9 Ağustos 1966,

Yaşlı kadının son anlarıydı. Bunu hissediyordu. YakınlarIarı ona belli etmeden gözyaşı döküyorlardı. Bir süre sonra, kalemle çizilmiş kadar güzel yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Sözcüklerle anlatılmaz bir tebessümdü bu, alıp götüren.. Çevresindekilerin de dikkatini çekmişti. Bir yıldız gibi ışıyan gözlerinde, o an geçmişine doğru tarifsiz bir yolculuğa çıkıyordu..

1914, Sofya,

Vals başlamak üzereydi. Sofya'nın en güzel kızı, davetliler içindeki genç ve yakışıklı erkeklerin uzun süredir kendisinin dikkatini çekme çabalarına rağmen, kalabalıkta bir an göz göze geldiği ve o an gönlünün aktığı sarışın, mavi gözlü Türk zabitine gülümsüyordu. İri, zeytin gözleriyle ona adeta: "haydi, gel uçur beni.." diyordu.

Zabit, salondakilerin hayranlık dolu bakışları arasında tüm karizmasıyla kızın yanına yaklaştı. Gözleri değdi birbirine. Siyah ve mavi gözler kainattaki en gözalıcı yıldızların pırıltısını yansıtan bir aynaya dönüşmüşlerdi..

Genç adam da, genç kız kadar ondan hoşlanmıştı. Okyanusların hırçın dalgalarını çağırıştıran kıvırcık saçlar, belki de bir kuğunun boynundan daha zarif bir boyun yakışıklı adamın aklını başını almıştı.. Gözlerini bir an bile kızdan ayırmadan, elini uzattı. Genç kız da hiç tereddütsüz küçük elini adama uzattı..

Vals başladığında, uzun bir süre hiçbir çift dansa başlamadı. Başlayamadı. Sadece onları seyretmeye başladılar. Adeta dans etmiyor, göklerde uçuyorlar, uçsuz bucaksız denizlerde müziğin ritmiyle bir gösterişli yelkenliler gibi süzülüyorlardı..

Ertesi gün Sofya parkında yürüyüşe çıktılar. Birkaç gün sonra Opera'ya gittiler. Görüşmeleri sıklaştı. Daha ilk başından itibaren bu birlikteliğe karşı çıkan baba; kızıyla artık görüşmemesinin daha iyi olacağını söyledi. Zabit, bu sözün içinde uyandırdığı fırtınalara rağmen, sevdiği, çok sevdiği kızdan ayrıldı. Daha sonra Sofya'da şehir kulübünde birkaç kez karşılaşmışlar ama zabit, kızın babasına verdiği söze istinaden kıza bakmamıştı..Adamın içi acıyordu, sevdiği kız avuçlarının arasından sabun köpüğü gibi kayıp gidiyordu. Buna dayanmak kabil değildi. Geceler boyu sabahlamıştı. Kız da ondan farklı değildi..

Yaşlı kadının yüzündeki tebessüm yavaşça yerini kederli bakışlara bıraktı. Çevresindekilere yaşadığı ayrılığın acısını yansıtan karanlık gözleriyle bakıyordu şimdi. Yanaklarındaki sinirler kasılıyordu. .. Dudakları aşağı düştü. Titriyorlardı. Etraftakiler o anın yakın olduğunu düşündüler. Kadın gözlerini duvarda bir noktaya dikti. Hiç şüphesiz o an baktığı duvar, sevdiği adamı kendisinden ayıran bir engeldi. Bu engel de babasıydı. Ne yapmış ne etmiş bu aşkı bitirmişti. Kadın yine geçmişe dönmüştü:

8 Kasım 1938,

Kapkara bulutlar uzun süredir İstanbul'a ilerleyen trenle adeta yarış ediyorlardı. Kompartımandaki kadın, yanağını eski vagonun buzlu camlarına dayamış içli içli ağlıyordu. Titreyen eliyle göz pınarlarından boşalan yaşları silmeye çalışıyordu ancak yapamıyordu. Bir süre sonra mendil elinden kaydı. Kompartımanın alacakaranlığında görünmez oldu. Kadının karşısındaki yaşlı çift bir saate yakın bir süredir onu izliyorlardı. Kadını teskin etmeye çalışmışlar fakat buna muvaffak olamamışlardı. Zira kadın onları ne görüyor ne de duyuyordu. Treni kovalayan kalleş bulutlar sinsice yapacağını yapmıştı. Gökyüzü korkunç bir gürültüyle yarıldı. Acımasız, adeta kahreden bir yağmur tepeden bakan gözleriyle treni, daha çok da dertli kadını mahvediyordu. Kompartımandaki yaşlı kadın, ağlamaktan kendinden geçen kadını kolları arasına aldı. Ana şefkatiyle sarıp sarmaladı onu. Kadın boş gözlerle kadına baktı. Bir mucize arıyordu bu zeytin gözler. Kadın sakinleştiren sesiyle bir kez daha sordu: "Ne oldu güzel kızım. Neye kahrediyorsun?" Kadın az da olsa kendine gelmişti. Yaşlı kadın, çantasından çıkardığı mendille kadının yüzünü silerken soruyu yineledi: "Ne oldu yavrum, yalvarırım söyle? " Onun da içi sebebini bilmemesine rağmen kollarının arasındaki bir serçe gibi çırpınan bu kadının elemine daha fazla dayanamadı. Kompartımanın yarı karanlığında gözyaşları parlıyordu. Kıza bir kez daha sordu ümitsizce: "Ölüyor, aşkım ölüyor" diye haykırdı kadın. Kalbi kanırta kanırta sökülüyordu. Ardından, o an belkide evrenin her yerinden duyulacak hıçkırıklarıyla kendinden geçti...

9 Kasım 1938, Dolmabahçe Sarayı, 22.20

Kadın bitkin bir halde, nöbet tutmakta olan uzun boylu askerin yanına geldi. O asker de, diğer asker de dakikalardır ağlıyorlardı. Asker kendisine kahırlı gözlerle bakan kadına bir kardeşin kardeşe baktığı gibi:bakarak "buyrun, ne istiyorsunuz?" diye sordu. Kadın: "Mustafa" diye zorlukla cevap verebildi. Asker: "kimsiniz?" diye sordu bu kez. Kadın: "Miti, Miti Kovaceva" Lütfen Ona, Onun için geldiğimi söyleyin. Bir an bile görmek için hiç düşünmeden hayatımı veririm.." diye cevapladı. Asker kadına beklemesini söyledi.

Asker döndüğünde kadını içeri buyur etti. Sarayda yataktaki adamın başında doktorlar, subaylar ve yakınları vardı. Adamın yüzü sarıydı. Sapsarıydı. Çok zayıftı. Sık sık öksürüyordu. Herkesin gözü kadına çevrildi. Az önce, askere kadını yanına getirmesini söyleyen bu adamın göz kapakları dermansız bir şekilde kapandı. Kadın, kendisini artık taşıyamayan ayaklarını sürüyerek zorlukla yatağın başına vardı. Adamın alnında inci gibi parlayan terler vardı. Kadın eğildi. Terleri öptü. Titremesine hakim olmadığı eliyle,eski gür halini bildiği adamın sarı saçlarını sevdayla okşadı. Boğazına bir şeyler düğümlendi. Konuşmak istedi. Konuşamadı. Ağzı, sesi kendinin değildi. Gözyaşları arasında zorlukla söyledi söyleyeceğini: "Mustafa, Mustafa'm.." Adam hafifçe gözlerini araladı. Gene terledi. Kadın eliyle sildi. "Miti, geldin demek.." diyebildi adam. Vals yaptıkları akşamdaki gibi gözleri birbirine değdi. Adam, eliyle kadının yüzünü okşamaya başladı. Bunun üzerine artık daha fazla dayanamayan kadın hıçkırıklara boğularak: "gelmeliydim Mustafa'm, babama rağmen gelmeliydim sana. Hayatım boyunca sadece seni sevdim ve ölünceye kadar da hiçbir erkeği sevmeyeceğim.." Salondakilerin duygu yüklü bakışları arasında: "ben de sadece seni sevdim Miti.." dedi adam..

10 Kasım 1938, 9.05

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal, önünde açılan ışıklı yolda hayatındaki tek aşkı olan Miti Kovaceva'yla el ele yürüyorlardı..

Yıllar sonra, ölüm döşeğindeki yaşlı kadın da son nefesini verdiği o an aynı şeyi görüyordu. Mustafa Kemal Atatürk ve Miti Kovaceva'nın ölümsüz aşkını..

ULU ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUM...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.