Sevgili Okuyucularım,

Bugün sizlerle kanayan bir yara olan ‘baz istasyonları’nın şehir merkezlerindeki evlerin, apartmanların çatılarından adeta mantar gibi bitmesinin bende yarattığı derin endişeyi paylaşmak istiyorum.

Bugün ne acıdır ki, güzel ülkemizin tüm şehirlerinde, şehir içinde çok sayıda baz istasyonu görüyoruz. Bilim adamları, bu istasyonların 200 metre genişliğindeki bir alanda yaydıkları devasa radyasyonun etkilerinin önümüzdeki yıllarda kesinlikle görüleceğini; zaten her geçen gün toplumun başına bela olan kanserin daha da can yakıcı hale geleceğini belirtiyorlar.

Düzce'de çocuk parkının göbeğine baz istasyonu! - umke.gov.trGörevim sebebiyle bugüne kadar bulunmuş olduğum üç ülkenin şehir merkezinde gördüm ki; şekilleri itibariyle kolları ve bacakları olan meşum bir yaratığı andıran baz istasyonlarından eser yoktu.

Öğrendiğime göre bunlar oralarda şehir dışında kuruluyormuş. Bunu duyduğum an yüreğimde derin sızılar hissetmiştim. Sizler de fark etmişsinizdir. Şehirlerimizde evlerin, okulların, camilerin ve hastanelerin burunlarının dibine pervasızca dikilen -ben onlara ölüm istasyonları diyorum- bu baz istasyonlarının korkunç etkilerini görmek için Chernobyl Nükleer felaketinin ardından gelen yıllarda kanser vakalarının katlanarak artmasını görmek mi gerekiyor?

Sevgili Okurlarım, bu ölüm istasyonlarının mahallemizde, caddemizde ve evimizin hemen arkasında, yanında bulunması daha mı masum sizce. Hayır, kesinlikle hayır zira o istasyonlar 7/24 ölüm saçmaya devam ediyor. Öyle caddeler var ki; bir okul ve çevresinde bir ve bazen de ne yazık ki iki baz istasyonu bulunuyor. Gözbebeğimiz olan yavrularımız günlerinin yarısını okullarda geçiriyorlar. Derslerde, teneffüslerde büyük oranda radyasyona maruz kalıyorlar. Yetişkinler için de bu büyük bir tehlike ancak küçük canlar için daha büyük bir tehlike teşkil etmiyor mu?

Canımı çok sıkan bir durum da, bazı ev sahiplerinin çevresindeki insanların sağlıklarını zerre kadar umursamadan evlerinin çatılarını güzel rakamlar karşılığında telefon şirketlerine kiralıyorlar. Bunu yaparken ya evlerinde oturmaya devam ediyorlar-radyasyonun bu durumda kendilerine önemli bir etkide bulunmadığını biliyorlar- ya da aldıkları güzel paralarla başka yerlerden ev tutuyorlar.

Yıllarca akşamları birbirlerine çay içmeye gittikleri, düğünlerde beraber oynadıkları, cenazeleri beraber kaldırdıkları, velhasıl iyi ve kötü günleri beraber göğüsledikleri komşularının yüz yüze kalacakları büyük tehlikeyi umursamıyorlar bile.. Bu insanlar hangi ara bu hale geldiler, anlamak çok zor. Kanser başa gelmeden bu tehlikeyi fark etmek gerekiyor.

Bu uğursuz hastalık bildiğiniz gibi korkunç olmaktan öte acımasızdır. Anlatılamaz acılar verir. An gelir en kuvvetli ağrı kesiciler sinek vızıltısı gibi kalır. Bu dayanılmaz acıları çekenler ne hazindir ki ölmeyi kendileri için kurtuluş olarak görürler. Volkan Konak'ın şarkısında çok güzel ifade ettiği gibi: "ne bilir doktorlar ciğerin acısını.."

Bilim, fen baz istasyonlarını şehir merkezlerine kurmak acılara davetiye çıkarmaktır diyor. Sağduyu da elbette bu çağrıya kulak vermeyi gerektiriyor..

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.