İBRAHİM OKUR yazdı: "İhanet Ve İşbirlikçiliğin Tarihteki Rolü Üzerine.. -1- "

Anadolu’daki Türk Kurtuluş Savaşı

Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar adlı eserinde şöyle yazmıştır; “…Anadolu’ya gitmek sergüzeştini tehlikeli bulanlar az değildi. İngilizlere itimat verebilsek, yahut Fransızları kazanabilsek veya İtalyanlarla iyi geçinme yollarını arasak, gibi ümit besleyenler vardı..”

Böyle düşünen gruplardan ikisinin faaliyetleri üzerinde özellikle durulması gerekir: “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” ve Amerikan yanlısı “Wilson Prensipleri Cemiyeti”..

Her iki grupta bazı kişiler, sonradan Cumhuriyet Türkiye’sinin siyaset hayatında rol almışlardır. İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin başında günümüzde sözü sık sık geçen Nazım Hikmet’in dedesi eski Selanik Valisi Mehmet Nazım Paşa vardı. Annesi Ayşe Celile de kurucuların arasındaydı. Diğer kurucu ve aktif üyelerin hepsi, o devirde çok az bulunan, iyi tahsil görmüş, çeşitli devlet hizmetlerinde uzun yıllar bulunmuş kimselerdi. “İngiltere ile hareket ederek asri düşünce ile mücehhez bir Türkiye olalım. Çünkü kuvvet nurdur. Nur ise irfandır..” diyorlardı. Ne demek oluyorsa?

Padişah Vahdettin, “İngiliz Ulusuna karşı beslediğim sevgi ve hayranlık duygularımı babam Sultan Abdülmecit’ten miras aldım. Ümidimi Allah’tan sonra İngiltere’ye bağladım..” diyerek, saltanatını İngiltere’ye yaslamaya çalışıyordu.

Sadrazam Damat Ferit Paşa da, İngiliz Amirali Calthorpe’a, “padişah ve benim yegâne ümidimiz, Allah’tan sonra İngiltere’dir” diyordu.

Hariciye Nazırı Mustafa Şerif Paşa, Aralık 1918’de İngiliz Ordu Komutanı General Milne’e, “kendim, kabinedeki arkadaşlarım, Sultan ve geniş bir halk kitlesi adına katiyet ve ciddiyetle temin ederim ki, umumun arzusu İngiltere tarafından idare edilmektir” diyordu.

Adliye Nazırı Ali Rüştü, Temmuz 1920’de saltanatın umudunu Yunan ordusunun Kuvay-ı Milliye kuvvetlerini yenmesine bağladığını şöyle ifade etmişti: “General Paraskevopulos’un ordusu, şimdi sürat ve şiddetle harekâta devam eyleyecek olursa, birkaç haftada Ankara önlerinde bulunacaktır. Yunan ordusunun başarısı için dua ediniz! Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur. Bu ordu bizim ordumuzdur!..

Adliye Nazırlığı müsteşarı ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin başkanı Sait Molla, “İngiltere, Osmanlı devletinin yönetimine el koyarsa, saltanat ve hilafetin İngilizler elinde bulunduğunu gören Mısır ve Hindistan Müslümanlarının da İngiltere’yle dost olmanın gereğine inanacakları aşikardır..” diyerek İngilizlerin Osmanlı devletine el koymakta küresel çıkarı olduğunu anlatarak sonuç almaya çalışıyordu.

O günlerin hızlı işbirlikçilerinden gazeteci Refii Cevdet Ulunay, 21 Mayıs 1919 tarihli yazısında, “Türkler kendi güçleri ile adam olamaz. İngilizler elimizden tutup bizi kurtaracak” diyordu.

31 Ağustos 1919 Tarihli yazısında, “İstiklal diye bağıranlar kötü niyetlidir..” diye yazmıştı.

8 Eylül 1920 Tarihli makalesinde ise, “Yunanistan kısa zamanda Mustafa Kemal kuvvetleri denen çapulcuları tamamen tepeleyecektir”.

Bir ay sonra, 15 Ekim 1920’de ise, “Anadolu ile değil, Yunanistan ile anlaşmalıyız” diye yazmıştı.

O günlerde nazır olan gazeteci Ali Kemal, 6 Şubat 1921’de, halkı direnişten caydırmak için yazdığı makalesinde şöyle diyordu: “Avrupa ile başa çıkmayı asırlardan beri Asya’nın hangi kavmi başardı ki biz başarabilelim.”

8 Temmuz 1920 tarihli bir başka yazısında ise şöyle diyordu: “Ankara’dakilerin Yunanlılara hala meydan okumalarına çılgınlıktan başka bir sıfat verilemez. Yunanlılarla aramızda akılca da, ilimce de, kuvvet bakımından ve her açıdan bu kadar fark varken onlarla muharebeye girişilemez..”

Şeyhülislam Dürrizade Abdullah adına 1920 yılında yayınlanan, İngiliz ve Yunan uçakları tarafından atılan ve gazetelerde de yayınlanan bir fetvada, “padişahın izni olmadan, yabancı askerlere karşı duranları, asker ve para toplayanları tek tek veya topluca öldürmek, İslam’ın gereği ve görevidir. Milliyetçileri öldürenler gazi sayılır, bu yolda ölenler şehit..” denilerek halkın Milliyetçi Kuvvetlere (Kuvay-ı Milliye) katılması veya destek olması engellenmek isteniyordu.

Bir başka hoca Divitli Eşref, hutbede, “İngilizlere meydan okuyoruz. Bu en büyük küfürdür..” diyordu.

Halifenin yardımcısı ulemalar teşkilatı olarak da anılan “İslam’ı Yüceltme Cemiyeti” (Teali İslam) tarafından 1920’de yayınlanan bir bildiride ise şöyle deniyordu: “Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara’dadır..

Öte yandan, Wilson Prensipleri Cemiyeti’ni kuranlar, İstanbul’un önde gelen gazetelerinin sahip ve yazarlarıydı. Yazdıkları 9 maddelik bir muhtırayı, 5 Aralık 1918 tarihinde, ABD Başkanı Wilson’a sundular. Muhtıranın altında imzası bulunanlardan üçünün adı, sizlere Cumhuriyet tarihimizle ilgili bazı çağrışımlar yaptıracaktır; Halide Edip Adıvar, Ahmet Emin Yalman ve Yunus Nadi..

Halide Edip, İstanbul’daki Amerikan Koleji’nin ilk kadın mezunudur. Ahmet Emin, yüksek tahsilini Amerika’da yapmış bir kişidir. Yunus Nadi muhtıradaki imzasından ayrı olarak Wilson’a yalnız kendi imzasıyla özel bir mektup daha yollamıştır. Bu cemiyetin Türkiye projesi Fethi Tevetoğlu tarafından şöyle özetlenmiştir;

Bütün yönetim Amerikan baş müsteşarlarından oluşan bir komisyon elinde bulunacaktır. Amerika’nın rehberlik edeceği Türkiye’nin ordusu da olmayacak ve sadece başında Amerikalı bir genel müfettiş ile onun seçeceği bir heyetin bulunacağı polis ve jandarma kuvvetleri vazife görecektir. Wilsonculara göre Amerika Türkiye’yi koruyacağı için, onun ordu beslemesine lüzum yoktur. Sekizinci maddede belirtildiği gibi, bu Amerikan rehberliği ve eğitim çağı, bu ‘terbiye ve irşat sistemi’ en az 15 ve en çok 25 yıl sürecektir. Bu zamanın bitiminden sonra Amerikalılar çekip gidecek ve ‘Wilson Prensipleri Cemiyeti’ kurucu ve savunucularına göre, geride hür, kuvvetli, kültürlü, refah içinde, bütün etnik unsurları müşterek değerlere sahip bir Türkiye, bir ‘Küçük Amerika’ bırakacaktır..

Halide Edip’in, Sivas Kongresi arifesinde, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği 10 Ağustos 1919 tarihli bir mektupta ‘manda’ hakkında savunduğu görüş ve düşünceler ise şöyledir;

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Muhterem Efendim,

Memleketin siyasi durumu en had bir safhaya girdi. Kendimize bir yön tayini için, Türk Milleti’nin zarını atıp müspet bir tutumu benimsemek zamanı geçmek üzere bulunuyor.

Dış durum İstanbul’dan şöyle görünüyor:

Fransa, İtalya, İngiltere, Türkiye’de ‘mandaterlik’ meselesini Amerika Senatosu’na resmen teklif etmiş olmakla beraber, bütün kuvvetlerini Senato’nun kabul etmemesi için sarf ediyorlar. Bölüşmeden hisse kaçırmak tabii işlerine gelmiyor.

Suriye’de hüsrana uğrayan Fransa, zararını Türkiye’de telafi etmek istiyor. İtalya namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu’nun bölüşmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. İngiltere’nin oyunu daha incedir.

İngiltere, Türk’ün birliğini, çağdaşlaşmasını, hakiki İstiklal kazanmasını, istikbal için olsa bile istemiyor. Yeni vasıta ve fikirlere tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman Türk hükümeti, başında Hilafet olursa, İngiltere’nin Müslüman esirleri için kötü örnek teşkil eder. Türkiye’yi bütünüyle İngiltere alabilse, kafasını kolunu koparır, birkaç senede sadık bir sömürge haline koyar. Buna en başta, bilhassa dini sınıflar, memleketimizde çoktan taraftardır. Fakat bunu Fransa ile dövüşmeden yapabilmek mümkün olamayacağından taraftar olamaz. Fakat Türkiye’yi bütün halinde muhafaza zaruri görülürse, yani bölüşmenin büyük askeri fedakârlıklarla olabileceğini anlarsa, Latinleri sokmamak için, Amerika fikrine yardımcı ve taraftar olur. Nitekim İngiliz siyaset adamları arasında zaten bu fikre temayül var. Morisson gibi ünlü simalar, Amerika’nın Türkiye’de umumi manda olmasına taraftar olurlar.

Diğer bir çözüm yolu da, Türkiye’yi Trakya’dan, İzmir’den, Adana’dan, belki de Trabzon’dan ve mutlaka İstanbul’dan mahrum ettikten sonra, eski kapitülasyonları ve boğulmaya mahkûm iç sınırlarıyla müstakil bırakmak.

Biz İstanbul’da kendimiz için, bütün Türkiye sınırlarını içine almak üzere geçici bir ‘Amerikan Mandası’nı ehven-i şer olarak görüyoruz..”

Cemiyetin, hem Erzurum ve hem de Sivas Kongreleri sırasında sürdürdüğü “manda yanlısı” propagandaların arkasında Halide Edip ve arkadaşları vardır. Mustafa Kemal Paşa’nın Türk tarihinin en önemli dönüm noktasını belirleyen aşağıdaki veciz sözü bu baskılara karşı söylenmiştir:

Hayır Paşalar hayır, hayır Beyefendiler hayır, hayır Hanımefendiler hayır,

MANDA YOK… YA İSTİKLAL YA ÖLÜM VAR!..

...

Anadolu Türklüğünü Büyük Güçlerden herhangi birinin boyunduruğu altına sokmak isteyen Batı’nın yargısını benimsemiş Osmanlı aydınlarının çabaları, Büyük Atatürk’ün çelik iradesi karşısında sabun köpüğü gibi yok olmuştur.

Şimdi bozdura bozdura harcadığımız, işte bu iradenin bize kazandırdıklarıdır.

Türkistan Türklerinin savaşmaları gereken güç, yanmış yıkılmış bir Rusya idi. Oysa Anadolu’daki Milli Mücadele, İngiliz, Amerikan, Fransız, Yunan ve İtalyanlara karşı verilmiştir. Yukarıdaki tarihi sözler sarf edildiğinde, ortada kurulmuş ve cepheye sürülmeye hazır bir ordu ve onun ihtiyaç duyduğu silah ve mühimmatın pek çoğu yoktu. Ama önce bir karar vermek gerekiyordu ve o karar verildikten sonra inanılmaz sayılan, yerinden kalkmaya ve rahatından vazgeçmeye niyetli görünmeyen kalem erbabının mümkün görmediği bir mucize gerçekleşti.

Mandacı zevatın çoğu Cumhuriyetin kurulmasından sonra, yeni duruma intibak ederek, çeşitli görevlere atandılar. Bunlardan biri olan Yunus Nadi, tipik bir örnek olarak ele alınacak olursa, “Amerikan mandaterliği” davası hüsranla sona erdikten sonra, Cumhuriyet Gazetesi’ni kurdu ve bu gazete aracılığı ile İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler yandaşlığına soyundu. 1945 Yılında öldü. Oğlu Nadir Nadi, 1950 – 1954 yılları arasında, ABD yanlısı tutumuyla bilinen Demokrat Parti listesinden Muğla bağımsız milletvekilliği yaptı. Daha sonra, 1960’lı ve 70’li yıllarda ise, gazetesinin ABD ve NATO karşıtı düşünceleri şiddetle savunduğu bilinmektedir. Bu kadar zigzag nasıl ve hangi argümanlarla açıklanır bilemiyoruz.

Bütün bu anlatılanlar, günümüz Türk insanının içini burkmakta ve son derece aşağılayıcı görünmektedir. Şimdi ruhumuza egemen olan bu duygu, Cumhuriyet döneminin başından bu yana süren, hiçbir terazinin tartamayacağı kadar büyük bir başarısıdır.

.....

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

.....

Anahtar Kelimeler:
İbrahim Okur
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.