Çırağan Çay Bahçesi, Bursa,

Otuz yaşlarındaki, orta boylu, dalgalı saçlı adam, Karagöz- Hacıvat anıtını görebilecek şekilde, Çırağan Çay Bahçesinin kenar kısmına oturdu. Kısa bir süre sonra uzun saçlı garson, adamın yanına gelerek; kendisine ne arzu ettiğini sordu. İnce yüzlü adam, güler yüzlü garsona; bir arkadaşının geleceğini, şu an bir şey içmeyeceğini söyledi. Garson, kibar bir şekilde genç adama: “Peki efendim..” diyerek onun yanından uzaklaştı. Yeşil gözlü adamın gözlerinde keder vardı. Adeta oraya zorla getirilmiş gibiydi. Sandalyesinde eğreti oturuyordu. Başını; Çekirge’yi Altıparmak’a bağlayan yolun karşısındaki Karagöz –Hacıvata çevirdi. Çocukluğuna döndü. Henüz bir ilkokul çocuğuyken, dehalarını duyduğu bu iki dâhiyi hayranlıkla izledi önce. Sonrasında aklına ; ikisinin başına gelen ve yürekleri söküp çıkartan feci son geldi. Kendisini kötü hissetti. Çok kötü hissetti. Bir süre sonra başını o taraftan çevirdi. Çay Bahçesi akşam yemeğinden sonra gelen insanlarla kalabalıklaşmaya başlamıştı. Feriha ile saat sekizde burada buluşmak için sözleşmişlerdi. Pek de sözleşmişler de sayılmazdı aslında bu. Zira genç kadın, adama bu buluşma için o kadar çok ısrar etmişti ki; adam; aynı zamanda çocukluk arkadaşı da olan kadına:

“Olmaz..” diyememişti. Saat sekizi on iki dakika geçiyordu. Feriha gelmemişti. Kalkıp gitmeye niyetlendi. Niyetlenmesine lakin bunu yapamadı. Zira Feriha bunu eskiden de yapardı. Ne zaman buluşacak olsalar o hemen her seferinde geç gelirdi. Adam içinden ya sabır çekerek beklemeye devam etti…

Sekiz buçuğa doğru genç kadın Çırağan’da göründü. Adam, onu gördü. Feriha gene çok güzeldi. Kadın ön taraflara doğru ilerledi. Adamı gördü. Yavaş adımlarla ona doğru ilerlemeye başladı. Üzerinde bir suçlu duruşu var gibiydi. Heyecanlıydı da. Heyecanı, kadın yaklaştıkça yüzünde daha çok belirginleşiyordu. Adam, yavaşça ayağa kalktı. Feriha’nın elini sıkarak ona zoraki bir: “Hoş geldin..” dedi. Genç kadın, adeta bu sözcüğü asırlardır bekliyormuşçasına, titreyen elini genç adama uzattı. “Hoş bulduk Mehmet..” Mehmet, zarif bir şekilde Feriha’nın sandalyesini çekti. Genç kadın oturdu. Mehmet kendi sandalyesine oturdu. Uzun bir süre hiçbir şey konuşmadılar,. Az önceki delikanlı gelerek onlara ne arzu ettiklerini sordu. Kadın da, adam da çay içeceklerini söylediler. Mehmet’in ve Feriha’nın yüzlerinde, birden bire gökyüzüne çöreklenen kara bulutların getirdiği korkunç yağmurlara benzer bir ifade vardı. Daha çok genç adam böyleydi. Kadının yüzünde ise özür dilemek isteyen lakin bunu nasıl yapacağını bir türlü bilemeyen bir ifade vardı. Söze başlayan Feriha oldu: “Mehmet, geldiğine çok sevindim. Gelmeyeceksin diye çok korktum..” Kadın bu cümleyi söylerken çok zorlandı. Sesi titriyordu. Adam bir süredir önündeki masaya bakıyordu. Göz bebekleri zerre kadar kıpırdamıyordu. Genç kadını duymamış gibiydi. Bunun üzerine zaten sıkıntılı bir durumda olan kadın daha da umutsuzluğa kapıldı. O an yüzüne belki de yüzlerce yılın kederi yerleşti. Sandalyesinden öne doğru eğildi. Masanın üzerinde durmakta olan Mehmet’in ellerine sıkıca sarıldı. Mehmet ellerini çekmedi. Lakin hala genç kadına bir yanıt vermiyordu. Feriha üsteledi: “Yapma böyle Mehmet, Allah aşkına yapma..” Genç adam adeta taş kesilmişti. Ne kadına bakıyor, ne de ona bir şey söylüyordu. Yalnızca yavaşça ellerini Feriha’nın ellerinden uzaklaştırdı. Çaylar geldi. Genç kadın, göz pınarlarından inmekte olan yaşları garson görmesin diye, başını caddeye çevirdi. O esnada Mehmet, genç kadının yüzüne kaçamak bir bakış fırlattı. Tekrar başını öne eğdi. Garson uzaklaştıktan sonra, kadın, kırmızı çantasının fermuarını açtı. İçinden bir selpak paketi çıkarttı. Paketi zar zor açabildi. İnce, uzun parmaklarıyla içinden bir mendil çıkardı. Gene titreyen parmaklarıyla gözlerini sildi…

Genç adam da en az kadın kadar acı çekiyordu. Ancak onun yüzünde acı çeken birinden çok duygularını tümden yitiren birinin ifadesi vardı. Adam çayına dokunmadı. Kadın, çay bardağına bir şeker attı. Karıştırdı. Bunu bilerek yapmadığı kesindi. O da, Mehmet gibi çayına dokunmadı.. Genç adam, Feriha’nın hiç beklemediği bir anda metalden daha metal olan ses tonuyla genç kadının gözlerinin içine içine bakarak: “hatırlıyor musun Feriha, Işıklar Askeri Lisesini kazandığımı öğrendiğimde, sevincimi önce seninle, yani sevdiğim kızla paylaşmıştım. Birlikte buraya gelmiştik. Şimdi gibi yazdı o zaman da. Beraberce çaylarımızı yudumlarken asla birbirimizden ayrılmayacağımızı söylemiştik.. Gözlerimizi bir an olsun bile birbirimizin gözlerinden ayıramıyor, o an evrende yalnızca ikimiz olduğunu hissediyorduk.. Dün gibi hatırlıyorum. Apansız bir yaz yağmuru peydah olmuştu. Bir o kadar da ansızın bitiş.. Tıpkı senin gidişin gibi ansızın..”

Genç kadının göz yaşları, göz pınarlarından sicim gibi inmeye başladı. Bir şeyler söylemeye çalıştı. Lakin buna muvaffak olamadı. Mehmet devam etti: “Sen benim sevgilimdin.. Kırlardaki bütün çiçekleri senin için toplamıştım. Gökyüzündeki bütün yıldızları da senin için toplamış, onlardan sana olan aşkım kadar görkemli bir kolye yapmıştım.. YILDIZ KOLYE idi bu.. Onu senin boynuna taktığımda bana: ‘sonsuza kadar seninim’ demiştin.. İnanmıştım. Hayatımda hiç kimseye inanmadığım kadar inanmıştım sana…”

O esnada caddede kavga eden gençlerin bağırışları yankılandı Çırağan’da. Öyle böyle değildi. Sonu kötü biteceğe benzeyen bir kavgaydı. İnsanlar gayri ihtiyari oturdukları yerden kalkarak çay bahçesinin kenarına gelerek olanları izlemeye başladılar. Yakınlardaki bir polis aracının sireni, gençlerin gürültüsünü bastırarak onların yanında durdu…

Mehmet ve Feriha ise hiçbir şeyi duymamışlardı. Feriha, ince sesiyle ve merhamet dileyen bakışlarıyla genç adama: “ben, ben hep seni sevdim Mehmet..” dedi. Genç kadının bu sözlerinin, genç adamın yanında hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktu. Mehmet’in bakışlarında acımadan zerre kadar eser yoktu, her geçen saniye gözlerinde arkadan vurulmuş olmanın verdiği acının tesiri daha çok yansıyordu.. Mehmet, Feriha’yı hiç duymamış gibi sözlerini sürdürdü: “Mektupların kesilmesinden anlamalıydım..” Bu sözü söyledikten sonra, genç adamın boğazına bir şeyler düğümlendi. Hayatının en zor anını yaşadığı açıktı. Sesi titremeye başladı. Sözüne zorlukla devam edebildi: “Baba parasına güvenip, motoruyla sağa sola hava attığını sanan zenginler zengini meşhuur Aydın Bey’in oğlu Serkan’ın sevgilimi ayarttığını.. Bense aşkımızı ölümsüz sanmıştım. Ne kadar ahmakmışım. Askeri Lise’de senden gelecek mektupları boş yere beklemişim..”

Çayları getiren garson orada bir dram yaşandığını görmüştü. Uzaktan uzağa olanları izliyor, o da büyük üzüntü yaşıyordu. Öyle ki, çaylarına dokunmayan genç kadın ve genç adam rahatsız olmasınlar diye , onların yanına yaklaşmıyordu. Orada kelimenin tam anlamıyla bir “ hesaplaşma” yaşanıyordu.. Garson, ocakçının verdiği çayları tepsisine koydu. Onları servis etmek için gözden yitip gitti.

Genç kadın çaresizce kendisini savunmaya çalışıyordu. Çalışıyordu çalışmasına lakin bu kabil değildi. Söylediği şu sözler onu hiç şüphesiz daha zor bir duruma koyacaktı: “Haklısın Mehmedim, hatalıyım. Hem de çok hatalıyım. Ben sadece seni sevdim.. Evlendikten sonra nasıl büyük bir hata yaptığımı fark ettim. İnan bana onunla hiç mutlu olmadım. Evlendiğimizin haftasına beni aldattığını duydum. İnanmadım. Yapmaz böyle bir şey dedim kendi kendime. Fakat ilerleyen zamanda söylenenlerin doğru olduğunu gördüm. Kızım için sineye çektim. Lakin daha fazla dayanamadım, ayrıldım o melundan.. Bir yıldır yavrum ve annemle birlikte yaşıyorum…”

Mehmet, Feriha’yı sanki onu hiç dinlemiyormuş gibi dinliyordu. Lakin durum hiç de göründüğü gibi değildi. Mehmet de çözülmeye başlamıştı. Feriha da çok geçmeden bunu fark etti. Mehmet, yavaşça başını kaldırarak Feriha’ya baktı. Baktı bakmasına lakin bu kez genç adamın gözlerinde; sevdiği, çok sevdiği kadına bakan bir adamın bakışları vardı. Gözleri değdi birbirine.. Genç kadın az da olsa yüreklendi. Mehmet’in ellerini bu kez uzaklaştırmayacağını, uzaklaştıramayacağını biliyordu. Ellerini sevdayla genç adamın ellerinin üzerine koydu. Bakışları birbirlerinin gözlerinde kayboldu. Neden sonra Feriha, genç adama: “Duydum, yüzbaşı olmuşsun. Kim bilir o şanlı üniforma Mehmedime ne çok yakışıyordur..” Kısa bir süre sessizlik oldu. O esnada iyi yürekli garson da gene olanları seyrediyordu. Genç adamın ve kadının yüzlerindeki; az önceki ifadelerinden eser kalmayan mutluluk dolu bakışları garsonu öylesine mutlu etti ki; çabuk çabuk iki çayı onlara götürdü. Her ikisine de gülümseyerek yanlarından hızla uzaklaştı. Zira çözülmenin birleşmeye dönüşmesi için bir an önce ortalıktan kaybolması gerektiğini biliyordu. Getirdiği çayların da buna yardımcı olacağını umdu…

Artık konuşma sırası Feriha da, geri adım atma sırası da Mehmet de gibiydi. Ya da sadece öyle görünüyordu.. Genç kadın kendini daha iyi hissediyor, hissettikçe de onu geri kazanabilmek için elinden geleni yapıyordu. Mehmet’in eskiden o çok bayıldığı şivesiyle: “Yüzbaşım, duydum ki, hiç kimselerle evlenmemişsin..” deyiverdi. Mehmet, o an, bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Anlatılmaz güzellikte bir geceydi. Yıldızlar gökyüzünü oya gibi süslemişlerdi. Feriha da başını yukarıya doğru çevirdi. Kısa bir süre yıldızları seyrettiler. Sonrasında Mehmet, tarifsiz acılar içinde söze başladı: “Feriham, senin için topladığım yıldızları, YILDIZ KOLYEYİ sen yüreğimi sökerek fırlattın attın.. Ben de, kolyedeki yıldızlar da o günden beri acı çekiyoruz.. Öğrenmek istediğin şey; hala seni sevip sevmediğimse, bunun cevabını sen zaten biliyorsun. Ama sen, aşkımıza ihanet ettiğin o gün, sonsuza kadar her şeyi berbat ettin. Artık benim için herkes gibisin. Hayatım boyunca seni sevdim. Son nefesime kadar da seni seveceğim. Ancak hepsi bu. Benden başka bir şey isteme. Yapamam. YILDIZ KOLYEYİ ağlatamam…”

Bu sözler, çay bahçesinde ikisinin arasında geçen son konuşma olmuştu. Genç adam, genç kadını otomobiliyle evine bıraktı. Otomobilde kadının ağlayışları hıçkırıklara, ummanlara dönüştü. Feriha bir şans, son bir şans istedi genç adamdan.. Yanıt gelmedi.. Ay ışığı genç adamın yüzüne şavkıdı. İnce ince yaşlar Mehmet’in gözlerinden birer ikişer iniyordu. Kadın bitap bir haldeydi. Artık söz söylemeye mecali kalmamıştı. Bakışlarıyla: “Mehmedim..” diyordu.. Otomobil genç kadının evinin önünde durdu. Adam, otomobilden indi. Kadının kapısını açtı. Yürüyecek dermanı kalmayan kadını; onun ince kollarından zarifçe çekerek dışarıya çıkardı.. Yavaşça ilerlediler. Adam zili çaldı. Kısa bir süre sonra Feriha’nın annesi kapıyı açtı. Göz göze geldiler… Mehmet kendisine çaresizce bakan genç kadına: “Hoşça kal beni sırtımdan bıçaklayan yârim..” dedi…

Otomobil gözden kayboldu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.