…

  • Batıda Orta Çağ’da kalan ama bizde bugün dahi varlıklarını güç arttırarak sürdüren feodal güçler (toprak ağaları, din baronları)…
  • Söz konusu sosyal kanser hücrelerini sonsuza kadar geçmişin karanlığına gönderecek kısa-orta-uzun vadeli tedbirler…
  • Bunların silahlı-silahsız baskısından yılmış ya da biat etmiş insanların rehabilitasyonu…

Türk ve Türkiye Cumhuriyeti düşmanları maskelerini indirip artık saklanmadan resmen birleşti. Tamam eyvallah da… Ya karşılarındakiler?

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
150