O gece ne adamın, ne de kadının gözüne uyku girdi. İkisinin arasında tarifsiz bir çekim gücü oluşmuştu. İlk gördükleri andan itibaren birbirlerinden çok hoşlanmışlardı. Adam, kadından ve torunlarından ayrıldıktan sonra, eve geçmeden önce markete uğramış ve sigara almıştı. Buna kendisi de çok şaşırmıştı. Gece boyunca yarım pakete yakın sigara içti..

Güneşin ilk ışıkları Trabzon semalarında boy gösterirken adam uyandı. Kalbi pır pır ediyordu. Uzun zamandır sakallarını kesmiyordu. Aynanın karşısına geçti. Tıraş sabununu, fırçaya sürdü. Sabunu yüzünde köpürtürken eskilerden bir şarkı dolandı diline. Bir yeni yetme gibi uzun süre o şarkıyı yüksek sesle söyledi durdu. Alt kattaki yaşlı kadın biraz sinamekiydi. Azıcık sesten bile rahatsız olur, bastonuyla ses gelinceye kadar tavana vururdu. Adam umursamadı.. Tıraşı bitirdikten sonra enfes kokulu bir losyon sürdü. Çok sevdiği lacivert çizgili takım elbisesini ve turuncu desenli kravatını gardırobundan çıkardı. Ütü masasını hazırladı. O arada televizyonu açtı. Türk Sanat Müziği çalan bir radyo kanalı buldu. Keyifle ütü yapmaya başladı. Güzel ütü yapardı. Tabiri caizse ütülediği kıyafetler jilet gibi olurdu. Takım elbiseyi ve kravatı oturma odasındaki ikili koltuğun üzerine usturuplu bir şekilde bıraktı. Akşam hanımefendiyle buluşuncaya kadar orada, gözünün önünde durmalarını istiyordu. Bu hoşuna gidiyordu. Televizyonun sesini biraz daha açarak mutfağa geçti. Alttan gelen baston sesleri arasında kendine mükellef bir kahvaltı hazırlamaya koyuldu..

Kadın da erken uyanmıştı. Uyanır uyanmaz aklına, bankta yan yana oturdukları andaki heyecanı geldi. Yanakları pembeleşti. Aynanın karşısına geçti. Onbeş dakikaya yakın saçlarıyla uğraştı. Beyazlar canını sıktı önce ama sonrasında umursamadı. Önce saçlarını omuzlarına düşürdü. Beğenmedi. Topuz yaptı. Topuz hoşuna gitti. Karar verdi. Akşam buluşmaya giderken topuz yapacaktı. Kızıyla damadı tatil günü olduğu için öğlene kadar uyurlardı. İçi içine sığmayan kadın, ikisi bir odada yatan küçük kızların odasına girdi. Eğildi. Kokladı onları doya doya. Öptü. Valizinden göz kamaştırıcı beyaz bir elbise çıkardı. Gözlerinin içi gülerek onu ütüledi..

İkisinin de yanıtını bilemediği çok zor bir soru vardı. Akşama kadar vakit nasıl geçecekti..

Adam altı buçuğa doğru Botanik Park’ın, dolmuş durağı karşısındaki alt girişinin önünde kadını beklemeye başladı. Yakışıklı mı yakışıklıydı. Bakımlı mı bakımlıydı. Ellili yaşlarında olmasına rağmen, çalışırken öğrencilerinin söylediği gibi hala kırk yaşlarında gösteriyordu. Elindeki kahverengi çantası da şıklığını arttırıyordu. Altıya on kala, kadın Atatürk Köşkü yönünden göründü. Adam o kadar heyecanlıydı ki; elini, kolunu koyacak yer bulamıyordu. İçinden umarım saçma sapan bir şey yapmam diye geçirdi. Kadın yaklaştıkça, gözünü ondan ayıramıyordu. Beyaz bir elbise bir insana bu kadar mı yakışır diye düşündü. Tokalaştılar. Adam yanında getirdiği çiçeği kadına sundu. Kadın teşekkür ederken, kadının sol yanağında belirgin bir gamze oluştu. Adam buna bayıldı. Nazlı bir genç kız gibi kıvrıla kıvrıla ilerleyen parke taşlı yoldan ilerlediler. Birbirlerine nasıl olduklarını sordular. Sağlı sollu bakımlı çimlerden ve hemen hemen tüm dünyadaki bitkilerden oluşan muhteşem manzaranın tadını çıkarıyorlardı. Yürürken adamın eli, kadının küçücük, zarif eline dokundu. Adam utandı. Ne yapacağını, edeceğini bilemedi. Neyse ki kadın konuşmaya başlayınca durumu toparladı. Adam, kadını yemekten önce Botanik’in güney kısmında bulunan, etrafı tellerle çevrili yavru geyik ve tavşanların bulunduğu bölüme götürdü. Sevimli hayvanlar kadının çok hoşuna gitti..

Güneş gökyüzündeki kifayetini yavaş yavaş yitirirken ve akşam çok uzaklarda değilken Trabzon’u hemen hemen tamamen gören Botanik Restoran’a geldiler. Hava hafif serinlemişti. Adam kadına içeride mi yoksa dışarıda mı oturmak istediğini sordu. Kadın dışarıda oturmayı tercih etti. Enfes bir sohbet eşliğinde yemeklerini yediler. Sonrasında restoranın ikramı olan tavşan kanı çayı içtiler..

Hava kararmıştı. Gün çok sıcaktı ama akşam sıcak yerini neredeyse üşüten bir serinliğe bırakmıştı. Restoranın az aşağısında, doğu botanikte bulunan, çevreleri kırmızı ve mavi projektörlerle çerçevelenen ve projektörlerin yansıttığı ışıklarla bir masal diyarını çağrıştıran ağaçların yanına geldiler. Öyle ki bu muhteşem ışıklar Trabzon’un pek çok yerinden görülebiliyordu. Ağaçların yanındaki banka oturdular. Az aşağıdaki dar yürüme yolunda insanlar aileleriyle yemek sonrası yürüyüş yapıyorlardı. Kısa bir süre onları izlediler. Adam el çantasından sigara paketini çıkardı. Kadın buna çok şaşırdı. Adam gülerek: “siz içerken, eşlik etmemek yakışık almazdı.” diyerek kadına sigara ikram etti. Önce kadının, sonra kendi sigarasını yaktı. Görsel bir şölen sergileyen, mavi ve kırmızının belki de dünyanın en eşsiz birlikteliğini sunan ağaçların hemen yanına yirmili yaşlarda beş-altı kişilik kızlı-erkekli bir grup gelmişti. Üniversite öğrencisi olmalıydılar. Çimenlere oturdular. Uzun saçlı olan bir delikanlı yanında getirdiği gitarı kılıfından çıkararak Pink Floyd’dan şarkılar çalmaya ve söylemeye başladı. Diğerleri de büyük bir heyecanla delikanlıya eşlik ettiler. Adam ve kadın gençleri mutlulukla izlediler. Yarım saat kadar sonra gençler yanlarında getirdikleri yiyecekleri yemeye başladılar. O esnada, ondan ne kadar çok hoşlandığını söyleme cesaretini kendinde bulamayan adam, mecburen kadınla havadan sudan konuştu. Sonra adamım aklına çok güzel bir fikir geldi. O da güzel gitar çalıyordu ve The Beatles’ın hemen hemen bütün şarkılarını çalar, söylerdi. Hanımefendiyi zarifçe elinden tutarak, onu gençlerin yanına götürdü. Samimi bir selamlaşma sonrasında, izinleriyle gençlere katıldılar. Adam, uzun süredir gitar çaldığı için hayli acıkmış gözüken delikanlıdan gitarını rica etti. Delikanlı biraz merak, biraz şaşkınlık içinde gitarını uzattı. Adam gençlere dönerek ve gözlerinin içi gülerek: “Pink Floyd’a bayılırım. Verdiğiniz müzik ziyafeti için çok teşekkürler. Şimdi ben de size The Beatles’tan şarkılar çalmak istiyorum. Söyleriz değil mi?” Son sözü söylerken kadına Romeo’nun Juliet’e, Ferhat’ın Şirin’e baktığı gibi bakan adam, kadını kendine oldukça hayran bırakmıştı.

Modası hiçbir zaman geçmeyen The Beatles şarkıları herkesi kendinden geçirmişti. Kadın da dahil olmak üzere, hepsi bildikleri şarkılara eşlik ettiler. Adamı gitar çalmayı bıraktığında dakikalarca alkışlandı. Adeta büyülenmiş gibi kendisini izlemekte olan kadının gözlerinin içine içine bakarak gençlere şöyle dedi: “Gençler, gerçek aşk hayatta bir kez tadılır. Ben, yanımda gördüğünüz bu zarif hanımefendiyi tanımadan önce aşkı tanımadım. Şimdi hepinizin önünde ona bir şarkı söylemek istiyorum..Grup bir ağızdan yüksek sesle: "söyle, söyle" diye tempo tuttular. Gitarı eline alırken, gözü sevdiği kadına ilişmişti. Parlak ay ışığı altında inci gibi ışıl ışıl parlayan göz yaşlarını gördü. İçinde kelimelerle anlatılmayacak bir huzur duydu. Zira kadının gözyaşları mutluluk gözyaşlarıydı..

"SAMANYOLU" şarkısını bütün kalbiyle söyledi. Şarkı bitiminde yerden kalkarak, birkaç zamandır sevinçten deliye dönen kırmızı ve mavi ışığın eşliğinde kadının önünde durdu. Çömeldi. Ela gözlü kadının gözlerinin içine bakarak: “SENİ ÇOK SEVİYORUM VE HER ZAMAN YANINDA OLMAK İSTİYORUM..” dedi. Kadının heyecandan nefes alıp vermesi dışarıdan bile görülebiliyordu. Bir şeyler söylemeye çalıştı. Söyleyemedi. Uzun saçlı delikanlı kaşla göz arasında gitarını eline alarak SAMANYOLU şarkısını bir de o çalmaya başladı. Gençlerin davet alkışları arasında adam kadını dansa kaldırdı…

Dans ederlerken, kendilerini hayranlıkla izleyen ateş böceklerini gördüler. Onlar da şarkıya eşlik ediyorlardı..

Ve zaman durdu..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.