Roma Milli Eğitim Müdürünün makam odasının kapısı açıldı. Güler yüzlü sekreter, engelli öğrenciler öğretmeni Isabelle Rossini’ye içeriye girebileceğini söyledi. İdealist öğretmen, çevresine ışıltılar saçarak Milli Eğitim Müdürü Roberto Frosini’nin odasına girdi. Bay Frosini ayakta karşıladı. Onu, kendi koltuğunun karşısındaki gösterişli, hardal renkli misafir koltuğuna oturturken her ikisinin yüzünde de samimi bir ifade vardı. Bay Frosini, ağır adımlarla kendi koltuğuna yöneldi. Karşısında mesleğine aşık bir öğretmen gören Milli Eğitim Müdürü çok duygulandı. Sevgi dolu bir ses tonuyla: “Buyurun öğretmenim, sizi dinliyorum.." dedi. Isabella: “ Efendim, öncelikle beni kabul ettiğiniz için size teşekkür ederim. Ben bir özel sınıf öğretmeniyim. Sorumluluğum altında altı öğrenci var. Ben ve diğer meslektaşım, eğitime ve sevgiye aç bu çocuklara en iyi şekilde eğitim vermeye çalışıyoruz. Ancak okulumuzdaki diğer sınıflara daha fazla maddi harcama yapılırken; biz engelliler sınıfına cüzi miktarlarda harcama yapılıyor. Oysa ki bu özel çocuklar için çok daha fazla harcama yapmak zorundayız. Daha donanımlı sınıflar oluşturmalıyız. Bununla birlikte, bu güzel yavrularımızı daha sık gezilere götürmek, onların daha fazla sosyalleşmesini sağlamak da büyük bir önem taşıyor. Bu sebeplerden dolayı lütfen, bu özel sınıflara daha fazla maddi kaynak ayırın. İnanın efendim, çok geçmeden bunun faydalarını hep birlikte göreceğiz.." diye cevap verdi.

İnce yüzlü, top sakallı Bay Frosini, yürekli öğretmenin sözlerini dinlerken gençliğine, bir köy ilkokulundaki öğretmenlik günlerine dönmüştü. Karşısındaki bu genç kız, tam da kendi gibi; hayatını küçük kalplerin eğitimine, onların hayata kazandırılmasına adamış biriydi. Isabella’yı dikkatle dinledikten sonra, gözlüğünü çıkartıp masanın üzerine koydu ve makam koltuğuna yaslandı. Hiç kuşku yoktu ki; bu ışıltılı öğretmenin vücut dili, yüzüne olduğu gibi yansıyan temiz kalbi çok etkilemişti. Hiç bir olumsuz durum öne sürmedi. Sadece, “Peki kızım, imkanlar ölçüsünde sınıfınıza daha çok maddi destek vereceğiz.." dedi. Sonrasında kendi kızını yolcu eder gibi, Isabella’yı kapıya kadar yolcu etti…

Bay Frosini, verdiği sözü tutmuştu. En kısa zamanda, Engelliler Sınıflarının ödeneği gözle görülür bir şekilde yükseldi. Okuldaki bütün öğretmenler, engelli öğrencilerin velileri, cesur yürek öğretmeni yürekten kutladılar. Yükselen ödenek sayesinde, engelli öğrenciler için daha çok sayıda materyal alındı. Bu güzel çocuklar daha fazla gezilere götürüldü. Özgüvenleri daha hızlı bir şekilde yükselmeye başladı. Isabella ve meslektaşı Paola artık daha da coşkuyla çalışıyorlardı. Hele bu çocukların yüzlerindeki gülümsemeyi, insana tarifi imkansız bir yaşama sevinci veren gözlerinin içindeki parıltıyı görmek yok muydu; işte bunlar Isabella’yı ve Paola’yı öylesine mutlu ediyordu ki; o anlarda kendilerini adeta tüm dünyayı sırtlarında taşıyacak kadar güçlü hissediyorlardı...

Isabella, teneffüslerde kendi öğrencilerinin, normal sınıflardaki öğrencilerle iletişim kurmalarına, onlarla kaynaşmalarına büyük önem veriyordu. Havanın güzel olduğu her gün, hemen her teneffüs, bütün zamanını kendi çocuğu gibi sevdiği çocuklarına ayırıyor, onlarla birlikte bahçede keyifli sohbetler yapıyor, diğer sınıf öğrencileriyle top oynamalarını, ip atlamalarını, sek sek oynamalarını sağlıyordu. Önceleri bu durum diğer sınıf öğrencilerine biraz değişik gelse de çok kısa süre içinde durum değişti. Bütün çocuklar, gönüllü bir şekilde, her geçen gün özgüvenleri hızla artan; kendilerinin de toplumun birer parçası olduklarının ayırdına varan ve bunun tadını çıkaran engelli çocukları bağırlarına basıyor ve onlarla oynamayı çok seviyorlardı. Öyle ki, yağmurlu havalarda çocuklar, engelli sınıfını ziyaret ediyorlar ve oradaki arkadaşlarını ziyaret ediyorlardı. Birer-ikişer başlayan bu küçük ziyaretler, kısa sürede bir alışkanlığa, bir geleneğe dönüştü. Hiç şüphesiz bu durumdan en çok heyecan duyan, mutlu olan kişi de Isabella Rossini idi. Zira artık diğer sınıflardaki çocuklar, yavrularına, çocuklarına adeta farklı bir gezegenin çocukları gibi tuhaf, bazen de acıyarak bakmıyorlardı. Isabella, yaşanan bu anlatılmaz gelişmeleri gördükçe, yüreğinde daha da çok çalışma isteği duyuyordu. Çocuklarının gözlerindeki sevinç ummanlarını görmek, onu dünyanın en mutlu insanı yapıyordu…

Hayli sıcak bir gündü. Güneş, sanki bir şeylere kızmıştı. Acısını insanlardan çıkartmak için erkenden gökyüzüne kurulmuş ve orada kaşlarını sonuna kadar çatmıştı.. İkinci dersin bitiş zili çaldı. Uzun teneffüstü. Tüm çocuklar, bahçeye doluştular. Güneşin tüm kötü niyetine rağmen, çocuklar onu umursamadılar bile. Rüzgar gibi akan yirmi dakikalarının tadını çıkarıyorlardı. Isabella, iki otistik öğrencisi Carlo ve Franco ile her zaman olduğu gibi el ele tutuşarak ön bahçeye geldiler. Ertesi gün yapılacak bir gösterinin provaları vardı. Merdivenlerin üzerindeki geniş alana mikrofon tesisatı kurulmuştu. Dördüncü sınıf öğretmenleri bayan Antonina ,ve bayan Ana, çocuklarıyla birlikte çalışıyorlardı. Sekiz-on veli de bu provaları izlemek için okula gelmişlerdi. Isabella ve iki öğrencisi, yanlarına gelen diğer öğrencilerle yakan top oynamaya başladılar. Önceleri her şey çok güzeldi. Bütün çocuklar birbirlerine sevgiyle bakıyor; gökyüzündeki sinirli güneşe nazire yaparcasına anın tadını çıkartıyorlardı. Bir ara Isabella, bu kelimelerle ifade edilemeyecek anı ölümsüzleştirmek istedi. Cebinden cep telefonunu çıkartarak, çocukların fotoğrafını çekti. Çekti çekmesine lakin çok kısa bir süre sonra, karşıdaki banklarda oturmakta olan ve Isabella’nın fotoğraf çektiğini gören velilerden üçü adeta bir hışım gibi yerlerinden kalktılar. Koşarak Isabella’nın yanına geldiler. Genç öğretmen ve çocuklar, bu durum karşısında şaşırdılar. Çok şaşırdılar. Hindi gibi kabaran, iri yüzlü kadın, gözlerinden ateşler çıkartarak, herkesin gözü önünde Isabella’ya bağırdı: “Sen, hangi hakla, özürlü çocuklarla bizim çocuklarımızın fotoğrafını birlikte çekiyorsun !.." Ardından uzun boylu ve boynu omuzlarına yapışık gibi duran kadın ve hayli kilolu olan diğer kadın öğretmene benzer sözler söyleyerek bağırdılar. Isabella, bahçedeki nöbetçi öğretmenler ve tüm öğrenciler, bu kendini bilmez insanların bağırışlarından dolayı neye uğradıklarını şaşırdılar. Duydukları sözler herkesi dehşete düşürmüştü. Yalnızca Isabella bu şoktan kısa sürede kurtulabildi. Neredeyse üzerine çullanacak bu densizlere hiçbir şey söylemedi. Buna tenezzül etmedi. Tepki verse ne işe yarayacaktı ki, anlayamayacaklardı.. Sadece onları tepeden tırnağa süzdü. Bakışlarında; bu zavallı insanlara kızmaktan çok bir acıma duygusu vardı. Karşısındaki; hayatlarını bu yaşa kadar boşu boşuna geçirmiş sefil insanları, aşağılar ve sonrasında acır bakışlarla süzdü. Kadınlar, çevrelerini çepeçevre saran ve kendilerine nefretle bakan küçük yüreklerden, Isabella’nın kendi seviyelerine inmemesinden, hanımefendiliğini korumasından olacak az önceki anlatılmaz (!) özgüvenlerini oracıkta kaybettiler ve sudan çıkmış balığa döndüler. Bu durum hiç şüphe yoktu ki; yaptıkları ölümcül hatanın farkına varmalarından dolayı değildi.. Isabella’nın gözleri o an Franco’ya kaymıştı. On yaşındaki sarı saçlı çocuğun gözlerinin dolduğunu fark etti. Carlo’nun ise göz pınarlarından birbiri ardına yaşlar dökülüyordu. Örselenmişlerdi. Ötekileştirilmişlerdi. Acı çekiyorlardı.. Karşılarındaki insan kılıklı yaratıklar yüzünden tarifsiz bir keder içindeydiler. Ne acıdır ki; Isabella’nın tüm çabaları bir anda boşa gitmişti. Zira bu güzel çocuklar aşağılandıklarının pekala farkındaydılar. Özgüvenlerini oracıkta kaybettiler.. Çocuklar, tüm çocuklar da Franco ve Carlo’nun durumunu fark ettiler. Onların yürekleri, insan olamayan ve bundan utanması gereken bu yaratıkların yürekleri gibi sığ değildi, derindi. Okyanuslar, yıldızlar, belki de evren kadar genişti. Bu üç kadına iğrenerek baktılar.. Isabella gibi onlara yanıt vermeye tenezzül etmediler. Bir dördüncü sınıf öğrencisi, elindeki turuncu topu Franco’ya atarak oyunu başlattı. Franco’nun gözlerinde bir ışık parıldadı. Anlatılır gibi değildi. Oyun başlamıştı. “İnsanlık Dersi Oyunu” nu başlatan çocuk, bahçedeki tüm çocuklar, sonrasında evrendeki tüm çocuklar Franco’ya sarıldılar. Onları sevgileriyle sarıp sarmaladılar.. Dünya tatlısı iki çocuğun gözlerinde yeniden; üç densiz gelmeden önceki ışık parıldadı. Isabella’nın ve diğer tüm çocukların yürekten sevgisi Carlo’nun ve Franco’nun yeniden yaşama sevincini yakalamalarını sağlamıştı..

Çocuklar o gün bir hayat dersi almışlar; kimlerin ‘gerçek özürlü’ olduklarını olanca çıplaklığıyla görmüşlerdi.. Aynı zamanda muhteşem bir hayat dersi vermişlerdi. Vakit gündüz vaktiydi. Az önceki acımasız güneşin acımasızlığından eser kalmamıştı. Gözyaşlarından boşalan yaşlara engel olmaya muvaffak olamayan güneş alçaldı. Çocuklara gülümsedi. Titreyen elleriyle çocuklara el salladı. Gözden yitip gitti. Hemen ardından milyarlarca yıldız gökyüzünü süslemeye başladılar. Onlarca, yüzlerce, binlerce farklı renkten oluşan, göz kamaştıran yıldızlar; kendilerini izleyen ve bazı yetişkinlerden (!) çok daha yetişkin olan bu çocukların şaşkınlık ve büyülenmiş dolu bakışları arasında çocuklara aynı anda göz kırpmaya başladılar. İki yıldız yavaş yavaş diğerlerinden ayrıldı. Gülen gözleri eşliğinde alçalıyorlardı. Alçaldıkça daha da büyüyorlardı. O esnada Isabella ve çocuklar, Franco ve Carlo’nun yanlarında olmadıklarını fark ettiler. Fark ettiler etmesine fakt gözlerini de kendilerine yaklaşmakta olan güzeller güzeli iki yıldızdan ayıramıyorlardı. Yıldızlar yaklaştıkça, gözlerinin kaşlarının olduğu görülüyordu. Aşağıdakiler, gördükleri karşısında gözlerine inanamadılar. Zira bu iki yıldız, az önce gökyüzündeki yerlerini alan Carlo ve Franco’dan başkası değildi. Alçaldılar, alçaldıkça ışıltılarıyla Isabella ve tüm çocukları büyülediler.. Zaman bir daha başlamamak üzere durdu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.