Babam öldükten sonra dayımın köyüne yerleştik. Dayımın büyük tarlaları vardı. Orada çoluk çocuk hepimiz bir işe yardımcı oluyorduk. Ben ve ağabeyim Mustafa küçük olduğumuz için, bize de bakla tarlasına gelen kargaları kovalama görevi verilmişti. Sabahları annem bize yiyecek bazı şeyler hazırlar ve bizi tarlaya yolcu ederdi. Biz orada ağaç dallarından yapılmış bir gölgeliğin altında akşama kadar görevimizi sürdürürdük.

Bir gün yoğurt yerken ağabeyimle aramızda kavga çıktı. Ağabeyim sinirlenip kafamı yoğurt tasının içine sokmuştu. Sonra da katıla katıla gülmüştük.

Annem ağabeyim Mustafa’yı çok severdi. Belki ilk çocuğu olduğundan, belki de iki kızına karşılık bir oğlu olduğu için ağabeyime çok düşkündü. Ona bir şey olacak, ona bir şey söylenecek diye aklı çıkardı. Ağabeyim de annemi çok sever ve sayardı.

Ağbeyim küçükken de çok temiz giyinmeyi isterdi. Her çocukla konuşmaz, çocukların haşin davranışlarına, saban taşı atma, çelme takma gibi oyunlarına hiç iltifat etmezdi. Böyle oyunlara çağrıldığında, onları gayet kibar bir şekilde geri çevirirdi. Sokakta iki eli cebinde ve başı dik yürürdü. Herkesin dikkatini çekmekle beraber, sıkılgan bir çocuktu.

İlk Aşkı

Salih Bozok (1)  anlatıyor :

Mustafa, 10–12 yaşında iken 8 yaşında bir komşu kızına âşık olmuştu. Akşamları okuldan çıkar çıkmaz evine koşar, derhal elbiselerini ütületir, oyun seyretmek bahanesiyle zıp zıp oynayan çocukların yanına giderdi. Fakat asıl maksadı, komşu kızını pencereden görmek. İşte Mustafa’ya iyi giyinmek merakı biraz da buradan gelmiştir.

Bütün hayatında yaptıklarını bir ‘İnsan’ olarak yapmakla övünen, ‘mucize’ kelimesinden nefret eden Atatürk, ilk gençlik günlerinden itibaren, bir insanın hayatta nelerden istifade edebileceğini bilmiş ve bunların hepsini de kişiliğinde denemişti.

Çalışmak, ağırbaşlı ve her şeyde başarılı olmak kesin kararı yanında ‘sevmek’ hakkını da kendinde buluyordu ve sevmişti de.”

Mustafa Kemal, Manastır İdadisi’ndeki (2) öğrenim devresinde Selanik’te, annesinin yanına geliyordu. Askeri elbise güzelliğini fevkalade arttırıyordu. Selanik’in kızları pervane gibi etrafında dönüyorlardı. Fakat Mustafa Kemal’in gözü hiçbirini görmüyordu. O, mahallesindeki bir Rum kızına gönlünü kaptırmıştı. Okulun açılma zamanı yaklaştıkça Mustafa Kemal’in de üzüntüsü çoğalıyordu. Sonunda kurtuluş çaresini kızı da Manastır’a kaçırmakta bulur. Bu karar duyulunca annesi Zübeyde Hanım bir hayli telaşlanır ve durumu kardeşi Subaşı Hüseyin Ağa’ya açar. Mustafa Kemal, kızla anlaşmıştır. Hatta Manastır’da bir oda bile tutulmuştur.

Manastır’da hareket günü gelir. Mustafa Kemal istasyonda kızı beklemektedir. Trenin hareket saati yaklaşınca Mustafa Kemal’in telaş ve heyecanı da artmaktadır. Gözleriyle kalabalık arasında ara vermeden nişanlısını aramaktadır.

Kampana çalmış, trenin tekerlekleri dönmüştür. Lokomotif ağır ağır istasyondan uzaklaşırken Mustafa Kemal, dayısı Subaşı Hüseyin Ağa’nın gözlerinde şeytanca bir parıltı görür ve her şeyi anlar. Ünlü dayısı aynı gün kızı bulmuş, Manastır’a gitmesine şiddetle engel olmuştur.

Bunları sofra başında anlatan Atatürk: “Dayım haklıydı” diye ilave etmiştir.

(1) Salih Bozok, (1881–1941), Mustafa Kemal’in Selanik’ten arkadaşı olan Salih Bey, uzun süre O'nun Başyaveri olur, Milletvekili.

(2) Eskiden lise ayarında okul.

(3) Niyazi Ahmet Banoğlu, Yayınlanmamış Belgelerle Atatürk’ün Siyasi ve Özel Hayatı, İlkeleri, 2. Baskı, İstanbul 1981, s. 21–23.

Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009

...

Benim Kitap Alacak Param Yok

Mustafa Kemal, Harbiye’de okurken, bütün hayatında olduğu gibi, sonsuz bir enerji doluydu.

Cuma günü izinlerini İstanbul’da eğlenerek geçiren ve sık sık gezmeye çıkan Mustafa Kemal, o üstün zekâsıyla derslerini de kolayca yapıyordu.

Bir gün yine cuma iznine hazırlanıyordu. Arkadaşlarından biriyle tatlı bir sohbete dalmıştı. Başmubassırın elinde kitaplarla yaklaştığını gördüler. Mustafa Kemal:

-Bak, dedi, Baş mümessil bir sürü eski kitaplarla geliyor. Bıktım artık bunlardan.

Baş mümessil yaklaştı. Bu kitaplar, öğrenciye satılan ders kitapları idi. Mustafa Kemal:

-Ben istemem, dedi.

-Nasıl istemezsin? diye sordu.

-Bayağı istemiyorum.

-Fakat…

Mustafa Kemal kızmıştı:

-Bu mektepte bir seneden beri kapıcı Mustafa her sabah bana bir yumurta getirir, aybaşında hesap isterken: Efendim, bu ay otuz üç tane oldu, diye karşıma dikilir.

-'Ulan bir ayda otuz üç gün var mıdır?..' Dersem nafiledir. Çünkü ona ayın en nihayet 31 olabileceğini anlatamam. Sana gelince, dayarsın, istemem derim, anlamazsın. Ben paramı geçinmek için yetiştiremiyorum. Sen, al diye ısrar ediyorsun. Ders kitabı değil mi? Ben dersimi yaptıktan sonra kitap almaya mecbur muyum?

Ve Mustafa Kemal, mümessilden kitapları almamış ve üste de ona bir ders vermişti. Asaf İlbay anlatıyor:

-Ben eğilmem

Evimizin bahçesi büyüktü. Sık sık mahalle arkadaşları toplanır ve o zamanlar Selanik’te çok moda olan 'mancınık' oyununu oynardık. Bu bir nevi 'birdirbir' oyunuydu. Bir kişi eğiliyor ve diğerleri sırayla üzerinden atlıyorlardı. O, oyuna iştirak etmezdi ama seyrine de bayılırdı. Hele içimizde düşenler falan olursa, keyfine diyecek olmazdı. Bir gün kararlaştırdık, yaka paça onu zorla oyuna soktuk. Sırayla hepimizin üzerinden atladı ve sıra kendisine gelince, eğilmeden dimdik durdu ve ‘Haydi atlayın!’ Dedi.

Biz başını yere doğru eğilmesi için ısrar ettikçe O, ‘Ben eğilmem! Böyle atlarsanız atlayın’ diyordu.

Bir türlü razı edemedik.(1)

(1) Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, Cilt I,İstanbul 1967, s. 2. Harp Akademisinde Uyanamayan Mustafa Kemal

***

Mustafa Kemal o devirdeki iç sıkıntılarının ve endişesini şöyle anlatmıştır:

“İstanbul’da Harp Akademisinde bir subayım. Henüz yirmi yaşındayım.”

O, kendisi de ne olduklarını pekiyi anlamadığı bir takım düşünce ve duygulara kaptırmıştı. Küskündür. İsyanlıdır. Neye ve kime karşı? Niçin? Sorsanız bu sorulara pek cevap veremez. Bir gün arkadaşlarından biri sordu:

"Sen kalk borusunda bir türlü uyanmıyorsun. Nöbetçi subay karyolanı sarsmadıkça kalkmıyorsun. Neyin var senin?"

Genç subay dedi ki:

"Yatağa girdikten sonra ben sizin gibi uykuya dalamıyorum. Gözlerim sabaha kadar açık. Tam uyuyacağın zaman kalk borusu çalınmak üzere"

O sırada askeri hocalardan biri bir gün sınıfta öğrencilere bir soru sormuş:

“Savaş nedir, artık biliyorsunuz, dedi, fakat bir de ‘gerilla’ denen bir şey vardır. Bu kolay bir şey değildir. Gerillayı yapmak ve bastırmak da güçtür. Sonra bir örnek üzerinde öğrencilerini imtihan etti:

"Osmanlı İmparatorluğunun devlet merkezi İstanbul’dur. Düşünün ki şu veya bu sebepten Boğaziçi’nin doğu yakasıyla İzmit körfezi arasında halk devlete isyan etmişler. Halk böyle bir isyanı niçin yapabilir? Devlet bu isyanı ordusuyla nasıl bastırabilir?.

Bu sorulara en iyi cevapları o uyuyamayan dalgın çocuk, Mustafa Kemal verdi. Çünkü aklı fikri çok zamanlardan beri böyle hayallere saplanmıştı.”(1)

(1) Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, 2. Baskı, İstanbul 1966, s.14-15.

Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009

***

Yarının Adamı Olmak

Mustafa Kemal, Çerkezlerin oturduğu Kutaytara’nın doğusundaki köye gitti. Çerkezler onu ve yanındakileri soygunculardan sanarak iyi karşılamadılar. Bir müddet sonra anladılar ki, bunlar dertlerini dinlemeye, kendilerine iyilik yapmaya gelmişlerdir, hemen anlaştılar. Köy ileri gelenlerinden biri dedi ki:

-Siz ne derseniz yaparız. Fakat bizi ezen devletin istediğini yapmayız.

Bir gün bu köye hücum eden bir kolağasıyla kuvvetlerini köylüler kuşatmışlar, öldürmek üzereydiler. Mustafa Kemal biraz arkadaydı. Tam zamanında yetişti. Köylüler onu görünce etrafını sardılar, kolağasını ona bağışladılar.

Birlik başındakiler yine bir hayli para toplamışlardı. Mustafa Kemal’e de bir hisse vermek istiyorlardı. Onun için ya şerefli gelecek zamanlara doğru yükselerek gitmek veya o yaşta para uğruna lekelenmek vardı. Maddi çıkarlar karşısında küçülenlerden büyük yetişmez. Mustafa Kemal kararını vermişti. Vurgundan pay alıp almamakta tereddüt eden bir arkadaşına sordu:

-Bugünün adamı mı olmak istiyorsun, yoksa yarının mı?

-Elbette yarının adamı olmak isterim.

-Öyleyse hisse alamazsın, ben de almadım ve alamam.

O sırada alayında bulunanlara da şöyle seslenmişti:

-Arkadaşlar, ben namuslu askerim. Benimle arkadaş olmak isteyenlerin de namuslu olmaları gerekir.(1)

(1) Falih Rıfkı Atay, Babamız Atatürk, 2. Baskı, İstanbul 1966, s.18-19

Kaynak: Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar, Ahmet Gürel, Mayıs 2009

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.