Dr. MEHMET ÖZDEMİR yazdı: "Eğitimde Liyakat Sorunu.."

Liyakat her alanda olduğu gibi eğitimde de önemli bir sorun. Mevlana, “iş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır” der. Kıyamet ne zaman, nasıl kopar bilmiyoruz, ama liyakati önemsemeyen bir toplumun geleceğinden kaygı duymamak elde değil. Elbette mesleğini en iyi şekilde yapmaya çalışan, yapan her insan saygındır. İster öğretmen olsun, ister imam, ister marangoz, ister apartman görevlisi…

Etik değerler öğretilebilir, öğrenilebilir. Kişi, erken çocukluk döneminde aile ortamında değerlerle tanışıyor ve öğrenmeye başlıyor. Sonra da, değerlerin bilgisini merkeze alan bir eğitim anlayışı insanın insanlaşma sürecine katkıda bulunuyor. Eğitim sisteminin çocuklara yeteri kadar “değerlerin bilgisini” vermekten uzaklaştığını biliyoruz. Okulların önemli hedeflerinden biri donanımlı ve akademik olarak başarılı bireyler yetiştirmek olmalı. Sadece akademik başarı yeter mi? Yetmez, eğitim almış her insan temel insani değerleri de benimsemiş olmalı. İş ahlakındaki bozulmalar, gitgide artan şiddet eğilimi, toplumsal sorumluluk bilincindeki zayıflık, doğal çevreye olan duyarsızlık gibi birçok neden son zamanlarda değerler eğitimini gündeme getirdi.

Değer üretmek çok önemli bir iş. Arzu edilen, ihtiyaç duyulan şeylere değerler diyelim. Değer dediğimiz şeylerin doğasında ayrımcı dile, kine, öfkeye yer olamaz. Önyargılara dayanan davranış kalıplarıyla değerler korunamaz, tam tersi harcanır. Peki nedir bu değerler? İnsana ve yaşama saygı, adalet, insan ve vatan sevgisi, sorumluluk, hoş görü, duyarlılık, işbirliği ve yardımlaşma… gibi ihtiyaç duyduğumuz insan eylemleri.

Çocuklar değerlerin bilgisini öğrendiği sürece bu değerleri korur ve hayata geçirir. İşte o zaman daha mutlu bir toplum oluruz. Bu bakımdan değerler eğitiminde okulun yeri önemlidir. Basından öğrendiğimiz kadarıyla imamlar ve müezzinler bazı okullarda “manevi danışmanlık” adı altında “değerler eğitimi” vermeye başlamışlar. Ön yargılara dayanarak bir meslek grubuna ya da insanlara değer biçmek doğru değil. İşini hakkıyla yapan her meslek erbabı saygın bir kişiliktir. Fakat burada hassas bir noktanın altını çizmekte fayda var. İnsan hayatında bazı eksikler, hatalar telafi edilebilir. Eğitimde yapılan hataların telafisi ise daha zordur, bazen de imkânsız olabilir.

Öğretmenlik mesleğinde pedagoji eğitimi, alan bilgisi kadar önemlidir. Bir öğretmen adayının öğretmen olabilmesi için pedagojik formasyon derslerinden de başarılı olması gerekir. Öğretmenler bu dersleri alarak çocukların sosyal, psikolojik, kişisel gelişimleri hakkında bilimsel bilgiye sahip olurlar ve onların dünyasını anlarlar. Mesleki deneyimle birlikte de gerçek bir öğretmen ve eğitimci olurlar. Hayatında hiç sınıfa girmemiş kişilerin böyle bir eğitimi vermeleri pedagojik açıdan sakıncalı olabilir.

Öğrencilere bu tür danışmanlığı eğitim fakültelerinde dört yıl eğitim görmüş, “kişilik psikolojisi”, “gelişim psikolojisi”, “öğrenme psikolojisi” ve “öğretim ilke ve yöntemleri” gibi dersleri almış, bu derslerden başarılı olmuş rehber ya da uzman branş öğretmenler yapabilir. Doğrusu da budur.

Edindiğimiz bilgilere göre, bazı okullarda 1000 öğrenciye 1 rehber öğretmen düşüyor. 1 ya da 2 rehber öğretmenin bu kadar öğrenciye psikolojik danışmanlık hizmeti vermesi oldukça zor. 25 bin okulun rehber öğretmeni yokken, 30 bin civarında rehber öğretmen atama bekliyor. Demek ki bu devlet binlerce rehber öğretmen yetiştirmiş, bu toplum da bunun maliyetine katlanmış. Yeterlik kazanmış genç insanlar okullara dönmeyi hayal ederken, böyle bir ihtiyacı konuyla alakası olmayan başka alanlardan karşılamaya çalışıyoruz.

Üniversitelerdeki iç açıcı olmayan bir duruma da değinmeden geçmeyelim. Türkiye’deki 206 üniversitedeki 68’inde görev yapan rektörlerin uluslararası yayını bulunmuyor. Uluslararası yayını olan 138 isimden 71’inin uluslararası atıf yapılan makalesi yok. Rektör olabilmek için akademik nitelik önemli değil herhalde. Bu bir sonuç, şimdi sebeplerden birinin altını çizelim. 1973’de profesör olmak için iki yabancı dil bilmeniz gerekirken, 1981’de bir yabancı dil yeterli görülüyor. 1983’de 100 puan üzerinden 70 yabancı dil puanı almadan profesör olmak mümkün değil. 2000 yılında dil barajı 65 puana, 2018 de 55’e düşüyor. Demek ki, artık her şey daha kolay..

.....

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

.....

Anahtar Kelimeler:
Dr. Mehmet Özdemir
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.