Ertesi gün iki sevgili görüşmediler. Kız gün boyunca odasından çıkmadı. Akşam yemeğine zoraki indi. İndi inmesine ama indiğine bin pişman oldu zira babası, yemeğe oturduktan kısa bir süre sonra Sedat’ın kendisine Tamer hakkında söylediklerini anlattı. Genç kız hemen karşılık verdi: “ Asıl sizin bir şeyden haberiniz yok. Sedat uzun zamandır bana asılıyor. Tersliyordum. Tameri kıskandığı için ona iftira atıyor.” Babası her zamanki sinirli haliyle, “Ne alakası var. Sana öyle gelmiştir. Siz, hepiniz bu sitede yıllardır kardeş gibi büyüdünüz. Çocuğun günahını alma” diye söylendi. Kızın annesi de başıyla kocasının söylediklerini onayladı. Kız aksi bir ses tonuyla, “siz öyle sanın.” dedi. Yemek gergin bir havada geçti.

Sabah saat 10’a doğru buluştular. Tamer, sevgilisini emekli ilkokul öğretmeni annesi ve anneannesiyle tanıştırmak üzere eve davet etti. Tamer’in annesi ve anneannesi genç kıza bayıldılar. İçilen sade kahveler eşliğinde keyifli sohbetler edildi. O akşam Seçkin Sitesinde ayda bir düzenlenen musiki gecesi yapılacaktı. Tamer’in annesi, ilk gördüğü anda kanının ısındığı Selin’i davet etti. Genç kız mümkün olursa geleceğini söyledi. Öğleden sonra Tamer, Selin ve arkadaşları Seçkin Sitesi’nin önündeki sahilde güzel bir gün geçirdiler. Selin sıkıntı olmasın diye akşama kalmıyordu. O gün de akşamüstü eve gitti. Akşam, sitesinin önünde arkadaşlarıyla otururken kısa bir süre gözden kayboldu. Yan sitede, orta bahçede musiki ziyafetini orta bahçede dinleyen Tamer’in anne ve anneannesinin yanına geçti. Tamer yan masada arkadaşlarıyla birlikteydi. Sevgilisini görür görmez oraya geldi. Yarım saate yakın birlikte konseri dinlediler. Daha sonra Selin sitede arkadaşlarının yanına döndü.

Üç hafta zaten çok kısa bir süreydi. Günler saat hızında ilerlerken, ayrılık acısı son günlerde her ikisinin yüreğine yerleşmişti. İkisi de bu konuda konuşmuyorlardı ama bakışları her şeyi anlatıyordu. Gene de şu an bir arada olmaları onların yüreklerine su serpiyor gibiydi. Genç kız ve delikanlı kalan günlerde gizli gizli buluşuyorlardı zira Selin’in babası, Selin’in Seçkin Sitesi’nde olup olmadığını takip ettiriyordu.

Genç kızın ve ailesinin Küçük kumladan ayrılmalarına iki gün kalmıştı. O gün sözleştikleri gibi saat 10’da Altay Kardeşler Sitesinin köşesinde buluştular. Tamer yine arkadaşının motoruyla gelmişti. Yanında da küçük bir mangal vardı. Selin Fıstıklıya gitmek istemişti. Orası piknik yapmak için harika bir yerdi. Büyük kumladan yemek malzemelerini aldıktan sonra kendilerini motorun karşı konulmaz büyüsüne kaptırdılar. Geldikleri alan Fıstıklıya girmeden; hemen her tür ağacın bulunduğu, yeşilin her tonunun boy gösterdiği küçük bir ormandı. İki aile de pikniğe gelmişlerdi ama uzaktaydılar.

Tamer çalı çırpı topladı, Mangalda ustaydı. Kısa sürede ateşi yaktı, hazır hale getirdi. Kasaptan aldıkları etleri ateşe koymaya hazırlanırken, sevgilisine gülerek: “hadi bakalım güzellik, salata da senden” dedi. Kızın eli bu işlere yakışıyordu. Çabuk çabuk yaptığı salatanın bile şekli anlatılmazdı. İkisi de çok acıkmışlardı. Olmak üzere olan etler iştahlarını daha da artırıyordu. Tamer, pirzola ve köfteleri kendi eliyle, canından çok sevdiği sevgilisine yediriyordu. Genç kız da delikanlıya. Karınlarını küp gibi doyurdular. Gelirken Türk Kahvesi de getirmişlerdi. Selin mangal kömüründe bol köpüklü enfes bir kahve yaptı. Kahvelerini yudumlarlarken, çarşaf gibi önlerinde uzanan masmavi denizi seyrediyorlardı. Mangal ateşini güzelce söndürdüler. Bir süre sonra çevreyi dolaşmaya karar verdiler. Burunlarına mis gibi dağ çileği kokusu geldi. Tamer kopardığı küçük çilekleri bir tanesine yediriyordu. Genç kız daha önce hiç dağ çileği yememişti. Tadına doyamadı. Önlerinde şirin bir çam vardı. Tamer çamları çok severdi. Çamlar ona; ilkokulu okuduğu Bursa Ahmet Vefik Paşa İlkokulunun geniş bahçesindeki; sıkıldığı dersleri dinlemek yerine; göz kamaştırıcı yeşiliyle onu kendinden alan çam ağaçlarını seyrettiği günleri hatırlatırdı hep. Hele bir de kar yağdı mı işte o zaman daha başka olurdu çamlar.. Ağacın gövdesiyle dallarının birleştiği bir yerdeki çam sakızı damlaları dikkatini çekti delikanlının. Onun hemen yanında da bir uğur böceği vardı. Delikanlı çam sakızını bir elinin işaret parmağıyla, uğur böceğini de diğer elinin işaret parmağıyla aldı. Genç kızın gözlerinden kalbine akarak etkileyici bir ses tonuyla: “bak bu çam sakızı damlası sen, uğur böceği de ben” dedi. Genç kız o an orada değildi. Ayakları yerden kesildi. Ne yapacağını, ne edeceğini bilemedi. Delikanlı o an sevgilisinin ince dudaklarına masum bir öpücük konduruverdi. Genç kız zaten utangaçtı. Şimdi bu özelliği iyice belli oluyordu. Yüzü neşeli yıldızın gökyüzünden bıraktığı şeker pembesi ip rengine büründü. Tamer buna bayıldı. O esnada yarım körfez turunu yapmakta olan İzzet Kaptan Gezi Gemisinde çalan; insanın kanını kaynatan müzikler duyuldu. İkisi de denize baktılar. Gözlerinin içi parladı. İkisinin biraya gelmesini sağladığı için genç kız ve delikanlı bu gemiyi çok seviyorlardı. Kaptana ve yolculara oldukları yerden coşkuyla el salladılar. Selin’in o an aklına bir şey geldi. Delikanlının çenesini okşayarak: “ Canım, var mısın, yarın gene İzzet Kaptan turuna katılalım. Bu sefer baş başa. Ne dersin?” diye söyledi. Delikanlı sevdiğinin yüzünü okşayarak başını salladı.

Ertesi gün genç kız, annesinden; Arzum Sitesi’nde oturmakta olan babaannesine gideceğini söyleyerek izin aldı. Selin’le babaannesi çok yakın iki arkadaş, sırdaştılar. Altmışlı yaşlarındaki kadın, Selin’le Tamer arasındaki aşkı ve babasının bu aşka olan tepkisini biliyordu. Selin telefonla babaannesinden, Tamer’le gezi gemisine gideceğini ve durumu idare etmesini istemişti.

Ertesi gün bulutlu bir hava vardı. Soğuktu da. Ağustostan çok aralık ayını andırıyordu. İki sevgili Kumtur Sitesinin önünde buluşup Küçük kumla iskelesine geldiler. Mutlu olmaları gerekiyordu ama değillerdi. Havanın tatsızlığı, yaşadıkları ayrılık rüzgarlarını olanca çıplaklığıyla yansıtıyordu. İçlerinde tarifsiz bir huzursuzluk vardı. Gemi karşı sahile doğru ilerlerken, pek lazımmış gibi yağmur başladı. Tükürür gibi yağıyordu. Ne yaparsanız yapın bir türlü kovamadığınız kara sinekler gibi yapışkan ve arsız..

Delikanlı sevdiği kızı sıkı sıkı sardı. Ertesi gün bu saatlerde bir arada olamayacaklardı İkisi de aynı anda aynı şeyi düşünmüşlerdi. Sadece bunu düşünmek bile ellerinden hiçbir şey gelmemenin tarifsiz acısını iliklerine kadar hissetmelerine sebep oluyordu. İzzet Kaptan Gezi Gemisi artık bir ayrılık gemisiydi. Gemide yine oyun havaları vardı. İnsanlar oynuyorlardı. İki sevgiliyse denize, sadece denize boş boş bakıyorlardı. İzzet Kaptan bunu fark etmiş olmalıydı. Yüzünde bir acı ifadesi vardı. Ayrılacaklarını anlamıştı. Aklına denizde çırpına çırpına can veren melek yavrusu geldi. Gözlerinde iki damla gözyaşı belirdi. Yutkundu. Toparlamaya çalıştı. İki gencin yanına geldi. O an onlara destek olmanın Allah katında en büyük ibadet olduğunu biliyordu. Arkalarından dolaştı. Bir elinde mikrofon, diğer eli genç kızın omuzunda olduğu halde neşeli olmak için zorlayarak yolculara döndü ve “Dostlarım, şimdi söyleyeceğim şarkıyı bu çifte kumrular için söyleyeceğim.” dedi. Bir alkış tufanı koptu. Söylediği şarkı “sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar.” dı. Delikanlı ve genç kız nazikçe gülümsediler..

O gün deniz hırçındı. Delikanlı ve genç kız tüm gezi boyunca, hemen hemen hiç konuşmadılar. İçine ayrılık acısı düşen genç kız, başını delikanlının omuzunu koydu ve boş bakışlarla denizi seyrediyordu. Gözlerinde; sonbaharın sonlarında acımasızca yaklaşmakta olan kışa meydan okuyan, ancak ne yaparsa yapsın yapraklarının heder olmasına engel olamayan hüzünlü ağaçların çaresizliği vardı. Yağmur damlaları, genç kızın bal rengi gözlerinden dökülmekte olan gözyaşlarına karışıyordu.. Gemi Kapaklıya geldiğinde biraz kendilerine gelir gibi oldular. Canları yemek yemek istemedi. Öylece dolaştılar. Kumsal’da yine denizi; onları birleştiren ancak belki de ayıracak olan denizi seyrettiler. Selin, Tamer’e bakarak fısıltıyla: “sevgilim, burası ilk konuştuğumuz yer. Bizim yerimiz. Söz var bana, önümüzdeki yaz Küçük kumladaki ilk günümüzde beni buraya getireceksin.” O an delikanlının yüreğine onu paramparça eden bir kor düştü. Belki de olacakları hissetmişti. Tebessüm etmeye çalıştı. Başını hafifçe salladı. Bir şeyler mi malum olmuştu. Sevgilisini kokladı. Bunu sadece neşeli yıldız gördü ama o an onun da yüzünde neşeden eser kalmadı…

Akşamüstüydü. Birbirlerine telefon numaralarını, adreslerini verdiler. Selin ve ailesi 10.00’da Yalova’dan feribotla İstanbul’a geçeceklerdi. 13.00’de de Bükreş’e uçacaklardı. Yüksel Kardeşler Sitesi’ne yakın bir yerdeydiler ama nerede olduklarını bilmiyorlardı. Sadece birbirlerini gözlerinin içine bakıyorlardı. Ağlıyorlardı. Neden sonra genç kız fırtınadaki bir sandal gibi titreyen sesiyle: “aşkım, önümüzdeki yazı dört gözle bekleyeceğim” diyebildi. Tamer, eliyle genç kızın saçından başlayarak, yüzünü sevdi, “ben de aşkım" derken kendinde değildi…

Selin ve ailesi sabah sekiz gibi komşularıyla vedalaştılar. Dokuza doğru sitenin önüne geldiler. Onları götürecek araç kenarda bekliyordu. O esnada Seçkin Sinemasının afişlerinin asıldığı geniş gövdeli ağacın hemen arkasında, saklanan Tamer vardı. Geceden hazırladığı, üzerinde, “seni seviyorum” yazan kartonu arkasında saklıyordu. Anne ve babası araca bindikten sonra tam Selin de araca bineceği sırada Tamer’in gösterdiği kartonu gördü. Göz göze geldiler. Genç kızın ağlamaklı yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu…

(Devam Edecek)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.