Genç kadın, sokakta neşeyle kovalamaca oynayan çocukları seyrediyordu.. Öğlene doğru çıkan tahlil sonuçları, yedi yaşındaki oğlu Yavuz’un; kan kanserini tamamen yendiğini müjdelemişti. İki çocuk annesi kadının göz bebekleri buğulandı. Gözleri doldu. Bir damla gözkapağından aşağıya doğru süzüldü. Nurgül Hanım, kendini tüm dünyanın en mutlu annesi hissetti. Hiç de kolay değildi yaşadıkları. İki yıldır, bu amansız hastalığa karşı tüm aile bir araya gelmişler, demirden bir yumruk olup, onu yenmeyi başarmışlardı.  

O günün ayrı bir güzelliği daha vardı. Yavuz’un doğum günüyd ve tüm hazırlıklar da tamamlanmıştı.. Nurgül Hanım’ın 14 yaşındaki kızı Asiye mutfakta; akşamki kutlama için birbirinden lezzetli yiyecekler hazırlamıştı. Yavuz’un babası Raif Bey; o öğleden sonra, Yavuz’un doğum günü için, pastane sahibi arkadaşı İhsan Bey’den; birkaç gün önceden sipariş verdiği o kocaman pastayı almıştı. Orta boylu, saçlarının ortası dökülmüş olan adam, oğlunun pastasının siparişini iki gün önceden vermişti. Çok özel olmalıydı. Pasta, tam da, Yavuz’un istediği gibi bol çikolata parçalıydı.  

Kapı çalındı. Mutluluk gözyaşları döken Nurgül Hanım, sevinç içerisinde arkasına döndü. Koşar adımlarla, nohut oda bakla sofa evlerinin oturma odasından çıkarak, sokak kapısına yöneldi. Zor günlerinde, her zaman kapı gibi arkalarında olan kocası pastayı getirmiş olmalıydı. Yanılmamıştı. Gülen gözleri eşliğinde kocasını karşıladı. Gözleri değdi birbirlerine. Her ikisi de o kadar çok mutluydu ki; göz bebeklerini sıcak bir ışıltı sarmıştı.. Raif Bey sedire oturdu. Akşamki hazırlıklarını tamamlayan Asiye mutfaktan içeri girdi. Coşkuyla babasına: “hoş geldin babacığım” dedi. Geçirdikleri zor günlerin etkisiyle saçları kırlaşmaya başlayan adam, dmnerek “Hoş bulduk, kızım” dedi ve ekledi: “Benim hamarat kızım, kardeşi için kim bilir ne kadar güzel şeyler hazırlamıştır…”

Asiye, babasını ayrı bir severdi. Ondan güzel sözler duyduğunda, dayanamaz; hemen koşarak yanına gider, küçük bir  çocuk gibi Raif Bey’e sarılırdı. Yine öyle oldu. Ve gülerek yanıtladı; “Yapmaz olur muyum hiç, babacığım. Parmaklarınızı yerseniz şaşırmayın"  Ve pastayı alırken babasının yanağına bir öpücük kondurdu. Nurgül Hanım, kızına şakayla karışık bir sitemde bulundu: “Alacağın olsun şeker kız. Zaten hep babanı öpersin…" Bunun üzerine Asiye, elindeki pastayla birlikte eğilerek Onun yanağına da bir öpücük konduruverdi. “Aşk olsun anneciğim, olur mu öyle şey…"  

Nurgül Hanım, Yavuz’un doğum günü hazırlıklarını görmemesi için Onu, alt kattaki komşuları Saide Hanımlara bırakmıştı. Saide Hanım’ın oğlu Ferhat, Yavuz’un sınıf arkadaşıydı. Beraber oyun oynuyorlardı. Yavuz’un uzun süren tedavisi süresince, tombul yanaklı, kırmızı saçlı çocuk; okula devam edemeyen arkadaşını hiç yalnız bırakmamıştı. Kimi zaman kendi evlerinde, kimi zaman da arkadaşlarının evinde birlikte oynayarak Ona güç vermişti…

Raif Bey, komşularından oğlunu aldıktan sonra onu, taraftarı oldukları Galatasaray’ın maçına götürdü. O gün muhteşem bir gündü. Güzel şeyler, peşi sıra gelmekteydi. Maça girmeden önce, baba-oğul, köfte- ekmek yediler. Bol bol tezahürat yaptılar. Takımları Aslan da rakibini 5-0 yendi. Artık güzel günler vardı. Saadet vardı. Güzel planlar vardı. Gelecek vardı…

O akşam, doğum günü kutlamasına, akrabalar ve komşular da gelmişti. O gün alınan güzel haber herkesi çok mutlu etmişti. Neşe dolu doğum günü partisinde, pasta kesildi. Mumlar üflendi. Asiye’nin muhteşem yiyecekleri yendi. Yavuz, rengarenk kağıtlarla sarılmış doğum günü hediyelerini, heyecandan kuş olup kanat çırpan minicik kalbiyle açtı. O akşam sadece küçük Yavuz’un doğum günü kutlanmıyordu. Aynı zamanda, onun hayata tutunması da kutlanıyordu…

Misafirler gittiler. Vakit hayli ilerlemişti. Gün çok yoğun geçtiği için, hepsinin uykusu gelmişti. Önce, Yavuz, anne ve babasını öperek onlara: “iyi geceler” dedi. Sonra da, Asiye. Nurgül Hanım, yemek masasındaki boş tabak ve bardakları mutfağa götürdü. Onları yıkadı. Televizyonun karşısındaki açık kahverengi sandalyenin üzerinde uyuklayan kocasının başını şefkatle okşadı. Uyandırdı. Birlikte yatak odalarına geçtiler. Karı- koca, Yavuz’un sağlığına kavuştuğu gerçeğinin mutluluğunu duyumsayarak uykuya daldılar…

Saatler 03.02’yi gösterdiğinde, Nurgül Hanım; yatak demirlerinin hafifçe sallandığını fark etti önce. Uyku sersemliğini çabucak üzerinden attı. Kocasını uyandırmaya çalıştı. Lakin, uykusu derin olan Raif Bey, ise bir türlü uyanmıyordu. Ancak Nurgül Hanımın bağırışları üzerine uyandı. Sarsıntı artmaya başladı. Mutfaktaki raflardaki tabaklar, bardaklar, mutfak tezgahı üzerine büyük gürültüler çıkartarak düşüyor; tuzla-buz haline geliyorlardı. Çocuklar; Asiye ve Yavuz, zar zor, anne-babalarının odasına gelebilmişlerdi. Karı-koca yataklarından kalkmaya çalıştılar. Ama buna muvaffak olamadılar. Önce Nurgül Hanım, ardından da Raif Bey, adeta oyuncak bebekler gibi yere doğru savruldular. Yerden doğrulup çocuklarını korumak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Fakat kalkamıyorlardı. Bir süre sonra , Yavuz ve Asiye de yere kapaklandılar. Ev, evin odaları, eşyalar ve akla gelebilecek her şey, sinirden deliye dönmüş devasa bir canavara benzeyen depremin itmesiyle bir o yana bir bu yana gidip geliyorlardı. Vazolar, değerli eşyalar, birbirlerinin peşi sıra sert dalgalar gibi yere çarpıyorlardı…

Sürüne sürüne yatak odasından hole doğru çıkabildiler. Nurgül Hanım ve Yavuz; oturma odasının karşısındaki sokak kapısına yaklaşabildiler. O esnada, yere kafasını sert bir şekilde çarpan acılar içindeki Raif Bey’in gözleri, açık pencereden gördüğü aya takılmıştı. Ay korkunç bir turuncu renge bürünmüştü. Zavallı adam, o an, sonlarının gelmiş olduğunu düşündü. Beşik gibi sallanan evde, göz-gözü görmüyordu. Raif Bey’in ve Nurgül Hanım’ın ciğerlerini adeta kerpetenle söken, çocuklarının haykırışları her an daha da korkunç bir hal alıyordu….

Gün yüzünü gösterdiğinde, felaketin gerçek yüzü gözler önüne serilmişti. Çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla feci şekilde can veren, dayanılmaz acılar çeken, organlarının bazılarını kaybeden binlerce talihsiz insan.. Yüzlercesi, binlercesi, yerle bir olmuş ev, apartman, araba, kamyon ve onların altlarında mahsur kalan ve belki de can çekişmekte olan çaresiz insanlar.. İlk şok atlatıldıktan sonra, Türkiye’den ve dünyanın pek çok ülkesinden gelen çok sayıdaki kurtarma ekipleri vakit kaybetmeden insanları enkazların altından çıkarmaya başladılar. Kurtarma ekipleri, enkazda yüzeye yakın olan depremzedelere ulaşıyorlar; onları tüm güçleriyle hayata döndürmeye çalışıyorlardı. Lakin bazıları da, enkazların çok altlarında kaldıkları için, ne yazık ki onlara ulaşılamıyordu. Dakikalar, saatler ilerledikçe yürekleri yakan felaketin bilançosu daha da ağırlaşıyordu. Kriz masasındaki görevliler, zor şartlarda görevlerini yapmaya çalışıyorlardı. Sağlık görevlileri olay yerinde, yaralıları tedavi edebilmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Kızılay ise, hiç durmadan sıcak yemek servisi yapıyordu…

Raif Bey, Nurgül Hanım ve Asiye, kurtarma ekipleri tarafından kurtarılmışlardı. Lakin Yavuz’ a ulaşılamamıştı. Aile üyelerinin yaraları ölümcül değildi. Mahşeri kalabalığa rağmen birbirlerini bulabildiler. Raif Bey ve Nurgül Hanım, yaralarından fışkıran kanlara aldırış etmeden ayağa fırladılar ve ana-baba içgüdüsüyle gözlerinden boşalan yaşlar eşliğinde yavrularını aramaya başladılar. Özellikle Nurgül Hanım’ın çırpınışları yürekleri parçalıyordu. Asiye, boynundan bir darbe almıştı. Buna rağmen kardeşini aramak için bütün gücünü kullanıyordu. Lakin buna muvaffak olamadı. Aradan on saatten fazla bir zaman geçti. Ancak, tüm aramalara rağmen, küçük Yavuz’a ulaşmak mümkün olamadı. Gün yitip gitti. Gece ürküntü veren bir heyula gibi mahalleye çöktü. Kurtarma çalışmaları yavaşladı. Raif Bey, Nurgül Hanım ve Asiye’nin kederleri her an katmerleniyordu. Gece boyunca yüreklerinde depremler oldu. Dün geceki deprem bu depremlerin yanında neydi ki…

Ertesi gün, şafakla beraber kurtarma çalışmaları yeniden başladı. Kurtarma ekiplerinin ve ekipmanların sayısı da çoğalmıştı. Ama, vakit öğleden sonrayı bulmasına rağmen, Yavuz’dan bir haber gelmiyordu. Bir saat kadar geçti. Japon kurtarma ekibindeki bir kurtarma görevlisi kız, Raif Bey’lerin evlerinin enkazından; varla yok arası iniltiler işitti. Ekip hemen oraya toplandı. Ellerindeki cihazların da yardımıyla orada bir yaralı olduğunu tespit ettiler. Uzun süren çalışmalar sonunda, yaralıya ulaştılar. Tahtaların arasında küçük bir çocuk vardı. Yavaşça gözlerini açtı. Çocuğu incitmeden dışarıya çıkardılar…

Kurtarma ekiplerinin; o an yaşadıkları mutluluk sözcüklerle anlatılır gibi değildi,

Çıkarılan Yavuz’du,

Yavuzcuk, kendisini kurtaran Japonlar’a fersiz bakışları eşliğinde teşekkür etti,

Kurtarma ekibinin hemen arkasında, kendilerini kaybetmiş halde bulunan Raif Bey ve Nurgül Hanım vardı.

Gözleri ışıldadı,

Çocuklarına koştular,

Öptüler, kokladılar Onu,

Öpmelere, koklamalara doyamadılar

Yavrularını bağırlarına bastılar,

Tam ümitlerin tükendiği anda kurtarılmıştı Yavuzcuk,

Nurgül Hanım hıçkırarak ağlamaya başladı,

Raif Bey, çağlayana dönüşen gözyaşlarına engel olamıyordu,

Yavuz’un annesinin hıçkırıkları, bir sevinç okyanusunda eridi gitti,

Kanserin yıkamadığı çocuğu,

Deprem de yıkamamıştı,

Yavuz, yenmişti onları,

Aile, o günü Yavuz’un doğum günü olarak kabul etti,

Ve hep öyle kutladılar… 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.