Değerli Okurlarım, aşağıdaki öykümü; 2 Temmuz 1993’de Pir Sultan Abdal’ı Anma Etkinlikleri kapsamında Sivas’ta, Madımak Otel’inde yakılan 33 sanatçıya ve iki otel çalışanına atfediyorum…

Günümüz,

Küçük kızı uyku tutmamıştı. Bir o yana dönüyor, bir bu yana dönüyor ama bir türlü uyuyamıyordu. Doğruldu. Saate baktı. Saat 03.15’i gösteriyordu. Su içmek için mutfağa geçti. Buzdolabının kapısını açtığında; gözü, gökyüzünde birbiri ardına Galata Kulesi’ne doğru uçan çok sayıda neşeli martıya takıldı. Buzdolabını kapattı. Pencereyi açtı. Martılar beyaz rengin hakkını fazlasıyla veriyorlardı. Saydı. Tam otuz beş taneydiler. Küçük kızın şaşkın, bir o kadar da hayran bakışları arasında en öndeki martı, Galata Kulesi’ne çok az kala göz kamaştırıcı bir meleğe dönüşerek açık pencereden içeriye süzüldü. Onun ardından diğer martılar da tam aynı yerde sırasıyla meleğe dönüştüler ve içeriye süzüldüler. O ana kadar karanlık olan Galata Kulesi’nin her yeri bin bir renkli ışıkla bezendi. Küçük kız önce hayal gördüğünü sandı. Ancak kısa bir süre sonra hayal görmediğine emin oldu. Gördükleri gerçekti. Hızla anne ve babasının odasına koştu. Her zaman kapılarını çalar ve öyle içeri girerdi ama bu kez öyle yapmadı. Nefes nefeseydi. Doğruca annesinin yanına geldi. Derin bir uykuda olan kadını uyandırdı. Orta yaşlı kadın uyku mahmurluğuyla toparlayamadı önce. Bir süre sonra kızına, neden uyumadığını sordu. Sese babası da uyandı. O da aynı şeyi sordu. Kız heyecanla az önce gördüklerini anlattı. Annesi, çocuğun uzun sarı saçlarını şefkatle okşadı. Ona, rüya gördüğünü söyledi. Kız, hızla başını iki yana salladı. Gördüklerinin rüya olmadığını anlatabilmek için dakikalarca dil döktü ama tatlı uykularından uyanan anne ve babasını ikna etmek mümkün olmadı.

Ancak kız kararlıydı. İkisini de yataktan kaldırdı. Annesini ve babasını adeta sürükleyerek mutfağa götürdü. Açık olan pencereden evlerinin güneyinde bulunan Galata Kulesi’ni gösterdi. Bu saatlerde Galata Kulesi kapalı olduğundan kafe bölümü karanlık olurdu. Oysa şimdi ışıl ışıldı. Evleri çok yakın olduğu için içeriyi görebiliyorlardı. Her ikisinin de gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Gözlerine inanamıyorlardı. Beyazlar içinde insanlar vardı. Ne olup bittiğini öğrenmek için çok büyük bir istek duydular. Alelacele üstlerini giydiler. Apartmanlarından dışarı çıktılar. Galata Kulesi’ne yöneldiler. Arada uzaklardan gelen sarhoş bağırışları ve tek tük araba sesinden başka hiçbir ses yoktu..

Kapının kapalı olmasını bekliyorlardı ama hepsini şaşkına çevirecek şekilde kapı açıktı. Açık olan kapıdan yavaşça içeri girdiler. Spiral şeklindeki merdivenlerden önlü arkalı yavaşça yukarıya çıkmaya başladılar. Her adımda daha belirginleşen sesler duyuyorlardı. Yaptıklarının tehlikeli olduğunu biliyorlardı. Biliyorlardı bilmesine ama her gece bu saatlerde karanlığa gömülmüş olan Galata Kulesi’nin bu geceki sırrını öğrenmeyi de çok istiyorlardı. Hiç bitmeyecek gibi gelen merdiven basamakları birden bitiverdi. Kafe bölümünün dış kapısını soluk soluğa açtılar. Buğulanmış camdan içeriye baktılar. İçeride, bir süre önce küçük kızın gördüğü beyazlar içinde melekler vardı:

MUHLİS AKARSU,

MUHİBE AKARSU,

GÜLENDAR AKÇA,

METİN ALTIOK,

MEHMET ATAY,

SEHERGÜL ATEŞ,

BEHÇET SEFA AYSAN,

ERDAL AYRANCI,

ASIM BEZİRCİ,

BELKIS ÇAKIR,

SERPİL CANİK,

MUAMMER ÇİÇEK,

NESİMİ ÇİMEN,

CARİNA CUANNA THUİJS,

SERKAN DOĞAN,

HASRET GÜLTEKİN,

MURAT GÜNDÜZ,

GÜLSÜM KARABABA,

UĞUR KAYNAR,

ASAF KOÇAK,

KORAY KAYA,

MENEKŞE KAYA,

HANDAN METİN,

SAİT METİN,

HURİYE ÖZKAN,

YEŞİM ÖZKAN,

AHMET ÖZYÜRT.

NURCAN ŞAHİN,

ÖZLEM ŞAHİN,

ASUMAN SİVRİ,

YASEMİN SİVRİ,

EDİBE SULARİ,

İNCİ TÜRK,

AHMET ÖZTÜRK,

KENAN YILMAZ…

İstanbul derin bir uyku içindeyken, yakılan 33 sanatçı ve iki otel çalışanı bir aradaydılar. Ustalar sazlarını konuştururlarken, beyaz yürekli, pırıl pırıl, ışıl ışıl güzel insanlar, sazlardan dökülen nağmeler eşliğinde türküler söylüyorlardı. Her birinin yüzünde tarifsiz tebessümler vardı. Kendilerini yakana, yanışlarını izleyen insanlara zerre kadar kızgınlık duymuyorlardı. İsteseler de duyamazlardı; zira Onlar sanatçıydılar. Bütün insanları seviyorlardı. Sanatçı kin duymazdı, severdi, sadece severdi. Türküler söyler, şiirler okur, romanlar yazardı..

En güzel din olan Müslümanlığın cana verdiği değer çok yüksektir. Kim bir başkasının canına kıyma hakkını kendinde görebilir.. Mevlana’nın da vurguladığı gibi önemli olan; farklı görüşlerde de olsa, bütün insanları sevmek, sarıp sarmalamak, kardeşçe, dostça yaşamaktır.. Yaşasalardı, birbirinden güzel sanat eserlerine imza atacak olan bu insanlar ne acıdır ki artık aramızda değiller.. Sivaslı candır. Bu kahreden olayın acısını en çok Onlar yüreklerinde hissediyorlar..

Küçük kızın, anne ve babasının gördükleri su gibi berraktı. Onlar şu anda gökyüzünde bir yerlerde sanatlarını icra ediyorlar..

Geç saatlerde Galata Kulesi’ne bakarsanız, önce martıları, peşi sıra meleğe dönüşen ve sabaha kadar birbirinden güzel, dostluğu vurgulayan türküleri söyleyen ve artık kalplerde yaşayan bu talihsiz sanatçıları görebilir ve duyabilirsiniz…

Saygı ve sevgilerimle…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.