Libya Halk Edebiyatından kısa bir öyküyle başlayalım bu defa.
Eve giren adam; evde tek başına yaşayan eşini ağlar halde gördü ve ağlamasının sebebini sordu?
-Kadın: "Evimizin önündeki ağaca konan kuşlar beni türbansız görebiliyor ve bu durumda Allah'a karşı günah işlemiş olabilirim; onun için ağlıyorum" dedi.
Adam karısının Allah korkusu duyarlılığından çok etkilendi; karısını kucakladı, alnından öptü, kazma kürek hazırladı ve karısını rahatsız eden kuşların konduğu ağacı kökünden söktü.
Adam çalışıyordu; işe gidiş dönüş saatleri belliydi, günlerden bir gün çalıştığı yerde olan bir arızadan dolayı eve erken geldi, kapıyı açtı, karısına sürpriz yapmak için sessizce içeri girdi ve hayatının sürpriziyle karşılaştı.
Kuşların onu türbansız görmesinin iffetine halel getireceğini düşünen eşi, aşığının koynunda gününü gün ediyordu!
Adam gördüğü durum karşısında şaşkındı, eşi ve aşığına hissetirmeden ihtiyaç duyabileceği birkaç parça eşyayı aldı, evden çıktı ve önüne çıkan ilk yoldan dönmemek üzere yaşadığı şehri terk etti.
Uzun bir yolculuktan sonra kendisini; kalabalık bir halk topluluğu içinde buldu, kalabalıkta herkes şaşkındı ve anlaşılmaz bir uğultu vardı, adam birine yaklaşıp "kalabalığın nedenini" sordu?
Kalabalığın nedeni; kraliyet hazinesi çalınmış ve fail bulunamamıştı.
Kral; sarayının önüne halkı toplamış ve fail bulununcaya kadar herkesin sarayın önünde kalmasını emretmişti.
Kalabalıkta adamın ilgisini; ayak parmakları üzerinde yürüyen birisi çekti. Yanındakine bu ayak parmakları üzerinde yürüyen adamın kim olduğunu sordu?
Ona; bu adamın kraliyetin din adamı olduğunu, ayağını tam basarsa, istemeyerek karınca ezebileceği Allah korkusuyla ayak parmakları üzerinde yürüdüğünü söylediler.
-Adam: "Allah'ım hırsızı buldum beni krala götürün" diye çığlık attı; adamı krala götürdüler ve adam krala, "hazineyi çalan hırsızın, kraliyetin din adamı olduğu söyleyip o değilse benim başımı kesin" dedi.
-Kraliyetin din adamını getirdiler; kısa bir sorgudan sonra, karınca ezmemek için parmakları üzerinde yürüyen din adamı hazineyi çaldığını itiraf etti ama kralın kafasında bir soru kalmıştı, kral döndü ve hazineyi çalanın din adamı olduğunu söyleyen, daha önce hiç görmediği bu şahsa, "din adamının hazineyi çaldığını nereden bildin" dedi?
"Ey kral! sevap kazanmak iddiasıyla davranışlarında Allah korkusunu abartanlar, abartılarını başka suçlarını örtmek için yaparlar" dedi..
...
Hikaye burada bitti.
Aşağıdaki de benim yorumum!
Her ahlaksızlığa karşı bir kılıf üretilmesi!..
İslam ülkeleri dışında, sahtekârlığın bu kadar sistematik ve gelişmiş hali başka ülkelerde var mı diye düşünüyorum!..
Ahlaksızlıkta da aynı tablo söz konusu. Günlük hayatlarında kameralar önünde Allah korkusunu pazarlayıp, perde arkasında ise hakka ve halka ihaneti yaşayanlar var.
Ne demek istiyorum?
Mesela İran’daki Şii anlayışında, zenginler zekât ve sadakalarını doğrudan fakire veremezler. Bu paralar Şii imamlarında toplanır ve ancak onlar dağıtır. Dağıtırlarsa tabii... İmamlar tröst olmuş, servetleri katlanarak büyümüşken, halkın tüm zekâtlarının imamların elinde toplanması dinî bir hüküm olarak kabul edilir!
Peki, ne kadar dağıttıkları meçhul; Allah ile onların arasında!!
Ben ise o görünen zenginliğin kaynağını soruyorum:
Ey Şii imamı, kaç tane fabrikanız var? İthalat, ihracat mı yapıyorsunuz ki bu serveti edindiniz?
Bizim ülkemizde ve Sünni anlayışta da durum farklı değil.
Tarikatlar, dinî cemaatler ve vakıflar…
Hatırlarsak, FETÖ’nün 15 milyar dolarlık servetinden bahsediliyordu.
FETÖ, İslam’ın masumiyeti arkasına öyle ustaca gizlenmişti ki devletin en ücra hücrelerine kadar sızmış, solcusundan sağcısına herkes saygı gösteriyordu.
Allah’a şükür, gerçek yüzü ortaya çıktı ve geberip gitti.
Ama gidişiyle her şey bitti mi?
Hayır! Yerini onlardan daha cahil, Kur’an’ın maksat ve manası ile ilgilenmeyen, eğitimden, incelikten, nezaketten nasipsiz “metöler” aldı.
Bu boşluğa sızdılar.
Oy kaygısıyla onlara hoş görünmeye çalıştığımızdan dolayı, devletin şah damarlarına kadar girdiler!
Karunlukları ayrı tabii.
O saraylar nereden ağabey?
Beykoz’daki villalar nedir?
Külliyeler, Eskişehir’deki, Adıyaman’daki on binlerce dönümlük çiftlikler, ülke genelindeki okul, yurt, hastaneler, fabrikalar!
Külliyeler, yabancı ülkelere taşınan servetler!..
Siz dinî eğitimle uğraşmıyor muydunuz?
Allah Resûlü buyuruyor ki:
“Kişinin kıldığı namazı, tuttuğu orucu ölçü almayın; ona para ile olan ilişkilerine bakın.”
“Din eğitimi veriyoruz! Kur’an öğretiyoruz! Hafız yetiştiriyoruz! Ehli Sünnet kalesiyiz!” diyenlerde…
Kameralar önünde sarık, sakal, cübbe, çarşaf, boncuk çevirme…
Şekil olarak inandırıcı, güven telkin edici...
Ama perde arkasında torpil, rüşvet, ihale yolsuzluğu, adam kayırma, sınırsız liyakatsızlık, mübareksizlik, kurban ve zekât sömürüsü, hayır-hasenatla toplanan paraların çarçur edilmesi gibi binlerce entrika dönüyor!
Her ahlaksızlığa bir kılıf üretiliyor!
En acısı da, bunların hak yolda olduklarının sanılması ve masum vatandaşa öyle pompalanmasıdır!
Demek ki bu işler ülkede ehil eller kalmadığı için din sömürücüsü ahbar ve ruhbanlara kalmış!
Büyük sorunlardan birisi de,
Gruba beynini teslim edip sürüleşmiş, düşünme yetisini kaybetmiş, "vur" dedin mi öldürmeye hazır, mankurtlaşmış yüz binler!!!
Diyorlar ki:
- Sen onları çekemiyorsun!
Siz onları çekmeye devam edin kardeşim!
Hayrını burada görebilirsiniz!
Mazluma, yetime, açlara; Afrika ve Uzak Doğu’daki aç ve susuz kardeşlere gitmesi gereken paraları, din istismarıyla, cennet vaadiyle, şefaat yalanıyla toplayın ve tepe tepe kullanın!
Allah, bilgi edinmeden inanan, inandığını sorgulamayan, dini fizikî görünüm ve Arap geleneği zanneden; kaba, kibirli, sayısal çokluğu hakikat zannedip Allah’ın sınırlarını aşıp tahakküm, tehdit, şantaj etmeye kalkan sürülerden, tüm insanlığı korusun.
Tüm dost ve okurlara selam ve selametle.