Uzun zamandır yağmakta olan sulusepken, yerini bıçakla kesilmiş gibi; sessiz bir fırtınayı andıran kar yağışına bırakmıştı. Küçük çocuk, annesinin bütün “olmaz”larına rağmen, kar’ın kendisine verdiği anlatılmaz coşkuyla, askıdaki mavi paltosunu bir çırpıda giymişti. Mehmet, annesi Muazzez Hanım’ın, nohut oda- bakla sofa evlerinin küçük ama bir o kadar da sevimli mutfağından getirdiği kabı almış ve sokak kapısını çarparak dışarıya fırlamıştı.

Akşam karanlığı, türlü oyunlar yaparak yere düşmekte olan iri kar tanelerine nazire yaparcasına Kuştepe’yi kuşatmaktaydı. Mehmet, öğleden, mahalle arkadaşı Gökay’la sözleştikleri gibi, Onların kapısını çalmıştı. Belki de, dünya kurulduğundan beri bu anı bekleyen Gökay, rüzgar gibi koşarak sokak kapısını açmıştı. O da, tıpkı arkadaşı gibi, sıkı sıkı giyinmişti ve gene Mehmet gibi, O’nun da elinde, plastik bir kap vardı. İki kafadar, artık iyice çıldıran şakacı kar taneleri eşliğinde, iki sokak ötede oturmakta olan turşucu komşularına gitmek için yola koyulmuşlardı. Mehmet ve Gökay, henüz birinci sokağı geçmemişlerdi ki; kar, neredeyse on dakika içinde bütün mahalleyi, bir gelin süsler gibi, anlatılmaz güzellikteki beyaza boyamıştı…

İki arkadaşın, kapının tokmağını çaldıklarındaki kalp atışları, birkaç sokak öteden bile duyulmuş olmalıydı. Öyle ya, Onlar biraz sonra, belki de dünyanın en güzel turşularını yapan Sadettin Amcaları ve karısı Macide Teyzelerinden turşu alacaklardı. Sözcüklerle anlatılması mümkün olmayan lezzetli turşularından bir kez yiyenin, bir daha bu turşuları unutması mümkün olabilir miydi hiç.. Çok geçmeden kapı açılmıştı. Macide Hanım, kendisine o çok yakışan gülen gözleri eşliğinde; kalplerinin güzelliği yüzlerine adeta bir ayna gibi yansıyan, sanki cennetten çıkma iki çocuğa: "Hoş geldiniz” demişti. Turşu arabaları, her zaman avluda dururdu. Orta yaşlı kadın, küçük misafirlerinin başlarını tıpkı anneleri gibi sevdayla okşayarak Onları; belki de yeşilin en güzeliyle boyanmış turşu arabalarının yanına götürmüştü.

Sadettin Bey’in ve Macide Hanım’ın çocukları olmuyordu. Bu yüzden, kutsal annelik duygusunu hiç yaşayamamış olan Macide Hanım, çocuklara pek bir düşkündü. Ne zaman komşuları turşu almaya gelseler, muhakkak çocuklarını da beraberlerinde getirirlerdi zira Macide Hanım, Onları sever, sohbet eder ve Onlara, o nurlu elleriyle yapmış olduğu turşularından ikram ederdi. Çocuklar da, hanımefendiyi çok severlerdi. Çoğu zaman, annelerinin izniyle, turşu almak bahanesiyle, annelerine yakın sevdikleri turşucu teyzelerine gider, Onunla dakikalarca sohbet ederler; kendilerine ikram edilen, tutkunu oldukları o güzeller güzeli turşu sularını kendilerinden geçmiş bir şekilde içerler ve bardağın dibinde kalan salatalık turşularını da afiyetle yerlerdi. Macide Hanım, bununla da yetinmezdi; küçük misafirlerine ikram etmek için; her zaman evinde rengarenk şekerler bulundururdu.

Macide Hanım, Mehmet’e ve Gökay’a; tatlı turşu suyu mu, yoksa acı turşu suyu mu istediklerini sormuştu. O an bu sorunun cevabı iki güzel çocuk için hiçbir önem taşımamaktaydı. Zira Onlar, Macide Teyzelerini özlemişler ve O’nu ziyaret etmek için gündüzden sözleşmişlerdi. Turşu bahaneydi.. Çocuklardan bir cevap alamayan hanımefendi, bu ışıltılı gerçeği hemen anlamıştı ve çok duygulanmıştı. Macide Hanım’ın göz pınarlarından süzülen birkaç damla, o an, avludaki loş ampul ışığının altında gün ışığı gibi parıldamaktaydı. Yıllardır evlat hasretiyle kavrulmakta olan Macide Hanım, bu; belki de, yeryüzünün en anlamlı gözyaşlarını çabuk çabuk silerek, iki çocuğa da adeta kendi çocuklarına sarılır gibi sarılmıştı. Çocuklar da hanımefendiye, kendi annelerine sarılır gibi sarılmışlardı.. Bir süre öylece kalmışlardı. Ardından, Macide Hanım, turşu sularını ve turşuları, çocukların getirmiş oldukları kaplara koymuştu. Peşi sıra, orta yaşlı kadın, Onlara bir süre beklemelerini söyleyerek, koşar adımlarla oturma odasına gitmişti. Macide Hanım, döndüğünde, elinde, içinde bütün çocukların bayıldıkları o envai çeşit şekerlere dolu, şekerlik vardı. Bunu gören Mehmet, hanımefendiye; zahmet etmemesini zira oraya sadece kendisini görmek için geldiklerini söylemişti. Gökay da gök mavisini andıran gözleri eşliğinde, başını sallayarak arkadaşını onaylamıştı…

Macide Hanım, o an yaşadıkları karşısında kelimenin tam anlamıyla büyülenmişti ve ne diyeceğini bilemiyordu. Gözleri doldu yeniden; ancak bu kez, gözyaşları, anneliğe hasret kadının göz pınarlarından damla damla değil, ummanları oluşturan damlacıklardan daha çok geliyordu. Hanımefendi, yavaşça çocukların yanlarına yaklaştı. O kadar duygulanmıştı ki elleri titremeye başlamıştı. Ardından, elindeki şekerlik yere düşmüş ve onun içindeki; çocukların kalplerinin aynası olan gökkuşağı renkli şekerler, avludaki turşu arabasının hemen yanına dökülmüşlerdi. Macide Hanım, çocuklara bir kez daha sarılmıştı. Onların saçlarını öpüyor, kokluyordu. Bu çocuklar, artık O’nun kendi çocuklarıydılar…

Macide Hanım, çocuklarını yolcu etmek için sokak kapısını açtığında, üçü de gördükleri karşısında gözlerine inanamıyorlardı: Yağmakta olan kar taneleri artık bilindik kar taneleri değillerdi. Yerden sonra tüm gökyüzünü de sevdalarıyla beyaza boyayan kar taneleri, artık kalp şeklinde yağmaktaydılar ve onların ışıltıları en parlak yıldızlardan daha göz alıcıydı…

Macide Hanım vefat ettiğinde, çok büyük bir mezarlık olan Alacahırka Mezarlığı’nda iğne atılsa yere düşmüyordu. Hiç kuşku yoktu ki, bu mezarlık bu kadar çok insanı bir arada görmemişti. Gelenlerin yarısından çoğu çocuktu. Bu çocuklar, anne- babalarının tüm “olmaz”larına rağmen, ortalığı yıkarak Onlara geri adım attırmış ve mezarlığa gelmişlerdi…

Şimdi hiç şüphesiz cennette ve canından çok sevdiği çocuklarıyla birlikte olan Macide Hanım’ın mezarı, sayısız çocuğun elleriyle özenle yerleştirdikleri binbir renkli çiçeklerle süslenmişti…

Güneşli bir yaz günüydü o gün,

Kar yağmaya başlamıştı birden,

Kar kristalleri, tıpkı o günkü gibiydiler,

Kalptiler,

Ve bunu sadece çocuklar görüyorlardı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.