Başımıza ne geleceğini bilmeden bir sperm olarak, bir tercihte bulunuyoruz. “Yaşamak istiyorum” diye deli gibi hevesle, ihtirasla annemizin yumurtasına yapışıyoruz. Öyle ilginçtir ki; o an meçhule doğru giden inanılmaz bir hikâyenin başrol oyuncusu oluyoruz. Dokuz ay on gün süren, tıbben, tıbben derken psikolojiyi de göz ardı etmeden derinlikleri tam anlamıyla belli olmayan bir giriş bölümü ile hikâyenin tam ortasına düşüyoruz.

Belki de annemizi göremeden ebemizin yüzünü görerek başlıyoruz hikâyenin gelişme bölümüne…

Ebemizle veya şimdiki zamanda doktorumuzla, annemizle, babamızla, kardeşlerimizle başlayan tanışma seremonisi, biraz ele avuca gelmeye başladığımızda akrabalarla, komşularla devam ediyor. Biraz ele avuca sığmamaya başladığımızda da arkadaşlarımızla, dostlarımızla, öğretmenlerimizle, komutanlarımızla ve sair insanlarla tanışıyoruz.

Neden böyle bir giriş yapma ihtiyacı duydum?

Dışarıda lodos esiyordu. Bursa’nın lodosu benim ezilmişliğime karşı isyanımın bayrağı gibidir. Lodos estiğinde hoyratça dalgalandığını hissederim, o ezilmişliğe karşı isyan bayrağının…

Pencereyi açtım, dışarıya doğduğum sokağa baktım. Canım sıkıldı geri kapattım. Bütün tek katlı, bahçeli evler yıkıldı. Hepsinin yerine apartmanlar dikildi. Artık lodosun sesini bile eskisi gibi duyamıyorum. Her zamanki yerime, Bursa manzaralı pencerenin önüne geldim. Kuştepe manzaralı penceremi üsten yarım konumda açtım. Nefes almak istiyorum. Benim için nefes almak lodosun sesini duymak…

Doğduğum ev pencereden gözüküyor. O evde büyümüş olan çocuk; her lodos estiğinde çatıdaki kiremitlerin havalandığını ve lodosun etkisi geçtiği gibi bütün kiremitlerin “takır takır” diye çıkardığı seslerle birlikte eski yerlerine dizildiğini duyabiliyordu.

Gecekonduydu.

İçindeki bütün insanlar bir sürü sıkıntılarla boğuşuyorlardı.

Bütün sıkıntılara rağmen o evde büyümüş olan çocuk, kendine keyif alabilecek şeyler bulabiliyordu. Şimdi evimin çatısı çelik çatı, kiremit sesi falan yok. Her tarafım kuşatılmış, lodosun sesini duymakta bile sıkıntı yaşıyorum.

Saat geceye doğru koşuyor.

Bursa ovası yanıyor, ışık cümbüşü var aşağıda…

Karşıda Kuştepe ona keza…

Böyle bir renk cümbüşü falan yoktu geçmiş hayatımızda…

Gaz lambası yakıyorduk, suyu sokak çeşmesinden alıyor, evde talaş sobası yakıyorduk… Bir sürü sıkıntının içindeydik… Ama değişik bir şey vardı; şimdi olmayan; ben, o değişik şeye “duygu” diyorum. “Duygu” vardı..

Kavga vardı, kırgınlık vardı, yokluk vardı, eksiklik vardı; ama bütün bunların üstünü kapatan “duygu” vardı “duygu”

O duygu yok artık…

Her yer ışık, her yer su…

Her yer yemek, her yer içmek, her yer tüketmek…

O duygu yok…

Tükendi…

Duygu olmayınca da olmuyor insan…

Boğuldum…

Sonradan yapılmış ne kadar apartman varsa yıkılsın istiyorum.

Lodosun sesini duymak istiyorum.

Hikâyenin gelişme bölümünün başlangıcına dönmek istiyorum.

İmkânsız…

İmkânsızlıklar içinde başlamış olan hayatımın hala imkânsızlıklarla devam ediyor olmasını hazmedemiyorum.

O yüzden şimdi yine benim ezilmişliğime karşı isyanımın bayrağı olan Bursa’nın lodosunun sesini duymak istiyorum…

Pencerem yarım açık…

Duydum…

Şimdi çok iyi hissediyorum lodosu ve kendimi…

Yaşasın hayatımın anlamı ezilmişliğime karşı isyanım…

Yaşasın çocukluğumun izleri…

Yaşasın duygularım...

Ve

Kahrolsun duyguları öldüren bütün zenginlikler…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.