1980 öncesi.

Türkiye dışa kapalı bir ülke…

Emperyalizmin ülkemizde ördüğü örümcek ağını tamamlamaya yaklaştığı dönemler.

Dönemin gerçeği; işçinin, emekçinin, emeklinin can simidi, mahalle bakkallarının veresiye defterleri..

Babam; dokuma işçisi…

5 çocuk, 1 eş, evde kendiyle beraber toplamda yedi nüfus…

Bütün hayatı eve yiyecek taşımakla geçti. Ne getirse mutfağa gidene kadar azalıyor, kalanı da sofraya düştüğünde buharlaşıyor.

5 çocuk, neredeyse bir karınca kolonisi gibi önlerine geleni götürüyorlar… Lokmalar helal hem de Allah’ına kadar…

Alış veriş, bakkala veresiye defterine yazdırılıyor...

Babam da haftalığını alıyor ve aldığı parayı veresiye defterine gömüyor…

“Borç yiyen kesesinden yermiş” dedikleri doğru, para cebe girmeden gidiyor.

.

Kendi hayatında babamın şahsı ile ilgili hiçbir tasarrufu yok, bir talebi de yok…

Hayatı bile şahsının hayatı değil yani…

Bir hayali var; çocuklarının büyüdüğünü görmek.

O hayalinin sonunun ne olduğu da meçhul.

Zaten meçhule gitti gün yüzü görmeden babam…

Cennet varsa benim babam cennettedir.

Yoksa O, benim gönlümde.

Benim gönlüm de, O’nun cennetidir zaten…

1980 sonrası dışa açılan bir Türkiye…

Kredi kartları, tüketici kredileri, ihtiyaç kredileri, kredili mevduat hesapları…

Ve bunların arkasındaki gerçek “EMPERYALİZM”

Biz, kredi kartlarını cebimize koyduk ve “Bakkal Amca” ile küstük. Ona yapmış olduğumuz haksızlık karşısında “Bakkal Amca” da bizimle küstü tabi ki… “Demek ki dostluğumuz Pazara kadarmış” dedi ve dükkânını kapattı gitti…

Oysa “Bizim dostluğumuz pazara kadar değil mezara kadar” falan diye kurlar yapıyorduk birbirimize..

Emperyalistlerin nifak tohumları işte…

Tohumlar büyüdü, bizi birbirimizden etti ve hatta daha da ileri gitti bizi bizden etti…

Anlayacağımız; bakkal amca ile aramızı bozan da bakkal amcanın dükkanını kapatan da emperyalizmdi…

Emperyalizmin kurgusu; üretimi bitireceksin, tüketimi körükleyeceksin, ülkelere diz çöktüreceksin.

Lider kürsüden “Bize kimse diz çöktüremez” diye seslenir ve ahali dizlerinin üzerinde lideri alkışlar..

Olay tam da budur…

Kabaca kırk yıldır, hazır yiyoruz arkadaşlar!

Bu işin lamı cimi yok…

Ne dedim; “Borç yiyen kesesinden yermiş”

Hadi bakalım; av mevsimi kapandı, kaldık biz bize…

Bundan sonraki süreçte büyük ihtimalle “Yahudi züğürtleyince eski defterleri karıştırırmış” sözünü ispatlamak için bir mücadeleye gireceğiz..

Türkiye bu süreci bir kez daha yaşamıştı.

Tarih tekerrürden ibaretmiş…

Demek ki; yaşananlardan ders alınmıyor, alınmayacak.

O zaman inadına yaşamaya devam…

İnadına yaşamak; rüzgâra karşı işemek gibidir halbuki…

Ve tabi ki inadına rüzgâra karşı işersen, üstüne bulaşanın pisliğine de kokusuna da katlanacaksın…

Borç yiğidin kamçısıymış, vur şimdi kendine, sağlam vur, ses gelsin… Efendilerinin çitlerle çevirdiği yol da kulaklıkla ve kapalı gözlük durmadan dörtnala deli gibi koş…

İnsana yakışmıyor ama sonuçta “insan düşünen bir hayvandır” diye bir tez de yok değil hani…

Antitezini üretemediğin her tez mutlak doğrudur.

Tıpkı “Borç yiyen, kesesinden yermiş” sözü gibi...

...

'Allah için verdiğin oyların, sana satılamayan patatesler olarak döndüğü'ne seviniyorsun şimdi… 

Oysa ben de buna çok üzülüyorum, Allah için…

...

Ne diyordu ustaların ustası Nazım Hikmet;

“Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek
Ve hala şarabımızı vermek için
Üzüm gibi eziliyorsak,
Kabahat senin demeye de dilim varmıyor ama
Kabahatin çoğu senin canım kardeşim”...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.