Gündemin yoğunluğu ve kişisel yorgunluklarımı atmanın en iyi yolunun mekanı değiştirmek olduğunu düşünenlerdenim. Bursa Irgandı köprüsünü seyreden, Uludağ’dan akıp gelen suyun ufacık taşlarla boğuşmasını izlemenin keyfini hepiniz bilirsiniz umarım. Taşlara sinmiş tarih her an size sürpriz yaparak bu şehrin ne kadar kadim bir şehir olduğunu hatırlatır. Bu duygularla kendi yazın hayatımı düşündüğümde şehrin ve burada tanıdığım sevdiğim insanların bana ilham verdiğinden emin oldum. Öncesinde biriktirdiklerimi sonrasında gün yüzüne çıkarma cesaretini de bu ilhamdan almış olmalıyım.
İnsan doğası gereği hep hatırlanmak ister. Bu yüzdendir ki üretilen her eserin kaynağının bu düşünce olduğu varsayılır. Sebeplerin birisi bu olsa da yazmak bir içgüdüdür. Kendinizi bazen fazla bazen eksik hissedersiniz. Fazlalık boşalmanızı getirirken eksiklik yeterince üretemediğiniz noktasında yakanıza yapışır. Ben kendi yolculuğumdan yola çıkarak anlatmak istiyorum bu durumu.
Çocuk yaşlarımda yalnız kaldığım her an bir şeyler anlatırdım içten içe. Düzgün cümleler kurma isteğinin kendimi ben gibi ifade edememekten kaynaklandığını çok sonra anladım. Konuşurken zorlanmam sessiz sakin biraz da mahcup kişiliğimdendi. Oysa sürekli okuyan ve kitaplara aşık bir çocuktum. İlkokul dördüncü sınıfta yazdığım bir diyalog çok ilgi görünce beni mutlu edecek yolculuğu keşfetmiştim. Ama yol uzundu ve zamanını bekleyecekti. Yazarken dünya ile bağımı koparacak kadar kelimelerin dünyasına dalmamıştım henüz. Vaktini bekliyormuş dolmam.
Elbette yazdıklarım eşsiz değil. Ama kaleminizin yazdığı her cümlenin sizden doğduğunu ve sizi belki de yaşamadığınız yıllara ulaştıracak kadar etkin olduğunu bilmek olağanüstü bir duygu. En başta söz ettiğim üretme gerekçesi tam da bu.
Baştan beri kendime özgü bir yolculuktan söz ediyorum. Öyle geceler vardır ki cümlelerle uyursunuz ve gecenin bir vaktinde birisi uyandırır çakılır zihninize. Yepyeni sözcükler hücum eder, birini çıkarır birini koyarsınız. Olmadı sil baştan, başucunuzda duran defterinize karanlıkta üst üste yazdığınız cümleleri ertesi gün çözmek için uğraşır durursunuz. O cümle sizi ikna edinceye kadar sürer savaşınız. Bu da yetmez, sizin yarattığınız kahramanlarınız size direnirler, yön, yol değiştirmek isterler. Sosyoloji, tarih, felsefe, tıp hatta matematik bile devreye girer ikna için. Bir şekilde biter savaş, siz yorgun düşerken onlar yola çıkmıştır bile. Roman, öykü yazarken çoğu zaman o karakterler sizi sarar, o süreçler sancılı, yorgun, bezgin, vazgeçmeye hazır süreçlerdir. Savaşınız bittiyse “kanatlanıp uçmak” vaktidir ve yazarlar, şairler iyi bilir bu duyguyu.
Kahramanlarımı neden hep iyilerden seçtiğimi soruyor okurlarım. Hayatın gerçeğine aykırı buluyorlar. Beni en çok ürküten bile bile bir kalp kırmaktır. Gençlik yıllarımda elbette bir yürekte sızıyla kalmış olabilirim ama çok uzun yıllar incinsem de incitmemenin savaşını verdim. Benim savaşımla kahramanlarımın savaşı bu noktada kesişti. Onlar insanız hata yapmalıyız dediler, ben kızmak, öfkelenmek, beğenmek geçici ama kırmak, incitmek nefret ve aşk kalıcıdır dedim. Ve ben şefkati, merhameti, muhabbet ve aşkı öncelediğimde çaresiz kabul ettiler. Kim etmez ki? Kötüler her yerde, romanlarımda hep iyiler olsun, iyilerden oluşan bir toplum olsun istedim, insan en azından okurken huzurlu olsun istedim.
Değerli dostlar Irgandı’dan gelip geçenler benim kahramanlarımdı. Dünden bana kalanlardı bunlar. Tanımadığım ama gözlemlediğim, bildiğim o insanların o kadar çok emeği varki o satırlarda.
Bu konuya değinmeden geçmek haksızlık olurdu diye düşünüyorum yazın sanatına.
Ancak şimdilerde bir yazı türü var; al, süsle, kopyala yapıştır. Kime ait olduğunu yazmak şöyle dursun alıntı diye bile yazmıyorlar bu çalıntılara. Kerli ferli sözüm ona iyi eğitimli bir kitle bile var, onun bunun yolculuğundan resim, sözcük, araştırma vs. metinleri alıp kişiselleştirmekten çekinmiyorlar. Sonrasında bilimsel makale ve kitap olarak çıkıyor karşımıza. Her konuda olduğu gibi bu konuya da dur diyecek bir merci yok. Ancak bir yazarın asla yapmayacağı hatalar onları ele veriyor.Utanmak yerine uyardığınızda arsızlaşıyorlar. Çalmak eylemi günümüzde artık ”işi bilmek” anlamına geldiği için söylenecek söz de yok. İnsanların emeğinden, uykusuz gecelerinden çalınan her eser sahte ve soğuktur.
Yazmak samimiyettir. Yazmak her cana dokunmak demektir. Bu yüzden evrenseldir ve kalıcıdır. Ben kendi yolculuğumu içtenlikle anlattım. Yazmak ateşi içinizdeyse hadi hemen kalem ve kağıda sarılın asla erken asla geç değildir.
Yazmak kadar değerli olan başka bir şey de onu okuyan, düşünen, yorumlayan okurlardır. Çoğalması dileğiyle selam ve sevgiler.