Topal Kemal, o gece sabaha karşı saat sıfır beş sularında eve geldi.

İcraatını gerçekleştirdiği otelden çıktıktan sonra hemen hemen her gece rutin olarak yoklamış olduğu mekânları ziyaret etmiş, asayiş berkemal olunca, evinin yolunu tutmuştu.

Bu arada Topal Kemal’in otelde yapmış olduğu icraatın, sabaha kadar gayrimeşru dünyada ulaşmadığı kulak kalmamıştı. Kimileri bu haberi kulak arkası yapmış, kimileri de kulaklarına küpe yapmıştı. Haberi, kulaklarına küpe yapanlar, şanslıydılar.

Topal Kemal eve girdiğinde, dedem ve babaannem, her ne kadar çoktan uyumuş olsalar da, babaannem, Kemal’in geldiğini duyduğunda, rahat uyuyabileceği ikinci uykusuna ancak yatabilmişti.

Kemal yedinci çocuğuydu. Bütün çocuklarını büyütürken büyük sıkıntılara gark olmuş ama pire gibi yerinde duramayan ve arı gibi çalışkan bir kadın olunca, hepsini büyütebilmenin hakkından gelebilmişti. Ama Kemal… Kemal, tekne kazıntısı, ailenin en küçüğü; babaannemin ağzından girmiş, burnundan çıkmıştı.

Pes etmedi babaannem. Kemal için hep mücadele etti; hep çalıştı, hep didindi.

Sabah olduğunda yer sofrasında kahvaltılık üç beş çeşit bir şeyler hazırlamıştı. Dedem, bir iki zeytin tanesini, bir küçük parça peyniri, bir dilim ekmekle yemiş, hemen doymuş, kalkmıştı. Babaannem bir şeyler yedi, yemedi.

Sofra, Kemal Amcamı bekliyordu. O da saat dokuz gibi kalktı. Derme çatma evin balkona benzer bölümünde hemen kendine bir cigara sardı. Titreyen elleri ile kibrit kutusundan bir kibrit çıkardı, çaktı. Her zamanki gergin haliyle de olsa keyifle tüttürmeye başladı. Soluksuz üç beş nefes çekişte de cigara bitti ve kül tablasına bastırıp söndürmeye çalıştı. Söndü düşüncesiyle bıraktığı cigaradan hayal meyal görünen ince bir duman sızmaya devam ediyordu.

Birden oturduğu yerden fırladı, sofranın yüzüne bile bakmadan hemen giyindi ve hiç kimseyle hiçbir şey konuşmadan evden çıktı, gitti.

Babaannem sofrayı topladı. Bir iki parça bulaşığını yıkadı. Sonra dedemle beraber evin balkona benzer bölümüne geçip, cam kenarındaki sedirin üzerine oturdular. Yerinde duramayan bir kadındı, oturduğu ile kalktığı bir oldu. Hemen sedirin altında, küçük tüpü ve bakır cezvesi ile birlikte kahve malzemeleri vardı. Dedemle karşılıklı birer kahve içme niyetine, sedirin altından küçük tüpü ve kahve malzemelerini çekip çıkardı. Cezveye kahveyi, suyu, az da şekerini koyup yakmış olduğu tüpün üstünde kısık ateşte pişirmeye koyuldu. Bir taraftan da elindeki şeker kaşığı ile pişmekte olan kahveyi yavaş yavaş karıştırıyordu.

Kahve pişmişti. Dedeme ikram etmek için cezveden fincana döküyordu. Cezve sağ elinde, fincan sol elindeydi. Ve kahveyi döktü tabii ki.. Döktü dökmesine ama kahvenin sıcaklığı ile buluşan fincan adeta patlayarak ortadan ikiye ayrıldı. Fincan tabağını tuttuğu eli yanınca, can havliyle “ayyyy” diye bağırdı.. Dedem, “Aman Pakize! Yandın mı, bir şey oldu mu?” diye sorarken, o hızla yerinden kalkıp, elini hemen karşılarına denk gelen lavaboda musluğun altına tuttu. Musluktan akan soğuk su, yanmanın acısını hafifletmişti. Lakin bugüne kadar ilk defa böyle bir şey olmuştu. Babaannem hem şaşkındı, hem de içinde bir yerlerde kahvenin elini yakmasından dolayı hissettiği sızının, daha da derinini hissediyordu. “Hayırdır, inşallah” dedi içinden, “Hayırdır”

O zaman zarfında Topal Kemal, Namazgâh’tan Setbaşı’na, kendi tarzı ile salınarak yürümüş, Setbaşı Köprüsü’nden karşıya geçmiş, Cubana Pavyon’un çapraz karşı köşesine gelmişti. Dün akşam yaşanmış olan şeyleri unutmuştu ama yaşananları unutmayanlar da vardı. Sabaha kadar gayrimeşrunun olduğu her ortamda, Topal Kemal’in icraatı konuşulmuş ve küçük bir grup tarafından, kendilerine yapılanın karşılığında, Topal Kemal’in kalemi kırılmıştı.

Kemal, Cubana Pavyon’un karşı köşesinde aksayarak yürürken; onu, arkasından korkak bir gölge takip ediyordu. Gece alelacele yapılan görüşmelerin sonucunda; Topal Kemal’in infazı, acemi sayılabilecek bir tetikçiye, görev olarak verilmişti.

Topal Kemal’in arkasında, ne yapacağını bilmeyen acemi ve korkak tetikçi, silahını ateşlediğinde, doğal olarak Topal Kemal’in sırtı tetikçiye dönüktü. Sırtı dönük olmasına rağmen, birinci silah sesinden sonra Kemal, inanılmaz bir atiklikle tetikçiye doğru döndü. Daha öncelerden tanıdığı biri değildi. Tetikçi arka arkaya silahının tetiğine dokundu; iki, üç, dört, beş, altı, yedi, sekiz… Silahın sesi sustu. Zaten o ana kadar sessiz olan Setbaşı sustu, Bursa sustu…

O karmaşa yaşanırken; Topal Kemal, anlık dalgınlıkla iki katlı bir evin çatısından düşmüş bir sokak kedisi gibi dizlerinin ve ellerinin üstüne, kaldırıma düştü. Üzerine sıkılan sekiz kurşundan biri boşa gitmiş, biri sol kolunu, biri sol kalçasını sıyırıp geçmiş, diğer beş mermi ise vücudunun çeşitli yerlerine saplanmıştı.

Topal Kemal, sinir hastasıydı; O’nun bütün vücudunu, beyni değil, sinir sistemi kontrol ediyordu. Vücudu, farklı bir usul ile su verilerek kızgın demirin dövülmesi ile imal edilmiş özel bir çeliktendi sanki...

Bir kedi çevikliği ile dizlerinin ve ellerinin üstünde adeta hoplayarak ayağa kalktı ve koşarak panik içinde kaçan tetikçiyi kovalamaya başladı. Yaklaşık yüz metre sonra Topal Kemal’in yumruk şeklinde sıkılı sağ eli, tetikçinin kafatasının arkasına inanılmaz bir güçle fırlatılmış bir taş balyozu gibi indi. Tetikçinin kafasının arkası, yere düşene kadar çoktan bir balon gibi şişmişti bile… Sonradan öğrenildiğine göre üstelik kafatası da çatlamıştı.

Tetikçi yüzükoyun kapaklanarak kaldırıma düştü, tetikçi ile beraber Topal Kemal’de düştü. Her ikisi de yarım metre arayla kaldırımda yüzükoyun yatıyorlardı. Yaşananlara tanık birkaç kişi vardı ve tanıklara göre tetikçinin yaşama şansı vardı ama Topal Kemal ölmüştü…

İki ambulans geldi, biri Topal Kemal’i diğeri de tetikçiyi aldı ve her iki ambulans da siren sesleri ile bir meçhule doğru basıp gittiler.

Başlangıçta kimsenin haberi yoktu, olacaklardan ve de olanlardan…

Sonra herkes tarafından duyuldu. Sekiz sütuna manşet anlık ilk baskıyı, fısıltı gazetesi yapmıştı…

Bir gün sonra, yerel gazetelerin üçüncü sayfasına, bomba gibi düşecek; “Ünlü Kabadayı Topal Kemal Vuruldu” haberi, babaannemlerin eve yarım saat gibi kısa bir sürede yine bomba gibi düştü. Ateş, elbette düştüğü yeri yakardı…

Babaannem içindeki sızının kaynağı olan ateş gibi haberi öğrendiğinde, metanetini koruyordu. Kemal doğduğundan bu yana, özellikle de menenjit hastalığına yakalandığı dönem sonrası itibarıyla; bütün hayatı, Kemal ile uğraşmakla geçmişti. Yine Kemal’inin ona ihtiyacı vardı. Babaannem açısından; mesele, bu kadar basitti. Dedemle birlikte Memleket Hastanesi’nin yolunu tutuğunda içinde umutsuzluk yoktu, daha ziyade yoğun bir mücadeleye başlayacak olmanın azmi ve kararlılığı vardı…

Topal Kemal, hastaneye geldiğinde ölüme çok yakındı ama sütünü emdiği anasının içindeki azim ve kararlılık, O’nun da kanına geçmişti ve onda da o azim ve kararlılık vardı…

Dokuz canlı karakter Topal Kemal efsanesi son mu bulacaktı?

Yoksa Kemal’in ve etrafında yaşayanların daha görecekleri, yaşayacakları, çekecekleri var mıydı?

Bu soruların cevaplarını da haftaya bırakalım mı?

Bakalım ne yazacağım?

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.