Hayat bu ya…

Yürürken yolda karşılaştık.

Aslında beraber yürümek taraftarı değiliz ama yol bir tane ne yapacaksın?

Mecbur beraber yürümek zorunda kaldık ve de yürüyoruz.

Yaklaşık 17 yıl geçti, yoldayız.

Yol uzun ve meşakkatli…

Bazen toprak, bazen asfalt, bazen taş çakıl moloz, bazen çamur batak…

Her ne kadar ikimiz de yeni bir yola çıkmanın şaşkınlığını yaşamış olsak da; o kendi cennetine giden bir yola çıktığının farkında, bense birlikte freni patlamış bir kamyon gibi gitmekte olduğumuz cehennemin farkındayım.

Başlangıçta yol boyunca yeşillikti etrafımız.

İlkbahar tadında; taze yeşil, çiçekli böcekli.

Baktım mecburi yol arkadaşıma; rengi yeşil olmuş, öyle bütün ki bahar yeşili ile seçmekte zorlanıyor insan… Ki bazen de çiçekler açıyor bedeninde…

O dönemler ipin ucunu ele geçirmiş, boğaz örgüsüne yaklaşmış kazağı sökmenin derdinde mecburi yol arkadaşım. Dönem itibarıyla Gülen Cemaati ile birlikte boğaz örgüsüne yaklaşmış kazağı söküp memleketin başına kazak örme derdindeler. Asya Bank’ın açılışında Gülen çoban, onlar da bekçileri olarak ortalıkta fink atıyorlar.

“Yaptığınız yanlış diyoruz”, bizlere her türlü hakareti ediyorlar.

Biraz ilerlediğimizde yeşiller koyulaşıyor, çiçekler daha bir görkemli artık yol kenarında... Güneş parlıyor göletlerin üzerinde… Gök mavi, sular mavi… Arkadaşım koyu yeşil olmuş, bazen çiçekleniyor bedeni ama renkler coşuyor çoğu zaman ki maşallah yürüyen çiçek sepeti... Suda mavi, gökte mavi… Nasıl bir beden ki her renge açık kapısı… Açılınca doluyor içeri; koyu yeşili, rengarenk çiçeği, mavisi, albenisi…

Sahip oldukları memleketin, bütün değerlerini satıyorlar, har vurup harman savuruyorlar. Yabancılar ile işbirliği yaparak önümüzdeki sürecin hortumlarını milletin altın değerlerine takıyorlar. Öyle ki hayat sürdüğü sürece sömürü sürsün istiyorlar.

Şimdi çorak bir alana bakıyor yol..

Bakıyorum mecburi yol arkadaşım bozkırın rengini almış. Bazen kahvenin tonları, bazen sarının tonları bedeni… Yolu görüyorum, bozkırı görüyorum, onu göremiyorum.

Bu arada anlatıyoruz kendi kendimize… Ne kadar kızsa da o beni dinlemek zorunda… Ne kadar kızsam da ben de onu dinlemek zorundayım… Yol bir tane çünkü…

Kayda değer bütün değerler satıldıktan sonra ekonomi yavaş yavaş çökmeye başlıyor. Bu çöküşte dünya ekonomisinin çıkmaza girmesi de etkili oluyor mutlaka… Lakin öngörüsü olmayan; harcama, şatafat, ele geçirme, talan etme, son kuruşuna kadar sömürme üzerine korulu sistem, sadece kendi bildiğini okuyabildiği için hem bulunduğu ülkenin geleceğini ve hem de dünyanın geleceğini okuyamıyor. Üretimin olmadığı ileri derecede tüketim odaklı sistem tıkanıyor. Çöküş gözüktü..

Bozkırın renginden, sonbaharın tadından çıkıyor yol.. Öyle bir kış var ki; etrafımızda savruluyor kar taneleri.. Alabildiğine beyaz bir örtü, kaplamış tüm yolu ve yurdu..

Mecburi yol arkadaşımı arıyorum..

Yürüyen bir kardan adam çarpıyor gözüme, seçmekte zorlansam da hayal meyal bir kardan adamın yürüdüğünü görebiliyorum. Beyazın içinde bir beyaz siluet…

Çöküş gözükünce; bu topraklarda geçerli olan ve şimdiye kadar ileri derecede tecrübe ederek kullandıkları din olgusuna, bir de milliyetçilik olgusunu kullanmayı ilave ediyorlar..

Yüzlerce defa kendilerine söylendi; Suriye bir bataklıktı.. Yurtta barış, dünyada barış bizim şiarımızdı. Orta Asya’dan bu yana bayrağımızı asla yere düşürmeyen Kahraman Ordumuza sarıldık şimdi hepimiz..

Her Türk asker doğardı..

Ordumuz bir yana dünyamız bir yanaydı..

Çünkü bize dünyamızı her daim ordumuz vermişti..

Türk kurtuluş savaşını vermiş bir ordunun dünyada örneği yoktu..

Zaten bizim en önemli özelliklerimizden biri örneği olmayan ordular kurmakla birlikte, aynı zamanda da örneği olmayan devletler kurmaktı…

Tabi ki yaşasın ordumuz ki, sonsuza kadar yaşayacaktır ve aldığı her görevi de alnının akı ile tamamlayacaktır.

Şimdi devran döndü dolaştı…

Artık oyun kurucu olmak için ekonomik olarak kalkınmış olmak gerekiyor.

Bunun 80 yıldır mücadelesini vermeye çalışan Türkiye’yi bu raydan çıkartıp, savrulan bir zemin üzerine almanın hiçbir mantığı yoktu.

İnşaat sektörünün lokomotifliğinde belli bir yere kadar gelen ekonomi tıkandı.

Çünkü tamamen bir tüketim ekonomisi felsefesi üzerine oturtulmuştu.

Özelleştirmeden sonra otoyollar, köprüler, şehir hastanelerinde uygulanan yap-işlet-devret modellerinde gelinen nokta bir kabusa dönüştü.

Türk tarımı özellikle bitirildi sanki..

Türkiye toprağının zenginliği kaybettirildi..

Dışa bağımlı tohum, tarım ilacı, gübre ve içerideki yanlış sulama ve sair ile adeta toprak öldürüldü. Öyle ki; bir ara patates, soğan peşinde bile koştuk.

Sonra ne mi oldu?

Hiiç…

Mecburi yol arkadaşım, her şartta saltanatını sürdürüyor.

Yolun sonu gibi birbirimizi duyma mesafesine geldiğimizde;

Yol boyunca çok değiştin” diyorum.

Ben hiç değişmedim, benim yaradılışım bu, ben her ortama uyum sağlayabilirim” diye söylüyor.

Bukalemun” diye sesleniyorum ona..; “Bukalemun”…

Sahi bukalemun ne renkti?...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.