16 yaşındaki genç kız, bir haftaya yakın bir süredir her gün istifra ediyordu; bu bazen günde iki ya da üç kez oluyordu. Kuzucuğun babası ve abisi, önceleri onun midesini üşüttüğünü düşündüler. Babası bitki çaylarıyla yavrusunun sıkıntısının geçebileceğini ümit etti. Sevgisiyle harmanladığı çayları elleriyle içirdi. Lakin bu çabalar hiçbir sonuç vermedi. Devlet Hastanesinin Çocuk Sağlığı Bölümünden randevu aldı. Gidildi. Kan tahlilleri, idrar tahlilleri yapıldı. Bir sorun gözükmüyordu. Gözükmüyordu gözükmesine ama Kuzucuk; azalmakla birlikte istifra etmeye devam ediyordu. Doktor, Çocuk Gastroenteroloji Bölümüne görünmesi gerektiğini söyledi. İki gün sonrası için randevu alındı…

Randevudan bir gün önce, Trabzon’da bardaktan boşanırcasına yağan yağmur, bu rüya şehri evren kadar geniş bir griye boyamıştı. Aşağıdan gökyüzüne bakıldığında, belki de binlerce katmandan oluşan gri hükümranlığı, insanların yüreklerine oluk oluk karamsarlık ve mutsuzluk akıtıyordu. Yazdı. Ancak ruhsuz bir yaz; bu rengin egemenliği altında kelimenin tam anlamıyla eziliyordu. Bir martı kümesi adet yerini bulsun diye denizin üzerinde birkaç daire çizdiler. Bırakın o tadına doyulmaz şarkılarını söylemeyi; sesleri dahi çıkmıyordu. Görkemli (!) yazın çaresizliğine onlar da içerlemiş olmalıydılar…

50 yaşlarında, saçlarının beyazı artık iyiden iyiye belirginleşen adam, sehpanın üzerindeki sigara paketinden bir sigara yaktı. Derin bir nefes çekti. Duvar saati acımasız gürültüler çıkartarak saatin on bir olduğunu söyledi. Kuzucuk bitkindi. Akşamdan televizyon seyrettiği koltuğunda uyuyakalmıştı. Öpmelere kıyamadığı yavrusunu kollarına alarak onu odasına götürüp yatırmıştı. Sahili gören pencerenin bitişiğindeki yeşil koltuğa oturdu. Adeta evren kurulduğundan beri hiç yağmamış olan ve bunun acısını çıkarmak için bula bula yarını ne getireceği belli olmayan bu geceyi bulan kibirli yağmura kızdı. Çok kızdı. Ufukta ardı ardına şimşekler çaktı. Adam ya sabır çekti. Ertesi günü düşünmeye başladı. Kuzucuğuna ve oğluna belli etmemişti ama yavrusunun neden uzun zamandır istifra ettiğini çok merak ediyordu. Bir önceki doktor, bu durumun reflü kaynaklı olabileceğini ancak başka bir sebebinin de bulunabileceğini söylerken Kuzucuğun babasından gözlerini kaçırmıştı. Emekliliğine yaklaşmış İngilizce Öğretmeni, bunu hemen fark etmişti. O an yüreğinin yandığını, acıdığını hissetmişti. Camdan birbiri ardına inmekte olan su damlacıkları, yüzünü cama dayayan ve boş boş dışarıya bakan adamın gözlerinden sicim gibi inmeye başlayan damlaları görünce, kendilerinden utandılar. Bıçakla kesilmiş gibi kesildi yağmur. Boran dışarıda kesilmiş olabilirdi. Fakat evin içinde aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Adam aklına iyi şeyler getirmeye çalıştı. Yarın endoskopi sonucunda önemsiz bir şey çıkacağını umdu. Kendini buna inandırmak için bütün gücünü kullandı. Kullandı kullanmasına ama bir süre sonra aklına diğer olasılık geldi. Boğazına bir şeyler düğümlendi. Yutkunamadığını fark etti. Elinin tersiyle iyice ıslanan yüzünü silmeye çalıştı. Söz konusu olan hayatının anlamı Kuzusuydu. Kendisi için olsa bu kadar önemsemezdi. O ise daha 16 yaşındaydı. Hayatının baharındaydı. Görecek çok güzel günleri vardı. O an, tüm kalbiyle bunun gerçekleşmesini diledi.. İçine iyimserlik ışığı alabildiğince doldu. Kendini daha iyi hissetti.. Bir süre sonra koltukta uyuya kaldı…

Tan ağarmıştı. Bir süre sonra güneşin ilk ışıkları adeta bu güzel aileye kuvvet verircesine önce bu eve misafir olmaya başladılar. Adam gözlerine gelen oyuncu ışıkları fark edince, uyumadan önce içini sarıp sarmalayan iyimserliğinin biraz daha arttığı hissetti. Yavaşça koltuğundan kalktı. Dengesini sağlayamadı, sendeledi. Tam düşüyordu ki son anda toparladı. O an gözü karşı duvardaki emekli öğretmen Annesinin siyah-beyaz fotoğrafına ilişti. Yıllarca önce kaybetmişti anneciğini orta yaşlı adam. Kuzusu gözlerini babaannesinden almıştı. Ne zaman Kuzucuğuna baksa, onun gözlerinde yaşayan, ölümsüzleşen anneciğini görürdü. Bu kez fotoğrafta anneciğinin gözlerinde Kuzucuğunu gördü.. İçini tarifsiz bir mutluluk kapladı. Zira Anneciği ve Kuzucuğu birlikte kendisine neşeyle bakıyor ve: “Sıkıntı yapmana gerek yok..” diyorlardı. Açık pencereden sözcüklerle anlatılmaz güzellikte bir yaz esintisi odaya yayıldı. Bu sıradan bir rüzgar değildi. Haberci bir rüzgar olmalıydı: “Kuzucuğuna hiçbir şey olmayacak..” diyordu o da…

Adam, Kuzucuğun odasına geldi. Onun saçlarını okşadı. Bu belki bin yıl belki de bin yıldan daha da uzun sürdü. Kuzucuk babasının geldiğini fark etmedi. Varla yok arası bir gülücük belirdi nurlu yüzünde. Sonra bu gülümseme daha da belirginleşti. Lakin bu sıradan bir gülümseme değildi. Adam bundan emindi.. Kuzucuk Meleklere gülümsüyor olmalıydı. Kuzucuk mırıldandı. Anlatılır gibi değildi. Adam, Kuzusunun evrendeki en güzel koku olan evlat kokusunu ciğerine çekti. Saçlarını öptü. Saçlarını öperek onu uyandırdı. Göz göze geldiler: “Babacım..” diye coşkuyla bağırdı Kuzucuk.. Birbirlerine sarıldılar. Bin yıl daha geçti…

Baba- Oğul- Kız, Endoskopi Kliniği’nin önünde sıra bekliyorlardı. Lakin bu bekleyiş onlara uzun, çok uzun geldi ve onları endişeye sevk etti. Adamla oğlunun yüzlerinde bir tedirginlik vardı. Birbirlerinin gözlerine bakmamaya çalışıyorlardı. Kuzucuk babasına ve abisine göre biraz daha rahattı. Elbette o da endişeleniyordu ama hiç kuşku yoktu ki duyduğu endişe babası ve abisi kadar değildi. Kuzucuk babasının ve abisinin ellerini sıkı sıkıya tutarak, sevgi dolu bakışlarıyla onlara baktı. Kuzucuk, abisinin ve babasının birden dolan gözlerinden hafifçe aşağıya kaymaya başlayan yaşları, kendi kalbi kadar temiz mendiliyle sildi. Abisi de, babası da dayanamadı. Kuzucuğa sarıldılar. Abisi bir yanağından öperken, babası da öbür yanağından Kuzucuğu öpüyorlardı. Sıradaki hastalar ve onların yakınları da bunu görünce duygulandılar. Hayranlıkla bu güzel aileyi izlemeye koyuldular. Genç bir kadın bu manzaraya kendini öylesine kaptırmıştı ki; bir süre sonra kendisini izleyen Kuzucuğun güzeller güzeli bakışlarını gördü. Utandı. Acemi hareketlerle gözlerini kaçırmaya çalıştı. Çalıştı çalışmasına ancak başaramadı…

Doktorun kapısı açıldı. Hemşire içeriye hastayla yakınının gelmesini söyledi. Abisi, “Hadi bakalım Kuzucuk, şu endoskopiye ondan korkmadığını göster..” diye seslendi. Kuzucuk; kendisinden emin bir tavırla: “Tamam Abicim..” diye cevap verdi. İçeri girdiler. Kuzucuğa narkoz yapılabilmesi için damar yolu açıldı. Narkoz yapıldı. Bir süre sonra Kuzucuk, narkozun etkisine girdi. Doktor endoskopiyi yapmaya başladı. Babası, monitörden işlemi izlerken, Kuzucuk boş bakışlarla bir noktaya bakıyordu.

Adam, o an hayatının en zor dakikalarını yaşadığını biliyordu. Yüreği adeta bir kuş olup çırpınırken boğazının yine kuruduğunu hissetti. Kalbindeki çarpıntı daha da hızlandı. Biraz sonra doktor sonucu söyleyecekti. Onun ağzından çıkacak güzel bir haber, ona dünyaları verecekti. Peki ya o aklına getirmek istemediği şeyi söylerse?.. İşte o zaman ne yapacaktı.. Kuzucuğunun elinden cılız bir sonbahar yaprağı gibi kaymasına nasıl dayanabilirdi.. Soğuk soğuk terliyordu. Doktorun gözü adama kaydı. o saniye, kızını ne kadar çok sevdiğini ve hiç düşünmeden canını onun için seve seve vereceğini düşündü. Gözleri buğulandı. Hemşireyle göz göze geldi. Onun da gözleri buğulanmıştı. Hemşire, peçeteyle doktorun göz kapaklarının altında kümelenmiş göz yaşlarını yavaşça sildi. Doktor o an babasını düşündü. Onun da babası kendisine çok düşkündü. O yüzden yanında duran; belki de hayatının sınavını veren adamcağızı çok daha iyi anlıyordu. Ve sonucun güzel olduğunu söylemek için can atıyordu.

Sonuç fena değildi. Lakin emin olmalıydı. O yüzden Kuzucuğun babasına bir şey söylemedi. Son tetkiklerini de bitirdi. Bir süredir kendinde olmayan ve terden yüzü ıpıslak olan adama başını çevirdi. Mutluluk dolu bakışları eşliğinde, “Gözünüz aydın. Endişelenecek bir şey yok. Reflü başlangıcı. Ama bundan sonra yediklerine içtiklerine dikkat edecek. Ve üç ay boyunca verdiğim ilaçları aksatmadan kullanacak..” dedi.

Beklenen, özlenen ve uğrunda can verilecek bu söz üzerine belki de ömrünün yarısını vermiş olan adam ağlamaklı oldu. Minnetle doktora ve hemşireye baktı. Adam, kliniğin duvarında; evdeki Anneciğinin Fotoğrafının belirdiğini gördü. Gözlerine inanamadı. Annesi, çocuğuna şefkatle gülümsüyordu. Kısa bir süre sonra annesinin, Kuzucuğuna dönüştüğünü gördü. Zaten gözleri aynı değil miydi.. Adamın gözleri kamaştı. Kendinden geçti. Coşkuyla doktor hanıma ve hemşireye teşekkür etti. Ne söyleyeceğini bilemiyordu…

Kuzucuğu Endoskopi masasından kaldırıp narkozun etkisinin geçmesini bekleyecekleri yan odaya götürdüler. Abisi de onların yanında olmak istiyordu. Doktor Hanımdan izin alındı. Narkozun etkisiyle Kuzucuk ağlıyordu. Ağlıyordu ve babasının elini bir an olsun bırakmıyordu. Endoskopi yapılırken de ne babası ne Kuzucuk birbirlerinin elini bir an olsun bırakmışlardı.. Kuzucuk ağlarken: “Baba, baba.." diye inliyordu. Çocukken de ağlarken böyle derdi. Babası buna ta o zamanlardan alışıktı. Artık iyice kendine gelmekte olan yavrusuna sarıldı. Gıdısını kokladı. Öpmek istedi. Öpmeye kıyamadı. Abisi de Kuzucuğun, ter içinde olmasına rağmen kendisine mis gibi gelen kokusunu doya doya ciğerine çekti. Baba-Oğul göz göze geldiler. Anlatılmaz bir mutluluk yaşadıkları bakışlarına yansıyordu. Evlerinin neşesi iyileşecekti…

Gri gecede yaşama sevinçlerini kaybeden kar gibi bembeyaz Martılar da, Kuzucuktan gelen ışıltılı haberle sevinçten deliye döndüler.. Yorulup nefessiz kalıncaya kadar neşeyle kanat çırptılar…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.