“Doğu Sorunu”, Batılı devlet adamları, diplomatlar ve tarihçiler tarafından XIX. yy.da ortaya atılmıştır.

     XIX. yy.da Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilen topraklarda Batı egemenliği çekişmesinin aldığı biçim “Doğu Sorunu” olarak adlandırılır. “Doğu Sorunu”, elbette XIX. yy.da ortaya çıkmış değildi. Tarihin başından beri mevcut olan bu sorun 1000 yıl öncesinde Anadolu’nun Türkleşmesi ve İstanbul’un fethi ile yeni bir anlam kazanmıştı. İstanbul’un Türkler tarafından fethi ile Batı, Doğu ile ilişkilerinde açmazlarla karşılaşmıştı.

     Batı’nın Osmanlı’yla karşılaşmadan Doğu ile ilişkili yeni yollar bulma çabası, Amerika’nın keşfiyle sonuçlanan yeni olanaklar yaratmıştı. XIX. yy.da geleneksel Doğu toplumlarını, Batı egemenliğine alma çabası geleneksel Doğu yollarını yeniden gündeme getirdi. Batı içi çekişmeler ve Osmanlı’nın Batı içi çelişkiler içinde ittifak çabası, Doğu/Osmanlı Sorununu bütün Batı diplomasisinin temel sorunu hâline getirmişti. Çünkü Türkler, Doğu-Batı çatışmasında Doğu koruyuculuğu rolü üstlenmeleriyle Orta Çağdan itibaren Batı saldırıları önünde bir kalkan oluşturmuşlardı. Bu dönemden itibaren Batı için “Doğu Sorunu”, "Türk Sorunu”na dönüşü.. İstanbul’un fethi sonrasında da Doğu-Batı ilişkileri yeni bir yön ve boyut kazanacaktır.

     13 Kasım 1918'de Osmanlı Devleti'nin başkenti İstanbul’un işgal edilmesi ve ardından İstanbul’da kurulan ve aşağı yukarı dört yıl boyunca sürdürülen Batılı işgal yönetiminin varlığı, Batılı ülkelerin “Doğu Sorunu” sürecini bir anlamda sonuçlandırma çabasıydı. Batı ülkeleri için bir önce çözülmesi gereken “Doğu Sorunu” aslında “Osmanlı Sorunu” idi ve bu büyük devletin ortadan kaldırılması hâlinde “sorun” çözülecekti.

     30 Ekim 1918 tarihinde, Limni Adası'nın Mondros Limanı'nda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Orbay'ın Başkanlığı'nı yaptığı Osmanlı Heyeti ile İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile silahlı çatışma sona ermişti. 1. Dünya Savaşı'nı bitiren bu Antlaşma çok ağır şartlar taşıyordu. Mondros Mütarekesi aslında Osmanlı Devleti'nin yıkılışını öngörmekte; İtilaf Devletleri'ne Osmanlı İmparatorluğu’nun herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni ile işgal hakkını tanımakta idi.

     Mondros Mütarekesi’nden sonra Osmanlı Hükûmeti’nin toprakları bir bir işgal edilmişti. İlk işgaller güneyden başladı. 9 Kasım 1918’de Musul ve İskenderun, daha sonra Ayıntap, Maraş ve Urfa İngilizler tarafından işgal edildi. 1916 yılında imzalanan Sykes-Picot Anlaşması ile Maraş, Antep, Urfa ve Musul Fransızlara bırakılıyordu.. İngiltere, Musul'daki petrol kaynakları için Fransa ile 15 Eylül 1919’da Suriye İtilafnamesi’ni imzaladı. Buna göre: Musul İngilizlere, Maraş, Antep ve Urfa civari Fransızlara bırakıldı.
  
     İngilizler, önce Suriye'yi, daha sonra da Antep, Urfa ve Maraş'ı boşalttılar. İngiliz birlikleri 5 Kasım 1919’dan itibaren bu şehirlerden çekilmiş yerini Fransız birliklerine bırakmıştı. Sonrasında Fransız birlikleri 29 Ekim 1919'da Kilis'i, 5 Kasım 1919'da da Antep'i, ardından Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler.

     İtilaf Devletleri Yüksek Konseyi'nin 7 Mayıs'ta aldığı karar uyarınca 15 Mayıs'ta İzmir Yunanlılar tarafındn işgal edildi.   Bu olay tüm Türkiye'de güçlü bir ulusal tepkiye yol açtı. İzmir işgal edilmesi ise bardağı taşıran son damla olmuştu. Türk Kurtuluş Savaşı, 19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkışı ile başlamıştı.  4 Eylül'de toplanan Sivas Kongresi'nden sonra, İstanbul’daki İngiliz İşgal Komiserliğinin ağır baskısı altındaki Osmanlı Hükûmeti yetkilileri, ülke üzerindeki idari ve askerî denetimini kaybetti. Sivas ve daha sonra Ankara'da, Mustafa Kemal Paşa yönetiminde bir ulusal direniş hükümeti kuruldu. Anadolu Hükûmeti, olumsuz şartlarda bir barış antlaşmasını kabul etmeyeceğini bildirdi ve direniş hazırlıklarına girişti.

     18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı’nda Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını kararlaştıran İtilaf Devletleri, bu konferansta Osmanlı Devleti’ni her açıdan parçalamak için uygulamaya konulması gereken antlaşma maddelerini kendi aralarında ilke olarak kabul etmişlerdi. 18 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda  Osmanlı İmparatorluğu'na uygulanacak barış antlaşmasının şartlarını hazırladılar. 22 Nisan'da Osmanlı Hükûmeti’ni Paris'te toplanacak Barış Konferansı’na davet ettiler. Padişah, eski Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa'nın başkanlığında bir heyeti Paris'e gönderdi. Konferansın toplandığı günlerde, Ankara’da Birinci Büyük Millet Meclisi açıldığı hâlde İstanbul’un Anadolu’da doğacak bir harekete engel olacağına inanan İtilaf Devletleri, Barış Konferansına Ankara’yı çağırmamışlardı. Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi, 30 Nisan günü taraf devletlerinin dışişleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazıyla İstanbul'dan ayrı bir Hükûmetin kurulduğunu bildirmişti.

     İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu Hükûmeti arasında 10 Ağustos 1920'de Fransa'nın başkenti Paris'in 3 km batı Sevr (Sevres) banliyösünde imzalanan Sevr Antlaşması, Osmanlıyı tarih sahnesinden silmek isteyen devletlerin oyunuydu.

     Antlaşma, 10 Ağustos 1920'de İtilaf Devletleri Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Ermenistan, Belçika, Yunanistan, Hicaz Krallığı, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı, Çekoslavakya  ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanmıştı. Birçok devlet tarafından imzalanan bu Antlaşma, hiçbir zaman Türk milleti tarafından kabul görmemiş ve uygulamaya konulmamıştı.  Antlaşma imzalandığı dönemde Türk Kurtuluş Savaşı devam ediyordu. Türk Kurtuluş Savaşı'nın, Türklerin galibiyetiyle sonuçlanması ve 23 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması'nın imzalanıp uygulamaya konması ile Sevr Antlaşması geçerliliğini kaybetmişti.

     10 Ağustos 1920 de imzalanan Sevr Antlaşması, 12 bölüm ve 433 maddeden oluşmuştur. Antlaşma ile Osmanlı Devleti, Tunus, Libya, Mısır, Süveyş, Sudan ve Akdeniz adaları üzerindeki haklarını terk etmiş, Hicaz’da bağımsız bir devletin Irak, Suriye, Filistin’de İngiltere manda yönetimini kurulmasını Kıbrıs’ın resmen İngiltere’ye katılmasını kabul etmiştir.

     Osmanlı Devleti’nin güney sınırının Ceyhun ırmağının kaynağından başlayarak Osmaniye, Gaziantep, Urfa, Siverek’ten geçmesi; doğuda, bırakılan toprakları ve sınırlarını ABD başkanı Wilson’un belirleyeceği bir Ermenistan’ın kurulması; Rumeli sınırının Istranca-Çatalca çizgisi olarak belirlenip, batısında kalan toprakların Yunanistan’a bırakılması ; Osmanlı İmparatorluğuna bağlı kalmakla birlikte, İzmir ve çevresi Kırkağaç , Akhisar, Ödemiş, Söke ilçelerinin yönetimin Yunanistan’a verilmesi ayrıca antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten beş yıl sonra yerel parlamentoya , Yunanistan’a katılma hakkı tanınmış İzmir’de Osmanlı egemenliğini istihkamlardan birine çekilecek bir bayrağın temsil etmesi kararlaştırılmıştır. Antlaşma ile Marmara kıyılarının yönetimi de kurulan boğazlar komisyonuna bırakılmıştır.

     10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nın 96. yılında, 15 Temmuz 2016’da yeni bir Sevr kalkışmasına, Fethullahçı terör örgütünün darbe kalkışmasına sahne olan ülkemiz; kadını, erkeği, yaşlısı ve genci ile Batılıların Türkleri bu topraklardan sürme planlarını bir kez daha bozuyordu.

     15 Temmuz darbesine canı ile kanı ile karşı çıkan Türk milleti, bir Yemenli gazetecinin ifade ettiği gibi “vatanın ne demek olduğunu” tüm dünyaya gösterdi.  7 Ağustos Pazar günü İstanbul Yenikapı'daki Demokrasi ve Şehitler Mitingi'nde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli dünyaya bir mesaj verdiler. Bu mesajlarında, Türkiye’ye yönelik küresel planlara izin vermeyeceklerini, vatanı kimseye böldürmeyeceklerini anlattılar.
10 Ağustos Sevr Antlaşması’nın 96. yılında, bu anlaşmayı bir kez daha yırttıklarını dünyaya haykırdılar.

     Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yenikapı'daki Demokrasi ve Şehitler Mitingi'nde, demokrasi nöbetlerinin 10 Ağustos çarşamba gününe kadar uzatıldığını söyledi.

     10 Ağustos 1920 tarihli Sevr’in yeniden prova edildiği 15 Temmuz 2016 tarihinin, o kara günün yeniden yaşanmaması için halkın demokrasi nöbeti anlamlı bir tarihe uzatıldı.

     15 Temmuz gecesi sokaklara inen, namluların tankların helikopterlerin uçakların karşısına dikilme cesareti gösteren demokrasi nöbetçilerinin, nöbetleri 10 Ağustos 2016’da sona erecek. 15 Temmuz günü, 172'si sivil, 63'ü polis, 5'i asker olmak üzere 240 vatandaşımız şehadet makamına ulaştı. Şehitlik ve gazilik şerefine nail olanlar, isimlerini tarihe altın harflerle yazdırdılar. Yeni Sevr’lerin, yeni kalkışmaların olmaması için Türk halkının demokrasi nöbeti sonsuza kadar sürecektir…
 
 
 

 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.