30 yıllık İngilizce Öğretmeni Tamer Bey, çoktandır düşündüğü emeklilik kararını vermişti. Lakin bu kararı almak onun için hiç de kolay olmamıştı. Öğrencilerinden ayrılmak, yıllar yılı severek yaptığı Öğretmenliği bırakmak onun için zordu. Çok zordu. 24 yaşındaki avukat olan kızı Çiğdem’e ve 28 yaşındaki İktisatçı oğlu Ferit’e bu kararını söylediğinde babalarını çok seven pırlanta gibi iki genç onun bu kararından çok mutlu olmuşlardı.

Tamer Bey, çocuklarını üniversitede okutup onları güzel birer iş sahibi yapmadan emekli olmamıştı. Ancak artık gönül rahatlığıyla emekli olabilirdi. Öğretmenliğe başladığı yıllardan beri hayali olan Bozcaada’ya yerleşebilir, senenin çoğunu çocuklarıyla birlikte, birkaç ayını da aşık olduğu Bozcaada’da geçirebilirdi. Bu büyülü adaya üç sene önceki yaz tatilinde arkadaşlarıyla gitmiş, oradaki sözcüklerle anlatılması mümkün olmayan güzelliğe hayran kalmıştı. Su kadar berrak bir gerçek vardı: eninde sonunda Bozcaadalı olacaktı…

Güler yüzlü adam sabaha kadar gözünü kırpmadı. Sabah uçağıyla Gökçeada’ya oradan da Bozcaada’ya gidecek, güzel bir pansiyondan yer ayarlayacak ve bir ay kadar orada kalacaktı. Çiğdem babası kalkmadan onun en çok sevdiklerinden oluşan mükemmel bir kahvaltı hazırladı. Ferit’le birlikte sabaha kadar uyuyamamış ancak son bir iki saatte uykuya dalan babalarının odalarına geldiler. Ferit bir yanağından Çiğdem öbür yanağından saçları artık bir değirmeni andıran, yüzüne kırışıklar yerleşen babalarını öperek uyandırdılar. Tekaüt öğretmen eskiden beri buna bayılırdı. Yavaşça gözlerini açtı. Lakin çocuklar bunu fark etmedi. Uyur numarası yaptı. Yaptı yapmasına ama göz kapaklarının hafifçe kıpırdamasına da engel olamadı. Çocuklar bunu gördü. Neşeyle birbirlerine göz kırptılar. Canından çok sevdiği çocuklarının ışıltılı kalplerine tüm hayatı boyunca insanları yürekten sevmeyi ve her koşulda dürüst kalmayı adeta nakış gibi işleyen orta yaşlı adam, ani bir hareketle kollarını açarak onları yakaladı. Ve yatağa çekti. Ferit ve Çiğdem babalarının yanlarına birer serçe gibi kıvrılıverdiler. Bir süre öylece kaldılar. Çiğdem incecik sesiyle şöyle dedi:

-Kahvaltı hazır. Kar Prensim adada bir aydan fazla kalmayacak. Kalırsa hiç şüphesi olmasın abimle sabahın köründe itfaiyeye gider ve oradaki en basınçlı suyla adada kalacağın pansiyonu darmadağın ederiz, benden söylemesi…

Bu sözün üzerine atletik yapılı delikanlı o hızlı hızlı konuşmasıyla kardeşini tasdik etti. Bununla da en az kardeşininki kadar kuvvetli bir tehdit savurdu:

-Hele bir ayı geçsin bakalım, o zaman şimdi yapacağımızın yüz mislini yaparız…

Ferit sözünü bitirir bitirmez gençler hınzırca birbirlerine gözlerinin içine baktılar ve aynı anda icraatlarına başladılar. Çiğdem bir yandan Ferit diğer yandan uyku sersemi babalarını gözlerinden yaşlar gelene kadar gıdıkladılar. Tamer Bey bir yandan katıla katıla gülüyor bir yandan da yavrularından aman diliyordu. Daha küçük birer çocukken de bunu yaparlardı. Şimdi de yapıyorlardı. Babalarının bu zaafını değerlendirmeye bayılırlardı. Tamer Bey daha fazla dayanamadı. Çaresiz bir şekilde;

-Tamam, tamam söz. Bir aydan fazla kalmayacağım…

Bir süre baba oğul kız birbirlerine sıkı sıkıya sarılıp öylece kaldılar. Anlatılır gibi değildi. Trabzon sahilinden gelen ona yakın martı evin etrafında dönmeye başladılar. Balkondan başlarını eğerek ve böcek böcek bakarak bu tabloyu selamladılar. Yavru bir martı oyun olsun diye balkonun açık penceresinden içeri süzüldü. Karyolanın kenarına kondu. Hepsine tek tek gülümsedi sonra geldiği gibi anne ve babasının yanına kanat çırptı…

Emekli Öğretmen, feribota bindiğinde hafif bir rüzgar vardı. Yanındaki kendisiyle aynı yaşlardaki ince yüzlü kadına şöyle dedi:

-Hanımefendi burada böyle bir rüzgar varsa, Bozcaada’da kim bilir nasıldır?

Zarif olduğu vücut diline yansıyan kadın, tane tane konuşmasıyla Tamer Bey’e dönerek:

-Beyefendi biz buna rüzgar demeyiz. Olsa olsa esinti deriz. Rüzgar Bozcaada da ise rüzgardır. Ben emekli öğretmenim. Yazlarımı güzeller güzeli adamda geçiriyorum. İnanın bana içime huzur veren o rüzgar olmasa mutlu olamam…

Tamer Bey, hayranlıkla kadını başıyla onayladı: “Ben Tamer, sizin gibi emekli öğretmenim” dedi. Kadın, beyefendi bir insan olduğu konuşmasından anlaşılan adamın uzattığı eli sıktı: “Ben de Nihal, çok memnun oldum.” dedi. Birbirlerinin gözlerinin içine bakarak gülümsediler. Tamer Bey, kadının ela gözlerinin güzelliğine hayran kaldı. İçini hafif bir ürperti kapladı. O an kendini liseli gençler gibi hissetti. Utandı. Yüzüne hafif bir pembe geldi çöreklendi. Kadın anladı. Sonra aynı şey onda da oldu. Tamer Bey’den gözlerini kaçırdı…

Feribot Bozcaada vapur iskelesine yanaşırken rüzgar hızını arttırıyordu.. Ancak bu arttırış insanları zerre kadar rahatsız etmiyor, tersine huzur veriyordu. Feribot iskeleye yanaştı. Yolcular ağır adımlarla feribotun çıkışına ilerlediler. O esnada Tamer Bey, hoşlandığı kadına Bozcaada’nın yabancısı olduğunu, vakti olursa kendisine burayı gezdirmesini rica etti. Bunu söylerken orta yaşlı adamın yüzü gene pembeleşti. Olabildiğince sessiz söylediği bu sözleri hemen yan taraflarındaki genç bir kadın duydu. Tebessüm etti. Orta yaşlı kadın Tamer Bey’e: “Neden olmasın..” diye cevap verdi. Orta yaşlı adam bunun üzerine tüm cesaretini toplayarak kadından cep telefonunun numarasını istedi ve tabii ki aldı da..

Bu bir başlangıçtı. Martılar ve rüzgar bu başlangıcı hissetmiş olmalıydılar ki çok mutlu oldular; martılar ve rüzgar senkronize su balesi sporcuları gibi kadının ve adamın etrafında türlü oyunlar yapmaya başladılar. Tamer Bey’in en çok sevdiği kuşlar olan martılar işi daha da ileriye götürerek, hokkabazlıklar yaparak kadının ve adamın mutluluklarına mutluluk kattılar. Yanlarındaki kadın hızlı adımlarla yanlarından ayrıldı. Bir süre sonra aniden döndü. İkisine de candan bir tebessüm eşliğinde göz kırptı. Onlara varla yok arası şöyle seslendi: “Sakın birbirinizi bırakmayın, çok yakışıyorsunuz..” Kadın ve adam şaşırdılar, çok da utandılar. Gözlerini birbirlerinden kaçırdılar. Sonrasında kadın diğer yolcuların arasında gözden kayboldu…

Tamer Bey adaya ayağını basar basmaz kendisini tarif edemeyeceği kadar neşeli hissetti. Önceden gelişinden bilirdi. Bozcaada’da asık suratlı insan görmek kabil değildi. Yediden yetmişe herkesin yüzünde bir yaşama sevinci vardı. Zira bu büyülü adanın bir ruhu vardı. İster misafir olarak gelsin, isterse adalı olmak için gelsin, her kim olursa olsun onu şefkatle sarıp sarmalar, dertlerini sıkıntılarını alır götürürdü. . İnsan kendisini burada dünyaya yeniden gelmiş gibi hissederdi. Hele iskeleden adanın içlerine doğru ilerlediniz mi mutluluğunuz katmerlenirdi. Uzun yıllardır dostça bir arada yaşayan Türklerin ve Rumların, çoğu beyaz boyalı ve deniz mavisi pencereli evlerinin bahçelerinden tüm adaya yayılan envai çeşit çiçek kokuları adeta insanı sarhoş ederdi. Bozcaada’da hiç bilmediğiniz, hiç görmediğiniz çiçekleri görür kendinizden geçerdiniz. Hele o anlata anlata bitiremeyeceğiniz eski evlerin bahçelerindeki asmalara bitiştirilmiş gibi duran; tıpkı bir saat gibi akrep ve yelkovanı olan; eflatunun o en büyülü tonuyla bezenmiş saat çiçeklerini ve bin bir renkli begonyaları gördüğünüzde o güne kadar yaşamamış olduğunuzu duyumsar ve yüzünüze hafifçe çöreklenen bir pişmanlık eşliğinde hayıflanmaktan kendinizi alamazdınız. Sonra başınızı hafifçe yukarıya kaldırdığınızda bülbüllerin, yalıçapkınlarının ve kanaryaların o bitmek tükenmek bilmeyen ve evrenin varoluşundan bu yana devam eden hokkabazlıklarına, cıvıl cıvıl ötüşlerine ve içlerinden meraklı olan bir tanesinin; siz daha anlamadan omuzunuza konup: “hoş geldiniz..” demesine şahit olurdunuz. Ardından bir yağmur başlar. Yağmur dediğiniz bu damlacıklar esasında adanın misafirlerinin mutluluk gözyaşlarından başka bir şey değildirler. Şakacı rüzgâr yağmurla dile gelen toprağın o harikulade kokusunu tüm adaya servis eder. Bozcaada’da yeşil gerçekten yeşildir. Yeşil rengi o güne değin görmeyen insanlar için üzülürsünüz. Adanın içlerine ilerledikçe Yani’nin küçük rum meyhanesini görürsünüz. Anlatılır gibi değildir. O, karısı Eleni ile akşam gelecek misafirler için hazırlık yapmaktadırlar. Eleni’nin mezeleri tüm adanın dilindedir. Akşam güneşi Bozcada semalarında en güzel turuncuyla bezendiğinde hanımefendi ve beyefendiler Rum ezgilerini dinlerken ve denizin tadını çıkartırlarken bir yandan da tadına doyamadıkları enfes rakıyla hayat budur derler…

Tamer Bey, Nihal Hanım’ın telefon numarasını titreyen parmaklarıyla çevirirken sesine ayar verdi. Çok geçmeden telefon açıldı. Açılan sadece telefon değildi. Hanımefendi’nin gönlü de beyefendiye açılmıştı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.