Adam okumuyor! Alışkanlık edinmediği için, hep kendi konuşmaya alıştığı için, başkasının sözünü dinlemeye tahammül edemediğinden okumuyor!
Kimi okumaya zerre kadar ilgi duymuyor; yazı onun için sadece harflerden ibaret!
Kimi zahmete değer görmüyor; zihnini yormaya, gözünü metne vermeye üşeniyor!
Kimi statükoyu hayat edinmiş, değişimi satılmışlık/ ihanet olarak gördüğü için değişirim korkusuyla okumuyor!
Zira tek değişmeyen ölülerdir; Kendini ölü yerine koyduğunun farkında bile değil! Kimi “Ben zaten her şeyi biliyorum” özgüven zehirlenmesinde debeleniyor!
Kimi torpilci din çerçevesinde kafasında oluşturduğu konforun etkilenmesinden endişe ettiği için okumuyor!
Kimi bir gruba, yapıya, kişiye bağlanmış; tek yeterliliğin orada olduğuna şartlandığı için, kafa konforu bozulmasın, ezberleri çatlamasın diye okumuyor!
Kimi “yazıdan anlayamam” diyor, ama anlamamak için hiç denemiyor!
Kimi okumayı ‘ilim’ değil, ‘angarya’ sanıyor! Kimi sosyal medyada üç saniyede sıkıldığı şeyden, bir saatlik hakikati bekliyor- okumaya sabrı yok!
Kimi “okursam sorumluluk hissederim” diye korkuyor; öğrendiklerini yaşamak zorunda kalma kaygısı var!
Kimi de “anlamam, boşuna mı okuyacağım?” diyerek kendi acziyetini bahane ediyor!
Kimi “bunu anlayacak bilgi seviyesinde değilim” bahanesine sığınıyor- hâlbuki öğrenmenin ilk adımı okumak!
Kimi “nasılsa biri çıkar anlatır” rehavetine kapılmış, kendi arayış yükünü başkasına devretmiş! Kimi sandığı gibi kalmak istiyor; değişmek, gelişmek, dönmek zor gelir diye…
Kim bozulsun ister ki?
Hayata, insana, hakikate hiçbir katkısı olmadan, ölüp gitmek varken; sırf cenazesinde "Nasıl bilirdiniz?" sözüne karşın “iyi bilirdik” diyen iki kişi sayesinde cenneti garantileyeceğine inanıyorsa… Neden okusun ki? Neden emeğe, araştırmaya, kendini sorgulamaya kalkışsın?
Kimi, yazara dair geliştirdiği ön yargıların etkisinde kalıyor! Daha önce zihninde yazarı nasıl bir yere koymuşsa, onu orada tutmak için okumaya yanaşmıyor!
Kimi sadece yazarın kimliğine takılıyor: ya yaşına, ya cinsiyetine, ya sakalına/ sakalsızlığına, ya etiketine…
Kimi yazarı kendine yakıştıramıyor!
Kimi “ben değil o yazmalıydı” duygusuyla kıvranıyor! Kimisi yazarı kıskanıyor!
Kimisi de “Bu konular kim, bunu yazan kim?” sendromuyla boğuşuyor!
Kimi “Bunda hikmet yoktur” diyerek geçiyor- ama daha başlığını bile okumamış!
Kimi “Bu bizim mahallenin adamıydı, bak bak nerelere satılmış!” paranoyasında debeleniyor!
Kimi de sırf yazarı sevmediği için, yazılanı görmezden gelerek okumuyor!
Kimi yazarı bir grubun satılmış adamı, bir etiketin insanı olarak görüyor;
Kimi de okuyor ama yazıya/ yazara dair çekinceleri sebebiyle bunu gizliyor!
Ama yine de Oku!
Oysa... Okumak istemedikten sonra bahaneye ne hacet?! Oysa yazanı görmek istemiyorsan, bakma kardeşim!
Ama oku! Oku da eleştir! O emeğin altında, hazineler değerinde bir cümle gizlidir!
Orada, seni titretip kendine getirecek bir söz var!
Karşına kızdırıcı bir ifade çıkacak- ama bu seni düşünmeye itecek!
Seni araştırmaya, sorgulamaya iter!
Sana yeni bir ufuk kazandırır! “Biz yanlış mı öğrenmişiz?” dedirtir…
Sana hakikatin peşine düşme cesareti verir!
Oku Be Kardeşim! Bir kere de sen oku, sen düşün, sen çöz! Sonra kanaatini oluştur…
Ama insana, metne, emeğe bu kadar peşin hükümle yaklaşma!
İnsanın gelişebileceğini düşün. Geldiği yere bak ki, kaldığı yere mahkûm etme!
Kompleksten kurtul…
O geldiği yer neresidir? Ne acılar, ne sorgular, ne uyanışlar yaşanmıştır orada?
Oku kardeşim! Bir metni değil sadece…
Bir insanı…
Bir arayışı…
Bir ıstırabı…
Bir secdeyi…
Bir çığlığı oku!
Bir haykırışı, bir susuşu, bir tövbeyi oku! Okursan anlarsın. Anlarsın, değişirsin.
Ve işte o zaman yaşarsın.
Hoşuna gitmezse sil gitsin. Ama silmeden önce oku! Çünkü belki de bu, seni özgürleştirecek ilk cümledir.
Yeter ki oku kardeşim.
Tüm dost ve okurlarıma selam olsun..