Dünya çapına yayılmış normlar söz konusu olduğunda engellilik denince akla ilk gelen, bireyin bedensel ya da zihinsel “yetersizliği” olmakta…
Oysa bunun ciddi katman ve süreçleri var.
Yıllardan beri ifade etmeye, hatta “Aynadaki Öteki” adlı ikinci romanımda ete kemiğe büründürmeye çalıştığım “benim açımdan” engellilik kavramının, yakın zamanda keşfettiğim “sosyal inşaacı bakış açısına” yakınlığı hayli dikkatimi çekti.
“Sosyal İnşaacılar” diyor ki:
“Engellilik, fiziksel bir durumun yanı sıra toplumun oluşturduğu bir kavramdır.”
Açarak özetlersek…
Sen şehirlerini, özellikle ulaşım ve erişimi, merdiven çıkabilen, rahat konuşabilen, duyabilen, görebilen insanlara göre tasarlarsan kendi elinle engellilik kavramını oluşturmuş olursun.
Yani tekerlekli sandalye kullanıcılarının merdivenleri çıkamaması “kişisel yetersizlik” değil, merdivenleri tek ulaşım seçeneği olarak tasarlayan zihniyetin ürünü.
Bu noktada onlarla hemfikirim, ama ne yazık ki olay burada bitmediği gibi, galiba tam da burada başlıyor.
Çünkü engeller, özellikle ana damar olan hayata erişilebilirlik konusundaki engeller, mimarî engellerle sınırlanmadığı gibi kişinin fiziksel ya da mental engelleriyle de sınırlı değil... Engellilik kavramının içinde sosyal kabulden tutun da ekonomik imkanlara kadar onlarca parametre ve dolayısıyla boyut var.
“İnsan Ne Zaman Engelli Olur?”
Bu soru, konuyu açmak adına önemli… Yukarıda anlatmaya çalıştığım noktadan özetlersek, insan tekerlekli sandalye, işitme cihazı ya da beyaz baston kullandığı için değil bunları kullanmaktayken eğitim, meslek edinme, işe girip çalışma, sosyal hayat gibi süreçlerden faydalanamadığı zaman, en çarpıcı haliyle her binaya rahatça giremediği zaman “engelli” olur.
Çünkü “engellenmiştir” ve onu engelleyen şey kullandığı araç gereçler değil ona göre tasarlanmayan şehirler ve bunu düşünmeyen yaklaşımlardır.
Engellilik, fiziksel şartlarla mı sınırlı?
Elbette hayır!
Küçük bir soru sorup zihinlere bir düşünce tohumu atmış olayım:
Mesela eğitim almış, meslek edinmiş, çalışıp kendi parasını kazanmış, evlenip yuva kurmuş, anne ya da baba olmuş, ekonomik imkanları dahilinde tatilini yapabilen tekerlekli sandalye, işitme cihazı ya da beyaz baston kullanan biri mi engellidir; doğru dürüst okula gidememiş, aile, koca baskısıyla bırakın şehrini, evden bile çok az çıkabilmiş, feodal baskılarla cebelleşen ama hiçbir fiziksel engeli olmayan bir kadın mı engellidir?
Biz yine “fiziksel” ve “zihinselden” devam edelim.
Ne yazık ki ülkemizde, özellikle sosyal hizmet noktasında “bir sepet yapalım, herkesi onun içine atalım, olsun bitsin” yaklaşımı hüküm sürmekte…
Bu kolaycı yaklaşımın fayda getirmediği ortadadır. Çünkü yelpazenin, fiziksel çeşitlilik anlamında yatağından çıkamayandan, yürüyen, ellerini kullanana kadar; zihinsel çeşitlilik anlamındaysa yakınları olmadan hayatını devam ettiremeyecek olmaktan deha olmaya kadar genişlediği bir gerçeklikte, “kapsayıcılık” diye pazarlanan şey ne yazık ki bir “masaldan” ibarettir.
Cümle uzun oldu belki ama gerçek de budur.
Tam da böyle olduğu için elde edilen kazanımlar “sepetin genişletilmesiyle” istismara açık hale gelmekte, bu da hak gaspı yapmak için bahane arayanların ekmeğine yağ sürmektedir.
Güncel bir örnek verelim.
Kendi otomobil kullanamayacak durumda olup ulaşım anlamında zorluk çeken özellikle tekerlekli sandalye kullanıcısı ya da görme engelli insanlar için ÖTV muafiyetiyle otomobil alma hakkını, kişinin kendi gerçekliğinden doğan ihtiyacına göre değil de %90 ve üzeri sağlık raporuna bağlarsanız…
Yaşlısını tekerlekli sandalyeye oturtup bu raporu alan ve yaşlı gerçekten tekerlekli sandalye kullanıyor olsa dahi yaşlının o veya bu sebepten kullanamadığı, kullandırılmadığı araçları ÖTV’siz almaya göz koyan kötü niyetli yakınlarının önünü açıp, hak gaspı için bahane yaratmış olursunuz.
Bu noktada şunu da ifade etmeden geçmeyeyim.
2013’ten beri arkadan rampalı yüksek tavan Doblo otomobilim ile yakınlarımın şoförlüğünde ulaşımımı sağlıyorum ki, o araç olmasaydı iş hayatıma devam edemezdim. Bahsettiğim segmentte benim tekerlekli sandalyemle beraber binebileceğim özellikte bir otomobil şu an mevcut değil… Yani istesem de maddi imkân sağlasam da aracımı yenileyemem. Elim ayağım olan aracıma gözüm gibi bakma gerekliliği bir yana, aracı kimin kullanıp kullanamayacağına ilişkin masa başı- hayat dışı sepet kararların varlığı bilinmelidir.
Bu arada…
%40 ve üzeri engelli raporu olup araç kullanabilecek fiziksel yeterlilikte olan insanlara saygım sonsuz…
Ama onların da -öyle olmayanları tenzih ederim- “otomobilin özellikleriyle toplumda itibar elde ettiğini sanmaktan” kurtulmaları gerekiyor. İstediğimiz zaman istediğimiz yerde olmamızı sağlamaktan başka işlevi olmayan teneke kutulara fazla anlam yüklememek lazım.
Toplum değişirse, engeller de kalkar klişesi doğru bile olsa toplum her katmanıyla değişmelidir.
Haftanın Notu:
O gün yine yaklaştı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da şu gerçeği ifade edelim;
“3 Aralık Dünya Engelliler Günü kutlama değil, ülkeyi yönetenlere görev ve sorumluluklarını hatırlatma günüdür.”





