26 Ağustos 2014, Ankara,

Tren baş makinisti Cemil Bey, Ankara Garı’na doğru yola çıkmadan önce, karısı Nedret Hanım’a, oğlu Can’a ve kızı Ada’ya sıkı sıkı sarılmıştı. Hanımefendi, kocasına, artık geceleri havaların soğuk olmaya başladığını söylemiş; bu yüzden de, valizindeki montunu; İzmir seferi boyunca hiç çıkarmamasını tembih etmişti. Cemil Bey, karısının kendisine bir çocuğa davranır gibi ilgiyle davranmasından sıkılmış gibi görünse de, aslında bu ilgiden anlatılmaz bir keyif almaktaydı. Hanımefendi, kocasını ne zaman görev için Ankara Garı’na yolcu etse, muhakkak O’nun arkasından bir kova su dökerdi; ve bunu hiç aksatmazdı. Gene öyle yapmıştı.

Cemil Bey, 2564 sefer sayılı, 17.00 İzmir Treninin baş makinistiydi. Trenin hareket etmesine yaklaşık bir saat kalmıştı. Cemil Bey ve yardımcı makinist Kemal Bey, üniformalarını giymişler ve personel yemekhanesinde yemeklerini yemişlerdi. Ardından da, görev yapacakları lokomotife binmişlerdi. Cemil Bey, hareket emrini alır almaz, treni ağır devinimlerle hareket ettirecek düğmeye basmıştı. Vakar tren, devasa bir canavarı çağırıştıran cüssesiyle ve gürültüsüyle gardan ayrılırken, lokomotifin bacasından etrafa savrulan dumanlar, o an tüm evreni griye boyamaktaydılar…

Bütün gün boyunca limoni bir hava vardı. Şimdiyse yağmur çiselemeye başlamıştı. Trenin kumanda bölümündeki yarı açık pencereden, yağmurla ıslanan buram buram toprak kokusu gelmekteydi. İki makinist bu insanı mutlu kılan toprak kokusunun büyüsüne kaptırmışlardı kendilerini. Bir süre sonra yağmur yüklü kara bulutlar gökyüzünü çepeçevre sarmıştı ve ardından da yağmur, sanki dünya kurulduğundan beri hiç yağmamış ta; şimdi, onun acısını çıkarmak istercesine indirmeye başlamıştı. Bir saatten fazla yağan yağmur, birden bire bıçakla kesilir gibi kesilmişti. Gün içinde olsa, çok büyük bir ihtimalle kocaman bir gökkuşağı, güneşin ardından gülen yüzünü gösterirdi. Tren, çok hızlı ilerlemekteydi. Ovalar, şirin Anadolu köyleri, dereler, ırmaklar, gelin gibi çiçeklerle süslenen yaylalar, ağaçlar birer birer yitip gitmekteydiler.

Tren, Eskişehir Garı’nın ardından İnönü istikametinden ilerleyerek Kütahya’ya ulaşmıştı. Sonrasında, Kütahya garından ayrılmıştı. Baş makinist Cemil Bey’in ve yardımcı makinist Kemal Bey’in şimdi istikametleri, Uşak üzerinden İzmir olacaktı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamış, tren ise, akşam karanlığını gündüze çeviren ışıklarını yakmıştı. Hava da gitgide soğumaktaydı. Kütahya çıkışında, Cemil Bey, treni Uşak yönüne doğru makas değiştirmişti. Lakin o esnada, yaygaracı tren, makinistini dinlemeden Afyon tarafına doğru makas değiştirerek ilerlemeye başlamıştı. Her iki makinist de, bu olaya bir anlam veremiyor ve heyecandan irileşmiş gözbebekleriyle birbirlerine bakıyorlardı. Kemal Bey, baş makinist Cemil Bey’in o an yanlış makas değişimi yaptığını düşünse de, dijital göstergelere göre, makas Uşak yönüne doğru değiştirilmişti. Bir yanlışlık yoktu. Fakat anlaşılmaz bir nedenle tren Afyon istikametine doğru ilerliyordu. Kısa bir süre sonra, iki makinist,2564 sefer sayılı İzmir Treninin yönetiminin artık kendilerinde olmadığını anlayacaklardı…

Akşamın son gölgeleri de Afyon Ovasını çepeçevre sararken, artık vagonlardaki İzmir yolcularından hiçbir farklarının kalmadığının ayırdında olan; şaşkınlıktan ve korkudan küçük dillerini yutan iki makinist ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Akşam, kati hükümranlığını ilan ederek son tepeleri de tüm gizemiyle kucaklarken, ağaçlar, birer heyula gibi trenin ardında koşar adım yitip gitmekteydiler. O esnada Cemil Bey, trenin üzerinde uçmakta olan kuş kümelerini görmüştü. Kuşların heyecanları anlatılır gibi değildi. Onlar da, bu gizemli akşamın çekim gücüne kendilerini kaptırmışlar ve sevinçten çıldırmış gibi sesler çıkarmaktaydılar. Kısa bir süre sonra, birden bire peydah olan keskin bir rüzgarın etkisiyle trenin bacalarından kıvrıla kıvrıla çıkan dumanlar, lokomotifin görüş açısını hemen hemen sıfıra indirmişti. Bunun üzere Cemil Bey,cansiperane bir şekilde kumanda düğmelerini harekete geçirmeye çalıştıysa da buna muvaffak olamamıştı. Ama, tren, gene de güvenle yolunda ilerliyordu. Sanki bir güç, treni ve içindeki yüzlerce yolcuyu koruyor gibiydi…

Sonrasında, Cemil Bey ve Kemal Bey, uçsuz bucaksız Afyon Ovası’nda; rüzgarla savrulan dumanların arasında Kurtuluş Savaşı Kahramanları olan Türk Askerlerinin silüetlerini görmüşlerdi. Kahramanlar silah çatmış, mercimek çorbası ve yarım somun ekmekten oluşan kumanyalatını yemekteydiler. Artık kendilerinde olmayan makinistler, birkaç dakika sonra, tüm Afyon Ovasının bu kahramanlarla dolu olduğunu fark etmişlerdi. Normal zamanda, korkunç gürültülerle yavaş yavaş duran tren, o an birden bire durmuştu. Ve rüzgar da şaşırtıcı bir şekilde aniden kesilmişti. Peşi sıra, az önce, tren bacalarının dumanları arasında buğulu ve silüet olarak görülen Kurtuluş Savaşının yiğitleri artık silüet olarak durmuyorlardı iki makinistin karşısında. Cemil ve Kemal Beyler, ne kadar gerçek ise Türk Askerleri de o kadar gerçektiler…

Gökyüzü envai çeşit büyüklükte yıldızlarla donanmıştı. İki makinist, daha önce hiç bu kadar görkemli ve ışıltılı yıldızları bir arada görmemişlerdi. Tam o esnada, tren rayının elli metre kadar ötesinde çorbasını içen bir Mehmetçiğin; nur yüzü , gökyüzünde ışıltıli bir resital veren yıldızların göz kamaştırıcı ışığı altında gün gibi aydınlanmıştı. Mehmetçik, çorbasını bırakarak, Cemil Bey’e dönmüş ve O’na gülen gözleri eşliğinde, parmağıyla Kocatepe’yi göstermişti…

Yıldızlar, şimdiyse Kocatepe’de, her geçen saniye büyüyen ve artık evrene sığmayan Mustafa Kemal Atatürk’ü aydınlatmaktaydılar,

Ardından Gazi’nin volkandan daha volkan sesi işitilmişti,

“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri !..”

Arslanlar, kapıvermişlerdi tüfeklerini çattıkları Şehitler Diyarı Anadolu Topraklarından,

Ölüm olup yağmışlardı Yunan’ın üstüne,

Yer, gök sallanmaktaydı,

Gazi, yaklaşmıştı mangal yürekli bir Mehmetçiğin yanına,

Öpmüştü evladının alnından gururla,

Gökyüzündeki yıldızlar yitip gitse de günün birinde,

Mehmetçikler ilelebet yaşayacaklardı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.