İzzet Usta, küçük saatçi dükkanında, iki gün önce kendisine getirilen guguklu saati tamir ederken, sekiz yaşındaki torunu Nihal ise, envayi çeşit saatlerin “tik-tak” sesleri eşliğinde onları izliyordu. Dedesinin bu küçük ama bir o kadar da şirin dükkanı, altın sarısı saçları beline kadar uzanan küçük kızın öteden beri ilgisini çekerdi. Kol saatleri’nin, duvar saatlerinin, her saat başı çalan gonglu saatlerin ve özellikle de guguklu saatlerin çıkardığı sesler, küçük kızı kimi zaman korkuturken; kimi zaman da O’ nu anlatılmaz güzellikteki diyarlara götürürdü…

İzzet Usta, bir yıl önce, çalıştığı işyerinde bir iftiraya uğrayarak hapse atılan oğlunu düşünmekteydi. Çok yaşlı sayılmazdı ancak bir baba olarak çektiği dayanılmaz acı, O’ nun, en az on yaş daha yaşlı görünmesine neden oluyordu, Bir yıl öncesine kadar hemen hemen hiç beyaz saçı olmayan bu emekçinin saçları, şimdi ise bembeyazdı. İzzet Usta, kalın mercekli eski gözlüğünün üzerinden bakarak, Nihal’e acıkıp acıkmadığını sormuştu. Babasına çok düşkün olan; bir senedir babasına hasret kalan ve bu yüzden de her şeye küsen ve hemen hemen hiç konuşmayan; elmacık kemikleri çıkık küçük kız, kederli bakışları eşliğinde başını iki yana sallayarak dedesine “hayır” dedi…

Oğlunun emaneti torununun bu hali ihtiyar adama fena halde dokunmuştu. Elindeki guguklu saati, tamir masasının üzerine yavaşça bıraktıktan sonra ayağa kalktı ve dünya tatlısı çocuğun yanına giderek, O’ nun belki de evrendeki en güzel sarıdan daha güzel sarıyla bezenmiş uzun saçlarını okşamaya başladı. Cennetten çıkmış çocuğa, babasının en kısa zamanda yanında olacağını söylerken ihtiyar adamın gözlerindeki acı, çok zeki olan küçük kızın gözlerinden kaçmamıştı. Nihal’ in gözleri buğulanmıştı; ardından ağlamaklı sesiyle dedesine şöyle dedi:

-Hep aynı seyleri söylüyorsunuz, gelmiyor işte, gelmiyor gelmiyor…

İzzet Usta, bunun üzerine, Nihal’ e hiçbir şey diyemedi. Oğlu 15 yıl ceza almıştı. Temyize gitmişlerdi ancak üzerine kara çalınan oğlunun, suçsuzluğunu ispat etmesi zor görünüyordu. Her şeye rağmen avukat, iftiraya uğradığına tüm kalbiyle inandığı müvekkilinin suçsuz olduğunu ispatlamak için varını yoğunu ortaya koyuyordu. Talihsiz adama atılan iftirayı bilen ve şerefsizlerin foyalarını ortaya çıkaracak bilgileri verebilecek şahit bulabilseydi; işte o zaman her şey çok farklı olacaktı…

İzzet Usta Nihal’e, Cuma Namazına gideceğini ve bir saat sonra geleceğini söylemişti. Dükkanı küçük torununa emanet etmişti. Yaşlı adam gelirken dünya güzeli torununa pizza getireceğini söylemişti. Acılı ihtiyar dükkandan çıktığında, Nihal hala saatlere bakmaktaydı. Her çeşit saatin çıkardığı sesler birbirine karışıyor ve bu sesler Nihal’i çok korkutuyordu. Çok kısa bir süre sonra, saatlerdeki rakamların, akreplerin, yelkovanların ve saniyelerin hepsinin kendisini gözlediğini fark etmişti küçük kız. Bunlar adeta, insanların yüzlerindeki kaşlar ve gözler gibiydiler. O arada bir duvar saatindeki gong'un yüzünde bir palyaço belirdi. Palyaço, Nihal’e kendisinden ve buradaki hiçbir saatten korkmaması gerektiğini söylerken; tam o esnada, İzzet Usta’nın bir saat kadar önce tamir etmekte olduğu guguklu saat yavaşça doğruldu ve dünya tatlısı küçük kızın büyülenmiş bakışları arasında dükkanın kapısının hemen köşesindeki çengele takıldı. Henüz saat başı olmamasına rağmen, gökkuşağı renklerinden de daha parıltılı bir renkteki guguk kuşu, o inanılmaz güzelliğiyle üç defa, saatteki yuvasına girdi ve çıktı. Peşisıra, uçarak, Nihal’in omuzuna konuverdi. Gördükleri karşısında gözlerine inanamayan Nihal, yaşadıklarının bir rüya olduğunu düşündü önce. Bunu fark eden guguk kuşu, Nihal’in o tombiş yanağına bir öpücük kondurarak, gördüğü hiçbir şeyin rüya olmadığını ve dükkandaki tüm saatlerin, Nihal’in dileğini gerçekleştirmek için canlandığını söyledi. Ardından da evrenin gücünün böyle istediğini ekledi. Küçük kız, duyduğu bu sözlerden sonra anlatılmaz bir mutlulukla gülümsedi. Ve ağzından şu sözcükler çıkıverdi: “Yalvarırım babamı kurtarın ! “

İzzet Usta, dükkana döndüğünde her şey eski haline dönmüştü. Yalnızca, sağ üstteki duvar saatinin on iki rakamı hala Nihal’ e gülen gözleriyle “merak etme sen pıtırcık” demekteydi ve bunu yalnızca Nihal görmekteydi…

İki hafta sonraki duruşmada, hiç beklenmedik bir anda ( ! ) ortaya çıkıveren iki şahit sayesinde,güzeller güzeli Nihal’ in sevgili babası serbest kalacaktı…

Evrenin bir ruhu vardı,

Ve o ruh, küçük ve nurlu bir kızın acı çekmesini istemiyordu,

Pıtırcık, saatlerden babasının serbest kalmasını istemişti,

Hiç kimse, bu iki şahidin birden ortaya çıkmasına bir anlam veremiyordu,

Babası, cezaevinin çıkış kapısında göründüğünde, Nihal, şu an onlardan uzakta olmasına rağmen, saatçi dükkanındaki tüm saatlere göz kırpıyor ve Onları çok sevdiğini söylüyordu,

Baba-kız birbirlerine sarıldıklarında ise İzzet Usta’nın dükkanındaki bütün saatler sevinçten ne yapacaklarını bilemiyorlar ve hepsi aynı anda, yüksek sesle aynı coşku dolu şarkıyı söylüyorlardı: “tik –tak, tik- tak, tik- tak”

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.