İkisi de emekli bankacıydılar. Uzun yıllar boyunca insanlarla uğraşmak onları çok yormuştu. Çocukları büyümüş, meslek sahibi olmuşlardı. Çoğu çalışanın olduğu gibi, emekli olduktan sonra sakin bir kıyı kasabasına yerleşmek, emekliliklerini huzur içinde orada geçirmek onların da hayallerini süslüyordu. Son günlerde bir dostları Bozcaada’yı öve öve bitiremiyordu. Halk arasında Bozcaada’nın diğer adının Rüzgâr Adası olduğunu yine ondan öğrenmişlerdi. Oradan bir ev almak güzel olabilirdi. Çocuklarıyla, torunlarıyla paylaştılar. Onlar da, düşüncelerine saygı duyduklarını söylediler..

Eylül’ün başlarıydı. Eşyalar taşınmış, ev boyanmıştı. Aldıkları ev çok güzeldi. Bir de bahçesi vardı. En güzel yanı da deniz manzarasıydı ve ev denize sadece on metre uzaklıktaydı. Bursa’da nefes alamayacak kadar bunaltıcı bir hava varken, insanın yüzünü okşayan rüzgâr, adam ve eşini iyi ki buradayız diye düşündürdü. Evin verandasında iki kişilik bir salıncak vardı. Adam gençlik yıllarında olduğu gibi zarifçe eşinin elinden tuttu. Yeşil ve mavi desenli salıncağa oturdular. Hafifçe sallanırlarken konuşmadan Rüzgâr Adasının dalgalı denizini seyre daldılar.

Akşam yemeğini; gezi dönüşü eve geçmeden halk pazarından aldıkları çeşit çeşit yöresel peynir ve zeytinlerle, tadı kadar görünüşleriyle de etkileyici oraya özgü pembe domateslerle bir şölene dönüştürdüler. Yemeğin üzerine kadının yaptığı köpüklü Türk kahvesini içtiler. Tam kahveleri bitirmişlerdi ki tatlı bir melodiyle adamın telefonu çaldı. Arayan küçük oğluydu. Tüm çocukları onlarda toplanmışlardı. Yarım saate yakın görüntülü konuştular. Telefonu kapattıktan sonra kadın sevgiyle kocasına baktı. Başını hayat arkadaşının göğsüne yasladı. Televizyonda, “Saz Eserleri” adlı program vardı. Gün içinde yorulmuşlardı. Mustafa Sağyaşar’dan bir şarkı dinlerken uyuyakaldılar.

Aradan dört saat kadar geçmişti ki, önce kadın sonra adam verandadan gelen rüzgârgüllerinin çıkarmış olduğu tizden basa tüm ses tonlarını ihtiva eden birbirinden güzel metalik seslerle uyandılar. Vakit gece yarısını hayli geçmişti. Bir süre sonra bu sesler daha önce hiç duymadıkları ve dinlemeye doyamadıkları bir şarkıya dönüştü. Karı koca merakla birbirlerine baktılar ve heyecanla dışarıya çıktılar. Denizde, Norveç’in Kuzey Işıklarını andıran büyüleyici yeşil ışıklarla çevrelenmiş, kız kulesini andıran bir kulenin ön kısmında dans eden; her dönüşünde, hangi şekillerde olurlarsa olsunlar adadaki bir rüzgârgülünü canlandıran, onları kendi gibi dans ettiren, şarkılar söylettiren Rüzgâr Adasının Perisini gördüler. Kız o kadar güzeldi ki, örgülü sırma saçları vardı. Kadın, tebessümü eşliğinde sıkı sıkı eşinin elini tuttu. Sonra kendilerini önlerinde, arkalarında yanlarında velhasıl verandanın her yerinde dans etmekte olan rüzgârgüllerinin coşkusuna kaptırdılar. Bu arada Peri dansını tamamlamış ve adadaki bütün rüzgârgülleri hayat bulmuştu. Yıldızlar bu cümbüşü izlerken kendilerinden geçiyorlardı. Sabahın ilk ışıklarına kadar sürecek olan bu festivali sadece birbirini çok seven eşler görebiliyordu. Birden Rüzgâr Perisi ekseni etrafında tam bir dönüş yaptı ve elindeki beyaz ışık çubuğuyla yıldız çizerek kadının ve adamın üzerindeki elbiseleri göz kamaştırıcı bir tuvalet ve smokinle değiştirdi. Bu büyüleyici anları keyifle izleyen ayın ışığının yansıdığı siyah smokinli adam, okyanus mavisi tuvaletli kadını rüzgârgüllerinden oluşan orkestranın çaldığı vals müziği eşliğinde dansa kaldırdı. Çift, tam dans pistine dönüşen verandada dans etmeye başlamıştı ki, dans edenlerin sadece kendileri olmadığını fark etmişlerdi. Kimler yoktu ki.. Ferhat Şirin’le, Romeo Juliet’le, Titanik filminin unutulmaz âşıkları Rose DeWitt Bukater Jack Dawson’la dans ediyorlardı. Onlar dans ederlerken, verandanın önündeki kumsal tamamen kırmızı güllerle bezendi. Envayi çeşit renkli kelebekler de şölene katılmaktan geri durmadılar. Bu kelebekler insanı alıp götüren rengârenk ışıklar yayıyorlardı.

Rüzgârgülü Orkestrası konserine kısa bir süre ara verince, adam verandanın tahta merdivenlerinden indi ve bir kucak dolusu kırmızı gülü yerden alarak karısına sundu. Sonrasında diğerleri de aynı şeyi yaptılar. O anda Bozcaada’daki tüm rüzgârgülleri adeta sevinçten deliye döndüler. Evrende başka hiçbir yerde duyamayacağınız farklı farklı ve neşe dolu metalik sesler çıkarmaya başladılar. O an Rüzgâr Perisi ışık çubuğunu zarifçe yukarıya kaldırdı. Rüzgâr, yumuşacık eliyle tenleri ve kalpleri okşuyordu. Bu, rüzgârgüllerinin eskiye dönmesinin zamanının geldiğini gösteriyordu. Kısa bir süre sonra rüzgârgülleri sevimli figürlerle askılıklarına çekildiler. Çekildikleri anda yüzlerinde sözcüklerle ifade edilemeyen bir gülüş vardı. Bu gülüş, ertesi gece aynı şeylerin yeniden olacağını bilmenin getirdiği mutluluğun yansıması olmalıydı…

Saygı ve Sevgilerimle…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.