Aradan bir hafta geçmişti. Selin’in babası büyükelçi olduğu için çok büyük bir evde oturuyorlardı. Evde çok sayıda hizmetçi bulunması sebebiyle Tamer’in sevdiği kıza ulaşması da zordu. Cevat Bey, Tamer’in vazgeçmeyeceğini bildiğinden, hizmetçilere, bir delikanlının kızını araması durumunda nerede olursa olsun kendisine bağlamaları mesajını vermişti. Ve kızı dışarıya her çıktığında da takip ettiriyor ve onun delikanlıyla konuşmaması için elinden geleni yapıyordu. Selin bir keresinde dışarıdan Tamer’i aramış, babası bunu haber almış ve fena halde azarlamıştı. Tamer aradığında da, delikanlının karşısına Cevat Bey çıkıyordu. Selin nadiren sevgilisini Romen arkadaşı Anna’nın evinden arayabiliyordu. Cevat Bey, Bükreş’e geldiklerinin haftasında, Tamer’le Selin’in kalan son buluşma noktası olan Küçük kumladaki yazlıklarını da sattırmıştı.

Üç yıl sonra Cevat Bey, Sofya’ya büyükelçi olarak atanmıştı.

Genç kızla delikanlının birbirine olan hasreti bir çığ gibi büyüyordu. İki yıldır Selin’den hiç telefon almamıştı. Bu, delikanlıyı kahrediyordu. Akşamları güneş batarken, beraber yaptıkları gibi kumsala gidiyor. Yüreği eziliyor, geçen gemilerin onu kendisine getirmesini diliyordu tüm kalbiyle.

Uğursuz bir temmuz akşamıydı. Dakikalar önce yağan dolu yerini fırsat düşkünü yağmura bırakmıştı. Tamer’in ev telefonu acı acı çaldı. Arayan Maria’ydı. Telefondaki ses ağlıyordu. Genç kız aksanlı İngilizcesiyle Tamer’e; Selin’in arkadaşı olduğunu, onun iki yıldır böbrek yetmezliğiyle boğuştuğunu ama artık son evreye gelindiğini yapacak fazla bir şey kalmadığını söylerken bir anda hıçkırıklara boğuldu. Tamer’in o an boğazına bir şey düğümlendi. Nefes alamadı. Çenesi zangır zangır titremeye başladı. Karşıdaki ses, kendisini toparlamaya çalışarak, delikanlıya; Selin’in onu canından çok sevdiğini şu son zamanlarında bile tıbbi müşahade altındayken onun ismini sayıklayıp durduğunu söyledi. Tamer’e bir an önce Sofya’ya gelmesini, onu kendisinin karşılayacağını söyledi…

Delikanlı birkaç dakikadır endişeli gözlerle takip eden annesinin bakışları arasında bir hışımla kendini evden dışarı attı. Annesinin yakarışlarını duymadı bile. Yüreği yangın yeriydi. Ne yapacağını, ne edeceğini bilemiyordu. Sitenin orta bölümünde şemsiyenin altında oturan arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında hızla siteden çıktı. Arkadaşları da onun ardından koştular. Yağmur şiddetini arttırıyordu. Caddede çok az kişi vardı. Onlar da, bir an önce kendilerini kapalı bir yere atmanın çabası içindeydiler. Delikanlı, Selin’le çoğunlukla buluştukları kumsala attı kendini. Bir kısmı ıslak kuma saplanmış bakımsız bir sandalın yanına dizleri üzerine çöktü kaldı. Sonra oturdu. Dizlerini karnına çekti. Ellerini dizlerinin üzerine sıkı sıkı bağladı. Acımasızca inen yağmur damlaları, yine zangır zangır titremeye başlayan delikanlının saçlarına, oradan da göz pınarlarından boşalan keder dolu gözyaşlarına karışıyordu. Dipsiz kuyulardaydı. Arkadaşları gelmişti. Arkadaşları onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı ancak onların bu çabası suya yazı yazmaya çalışmaktan farklı olmuyordu. Delikanlı birden kafasını yumruklamaya başladı. Ardından tutam tutam saçlarını yoldu. Arkadaşlarının ne olduğunu anlamaya çalışan soruları hep havada kalıyordu. Göğün dibi delinmişti sanki. Yağdıkça yağıyordu. Denize, kumsala velhasıl her yere kurşun gibi inen yağmur damlaları daha çok delikanlının yüreğine iniyordu. Bir ümit arayan delikanlının o an aklına sevgilisine kopardığı sakız çiçekleri geldi. Sakız çiçeklerinin bulunduğu villa, hemen arkalarındaydı. Boynunu hafifçe çevirerek arkasına baktı. Az önce başlayan şiddetli bir rüzgar, yağmurla birlikte ağaçtaki sakız çiçeklerinin çoğunu alaşağı etmişti. Çiçekler yerde yağmurla savruluyorlardı.. Delikanlının içi acıdı. Çok acıdı.. Yüreğinin kanırta kanırta söküldüğünü hissediyordu.

Uçak havaalanına inmişti. Maria onu bir taksiyle hastaneye götürdü. Merdivenleri koşarak çıktılar. Odaya girdiler. Genç kız, karşısında sevgilisini görünce, dudakları dermansız bir şekilde yukarıya kıvrıldı. Duvar kenarında genç kızın annesi başını kocasının omuzuna koymuş, gizli gizli ağlıyordu. Cevat Bey’in ve kızın kardeşinin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Adam, delikanlıyı görünce kızmadı. Genç kız kalan son gücüyle doğrulmaya çalıştı. Tamer eğildi, onu hasretle sardı. Boynunun kokusunu ciğerlerine çekti. Güçlü olmaya çalışıyordu ama rüzgarda savrulan bir yaprak kadar çaresizdi. Genç kız çok az bir sesle, “sevgilim geldin ha..” diye söyledi. Tamer genç kızın saçlarını okşarken hafifçe başını salladı. Genç kız devam etti, “seni çok özledim, biliyor musun..” Delikanlının gözyaşları genç kızın gözyaşlarına karışırken: “ben de” diyebildi. Genç kız, artık bir çocuk elini andıran dermansız eliyle delikanlının yüzünü severken, “sevgilim, hani sahilde senin omuzunda uyuyup bir rüya görmüştüm ya, dün gece o rüyayı yine gördüm. O ip merdivenden yukarı tırmanıyor…” Genç kız sözünü bitirememişti.

Herkesin büyülenmiş bakışları arasında genç kız anlatılmaz bir tebessümle yattığı yerden doğruldu. Rüyasında gördüğü yıldızın gönderdiği şeker pembesi ipe adımını attı. Yavaşça tırmanmaya başladı. Gündüz gece oldu. Merdivenin en son basamağını da tırmanınca gökyüzündeki en parlak yıldız oldu. Yanında küçük bir yıldız vardı. O yıldız, İzzet Kaptanın küçük kızıydı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.