SONUÇ
Türkiye cumhuriyeti din ve devlet işlerini ayırmış laik, demokratik bir hukuk devletidir. Bu devlet şemsiyesi altında insanların her hangi bir dine mensup olması da gerekmemektedir. Fakat gündemi işgal etmesi açısından görüşlerine ve üslubuna katılmadığım halde Prof. Dr. Celal Şengör’ün Hz. İbrahim (A.S) ve Hz. Musa(A.S) hakkındaki sözleri de günümüzde mahkemeye taşınabilmektedir. Hâlbuki “Hoşgörünün tahmin ettiğimizden de derin olduğunu gösteren bir delil ile Osmanlı da Kanunî’nin ünlü Şeyhülislamı Ebussuud Efendiye aittir. Yayınlanmış bir fetvada Ebussuud Efendi, “Müslüman olmayan bir ehl-i kitap, kendi inancını, doktrinini açıklarken İslam’ın kutsal saydığı değerlere dil uzatırsa, onları küçültücü ifadeler kullanırsa buna ne lâzım gelir?” diye yöneltilen klasik fetva formundaki soruya cevap olarak , “Hiçbir şey lâzım gelmez, amacı İslam’ı küçültmek değil, kendi doktrinini ortaya koymaktır. Yapılacak herhangi bir şey söz konusu değildir” diye ifade eder”[1]. Fetvalarının hayli sert olduğu tartışılan Şeyhülislam Ebussuud bile günümüze göre daha modern kalabilmektedir.
Diğer taraftan Türk kültüründe yaygın olan İslam anlayışları arasında akılcı ve maneviyatçı İslam anlayışı önem arz etmektedir. Bu anlayış İslam'ı akli ve nakli delillere bağlı olarak alır ve aklın değer ortaya koyma yeteneğine inanır. Sünni gelenek içerisinde İmamı Azam Ebu Hanife bu anlayışın öncüsüdür. Mustafa Yıldırım’ın Akılcı Bir İmam: Ebû Hanife başlıklı makalesinde ifade ettiği gibi, hayatın içinde bir âlimdir. Diğer taraftan bugün özellikle İslam hukukçuları hayatın gerçeklerinden uzak kitabi bilgilerle sınırlı bir hukuk anlayışı ile hüküm verme zaafı içindedirler. Bu durum da fıkıh üretmekten daha çok fıkıh tarihi ya da fıkıh arkeolojisinden öteye bir anlam taşımamaktadır. Oysa Ebû Hanife ticaretle de meşgul olması hasebiyle daima toplumsal, sosyal hayatın tam merkezinde olmuştur. Bu yüzden toplumsal hayatı yakından tanıma imkânı bulmuştur. Sınırlı sayıdaki naslardan, değişen ve gelişen hayatın ve toplumun çeşitli sorunlarını çözüme kavuşturmak. Yöntemde aklı kullanmayı zorunlu kıldığından, hayatın sosyal ve ticari problemlerine yakın olmasına, dolayısıyla karşılaştığı sayısız problemlerde çokça akla başvurmasına sebep olmuştur[2].
Ebû Hanife önceleri itikadi konularda sergilediği akılcı ve insan merkezli tutumunu, sosyal ve toplumsal hayatın içinde gelişen fıkhî problemlere ürettiği çözümlerde de ortaya koymuştur. Ebû Hanife, bilimsel hayatla ilgilenirken, genellikle diğer alimlerin yaptıkları gibi toplumsal hayattan da kopmamış ortağı vasıtasıyla olsa da ticari hayatın içinde olmuştur. Onun bu özel durumunun yönteminde de belli ölçüde etkili olduğu söylenebilir. Ebû Hanife'nin akılcı bir yöntem takip etmesinin sonuçlarını, onun furüunda da görmek mümkündür. Akılcı tutumundan dolayı onun furüata (farz olmayan ibadetlere) dair hükümlerinde kolaycılığı tercih etme, her zaman insan hürriyetini ön planda bulundurma, tevile dayalı ictihadda bulunma gibi ilkeleri temel aldığı görülür. Öte yandan Ebû Hanife, toplumsal hayatın gerektirdiği bir zorunluluk sonucu akli eylemin alanını istihsan ile açmıştır. Bu da onun toplum sorunlarının çözümünde aklı en geniş çerçevede kullanmasına vesile olmuştur. Onun kullandığı içtihat yöntemleri içerisinde aklın kullanılmasına en büyük delil istihsandır. Zira istihsan yerleşik hukuk kuralları ile gerçek hayat ve toplumsal gerçeklik arasında köprü işlevini yerine getiren aklın yoğun görev ifa ettiği önemli bir yöntemdir. İstihsan, kıyasla hareket etmenin, istenen sonucu vermediği durumlarda hükme ve çözüme varmak için sistematik aklı devreye sokmak, yeni ve daha güzel bir çözüme ulaşmak anlamına gelmektedir. Zira akli eylemin üzerinde içinde yaşanan toplumun, kültür ve medeniyetinin son derece etkisi vardır. Söz konusu metot, Ebû Hanife'ye bulunduğu kültür ve medeniyet ortamında, kendisine ulaşan fıkhi kuralları, görüşleri, ayet ve hadisleri insanların ihtiyaçları açısından bulunduğu zaman ve şartlar içinde yeniden değerlendirip sınırlı naslarla sınırsız problemleri, naklin hükmü ile aklın yorumunu makul bir ahenk içinde çözme imkânı sağlamıştır. Ebû Hanife bu nedenle akli eylemin alanını istihsan ile açmış ve islam fıkhına beşeri bir özellik katarak sosyal ve rasyonel bir muhteva kazandırmıştır. Bu şekilde fıkıhta nazari olan yerine ameli olanla meşgul olmuş, kendisine sorulan binlerce sorunun cevabını verirken toplumun ihtiyaçlarını, sosyal, siyasal ve ekonomik yaşantısını içtihatlarına yansıtmıştır[3].
Ebu Hanife'nin inşa ettiği gelenek öğrencileri yoluyla Maveraünnehir bölgesine taşınmış önemli kültür merkezlerinden biri olan Semerkant X. yüzyılda Hanefiliğin fikri zemini haline gelmiştir. Bu bölgede yetişen Ebu Mansur Maturidi kendi adına nispet edilen kelam ekolünü kurmuştur[4]. İslam'ın akılcı ve maneviyatçı yorumu olarak adlandırılan bu fikri gelenek her ne kadar tarihi nedenlerle üzeri örtülmüş olsa da birçok düşünür tarafından takip edilmiş ve dile getirilmiştir. Özellikle İslam dünyasının modern dünya görüşüyle yüzleşmeye başlamasıyla birlikte gerek insan fiilleri/ hürriyeti gerekse içtihat ve siyaset gibi yeniden tartışılmaya ihtiyaç duyulan konular belirtilen geleneğin hatırlanmasına yol açmıştır. İslam’ı anlama ve yorumlama modelleri içerisinde özgün bir yeri olan ve giderek etkisi artan bu ekolün günümüzde entellektüel merakın merkezinde yer alması dikkat çekicidir. VIII. yüzyıldan itibaren İslamı kabul eden Türk milletinin kimliğini ve kültürünü biçimlendiren iki ana çizgiden birisini teşkil eden bu anlayışın İslam'ın entellektüel zeminini oluşturduğu bir gerçektir. Fakat bu gelenek bir taraftan halkın ilgilerini dinlendiren ve İslami hayatı müşahhas araçlarla ifade eden mistik öğreti ile İslam'ın doğuşuna zemin teşkil eden kültürel ortamın ürettiği dini-siyasi algının üstünlük mücadelesi arasında sıkışıp kalmıştır. Belirtilen üstünlük mücadelesi o kadar somuttur ki İslam düşünce tarihini ve fikri akımları konu edinen birçok kaynakta Maturidi ve takipçilerinin ismi bile anılmaz. Oysa hem dini ifadelerin anlam derecelerini ve bilgi içeriğini önemseyen ve dinin esası ve ameli boyutu arasında ilmi ayrımlar yapan bu anlayışın üzeri bazen örtülerek bazen de çarpıtılarak entegrist tutumlara ortam hazırlamıştır[5].
Akılcı ve maneviyatçı İslam anlayışının ilk esası bilgidir. İslam'ı bilginin konusu yapmak ve bilgiye dayalı olarak dini hayatı sürdürmek bu anlayışın temelini teşkil eder. Ebu Hanife bu esası şöyle ifade eder. Bil ki uzuvların göze tâbi olması gibi amelde ilme tabidir. Az amelle ilim çok amelle birlikte olan cehaletten daha hayırlıdır. Bunun gibi hayat için zaruri olan azıkla hidayet, cehaletle beraber olan çok azıktan daha faydalıdır. Bundan dolayıdır ki Yüce Allah “hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu” (Zümer 39/9) buyurmaktadır. İmamı Azam Ebu Hanife'nin bu sözleri ilimden kopuk hayatın her türlü kirlenmeye açık olduğunu ifade etmektedir. İlmi bir temele dayanmayan bir bilgiyi doğrulamaya imkân tanımayan bir anlayışın İslam adına her türlü eğilimi barındıracağı belirtilerek tarihi bir uyarı yapılmaktadır[6].
.
İslam fert ve toplumla ilgilidir. Ferdin ve toplumun hayatını ve geleceğini ilgilendirdiği için yorum yapan kişinin yaşadığı kültürel ortamın ve tarihi ufkun farkında olması gerekir. Bu gerçeği Ebu Hanife şöyle dile getiriyor: “Hz Peygamberin ashabı için yeterli olan senin içinde yeterlidir” derlerse Onlara de ki “Evet ben onların durumunda olsaydım onlar için mümkün olan benim için de mümkün olurdu” “Oysa onların şartlarıyla şartlarımız aynı değildir biz bizi yeren ve ayıplayan, kanımızın dökülmesini helal sayan kimselerle karşı karşıyayız. O halde aramızda isabetli ve hatalının kim olduğunu bilmememiz canımızı ve ırzımızı müdafaa etmememiz caiz değildir”. Hz peygamber’e atıf yaparak vahyin sona ermesi ile birlikte dini ifadelerin sabitlendiği gibi, yorumunda sabitlendiği ve her şeyin kesinleştiği şeklindeki anlayış değişen toplum meselelerini anlama ve çözümleme konusunda yetersiz kalacağı belirtilmektedir. Kargaşa ortamında olup bitenlere karşı sağlam bir tutum geliştirmenin İslamî ufuk'la tarihî ufkun buluşmasıyla mümkün olacağı ifade edilmektedir[7].
.
Türk Milletinin İslâm algısında Hanefî-Maturidî-Ahmed Yesevî çizgisi çok önemli yer tutmaktadır.
Fakat bugün kendisini ehl-i sünnet olarak tanımlayan bazı kişilerin harici ve vahhabî zihniyetine yaklaştıklarını herhalde kendileri de fark edememektedir. Suudi Arabistan Kırallığının Hacılara dağıttığı Hac, Umre ve Peygamber (S.A.V)’in Mescidini Ziyaret Rehberi isimli broşürde görüleceği üzere “İnsanı İslam’dan Çıkaran Şeyler” sayılırken: “Bu çağda Allah'ın hükmünü uygulayıp hırsızın elini kesmenin ya da zina edeni taşlamanın doğru olmadığına inanmak[8]” Suudi kırallığını yönetenlerin mensupları önce bu hükmü kendilerine uygulasa acaba sonuç nasıl olacaktır? Diğer bir madde de “Zina, şarap, faiz Allah'ın Şeriatinden başkasıyla hükmetmek gibi Allah'ın haram kıldığı şeyleri mübah kılan kimse ise Müslümanların oybirliğiyle kafir olur[9]” Ebû Hanife’nin hükümleri bilindiği gibi bunlar günah mevkiinde husulardır. Kimseyi dinden bir başka kişi çıkaramaz o yetki sadece Cenab-ı Allah’ındır. Fakat insanların ve şeriat-siyaset ilişkisi ile bazı devletlerin egolarını ilahlaştırmak arzusu onlara hadlerini hayli aştırmaktadır.
.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran irade ise adım adım laiklik sürecine geçmiş ve din istismarını önlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel niteliklerinden biri olan laiklik ilkesi ve süreci şöyle tanımlanmıştır: “Laiklik din ile dünya, din ile devlet işlerinin ayrılması manasını anlatan bir tabirdir. Bunu dinsizlik manasına almak çok yanlıştır. İnkılabımızın laiklik esaslarını hakim kılan safhası başlı başına ehemmiyeti haiz bir bahis teşkil eder ... Saltanatla hilafetin ayrılmasından başlayarak tedrisatın tevhidi, şer’iye mahkemelerinin kaldırılması, medeni kanun tesisi gibi sahalarda millî hayatımıza nasıl tatbik edildiği…. Devlet idaresinde bütün kanunların, nizamların ve usullerin ilim ve fenlerin muasır medeniyete temin ettiği esas ve şekillere ve dünya ihtiyaçlarına göre yapılmasını ve tatbik edilmesini prensip kabul etmiştir ...[10]” Atatürk düşünce ve vicdan özgürlüğünü temel bir hak olarak öngörmüş ve yurttaşların bu hakkına hiç kimsenin karışma yetkisinin olmadığını şöyle vurgulamıştır: “Türkiye'de hiçbir kimse fikirlerini zorla başkalarına kabul ettirmeye kalkışamaz ve böyle bir şeye izin verilemez...”
.
Atatürk, din özgürlüğünü bir hak olarak görmeyen kişileri ise “bağnaz” olarak tanımlamıştır": “ ... Çeşitli inanışlı kimseler, birbirlerine, kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde bağnazsızlık yoktur; bunlar bağnazdırlar[11].” Sonuç olarak "Atatürkçü Laiklik" anlayışında din, devlet ve siyasete karıştırılmamış, vicdanlardaki yüksek ve kutsal yerini korumuştur. Laiklik, dinsizlik, din düşmanlığı, dine saygısızlık değildir. Aksine, din in her türlü çıkar hesaplarından uzak tutulması, politikaya alet edilmemesidir. Laiklik, demokratik yönetimin vazgeçilmez ilkesidir; toplumsal barış ve ülke bütünlüğünün güvencesidir.
Atatürk döneminde uygulanan Laiklik sonucunda;
1-Devlet yönetimine dini kural ve görüşler karıştırılmamıştır.
2-Dinlerin yerini alacak dogmatik bir sistem, Türkiye halkına kabul ettirilmeye çalışılmamıştır.
3-Toplumda din ve vicdan özgürlüğü sağlanarak, din ve mezhepleri ne olursa olsun, yurttaşlara eşit işlem uygulanmıştır.
4-Devletin resmi bir dininin bulunmadığı felsefesi benimsenerek. eğitim laik, akılcı ve çağdaş esaslara göre düzenlenmiştir.
5-Düşünce ve inanç ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesi önlenmiştir.
6-Vatandaşlar, hoşgörülü bir davranışa yöneltilerek ülkenin birlik ve beraberliği sağlanmıştır.
7-Atatürk döneminde, hiçbir zaman Laiklik adına din düşmanlığı yapılmamış, halkın dini inançlarını rencide edebilecek bir uygulamaya izin verilmemiştir.
8-Kadın- erkek eşitliği sağlanmıştır.
9-Emperyalist devletlerin Müslüman olmayan Türk yurttaşlarının dini inançlarını bahane ederek, Türkiye'nin iç işlerine karışmaları önlenmiştir[12] Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik hukuk devletidir. Diyanet İşleri Başkanlığı ise Atatürk’ün hassasiyeti ile Ebu Hanife ve Maturidî eksen de kurulmuştur. Çünkü bu iki âlimin hayatlarında sergiledikleri davranışlar ve eserleri günümüze düşünce uygarlığımızın köprüler oluşturması açısından önem arz etmektedir. Diğer taraftan Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye'deki herhangi bir dinin toplum ve devlet üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmasını istememiştir. “O'nun din konusundaki akılcı ve gerçekçi tutumu, hem dindarları hem de dinle ilgisi olmayanları koruyucu ve rahatlatıcı niteliktedir”. İşte bu nedenle laiklik alanında pek çok uygulama hayata geçirilmiştir[13]. Türkiye’deki gelişmelerin laiklik ilkesi çerçevesinde değerlendirilerek analitik, sistematik, felsefî ve bilimsel düşüncenin katkıları ile akıl çapımızın genişlemesine çalışılmalıdır. Bu sahada gayret sarf eden İslamî ilimlerden ve diğer bilim alanlarından aydınlar bulunmaktadır.
Muhammed İkbal, İslam’da Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü isimli eserinde Türkiye’deki düşünce akımlarında ve siyasi gelişmelerde İçtihadın nasıl bir rol oynadığı konusunda görüşlerini açıklar. Analitik yorumlar içinde katılmadığı noktalardaki tespitlerinden sonra hakkı da teslim etmektedir:
Gerçek şudur ki;
Müslüman millletler arasında, bugün dogmatik uykusundan uyanıp kişisel bilince erişmiş tek ulus Türklerdir. Zihni hürriyet hakkını talep eden yalnız Türkiye’dir. İdeal olandan gerçeğe geçmiş olan sadece o’dur ve bu değişim kolay olmamıştır. Türkiye çetin bir zihni ve ahlaki mücadeleden geçmiş bir ülkedir. Onun için, hareketli ve durmadan genişleyen bir hayatın gittikçe artan karmaşıklıkları, yeni yeni görüş ortaya çıkaracak yeni durum ve şartların ortaya çıkışı kaçınılmazdır. Bu görüşler, manevi genişleme denilen şeyin zevkine hiçbir zamana varmamış bir halka göre sadece bir akademik değeri olan ilkelerin yeniden yorumlanması ve açıklanmasını gerekli kılmaktadır. Şu vecize zannederim İngiliz müttefekkiri Hobbes’undur: Benzeri düşünce ve duyguları sıralamak sanırım hiçbir düşünce ve duyguya sahip olamamak demektir.
Bugün birçok Müslüman ülkelerin durumu böyledir. Bu ülkeler mekanik olarak eski gelenek ve değerlerden sık sık söz ederken Türkler yeni değerler yaratmışlardır. Türk milleti büyük tecrübeler geçirdikten sonra kendi iç benliklerini keşfedivermiştir. Onda hayat vardır, hareket vardır. O kımıldamaya, genişlemeye ve büyümeye başlamıştır. Onda yeni yeni istekler, arzular doğmaktadır. O yeni bir güç kazanmış ve hayata yeni anlam ve yorumlar getirmektedir. Bugün Türk milletinin önünde bulunan sorun - ki bu yakın bir gelecekte başka Müslüman milletlerin karşısına da çıkacaktır-şudur: Acaba, İslami hukuk gelişime müsait olup, gelişmeye elverişli midir? Bu, çok büyük zihni çalışma isteyen bir sorudur ve elbette ki, cevabı olumludur. Ama şu şartla ki, İslam dünyası bu meseleye Hazreti Ömer’in ruhuyla yaklaşmalıdır. O Hz. Ömer ki, İslam’da ilk eleştirici ve hür fikirli akıl sahibiydi ve Hz. Peygamber’in son nefeslerini aldığı sırada şu cesur ve hikmet dolu sözleri söyleme cesaretini göstermişti: “Allah’ın kitabı bize yeter![14]” Hz. Ömer’in bu sözlerine katılmak veya katılmamak hususu asırlarca konuşulmuş ve konuşulmaya devam edecektir.
Fakat Türkiye’de İslam’da içtihat kapısının açık olduğu tartışmalarının yapıldığı 1980’li yıllarda sosyal psikolog Prof. Dr. Erol Güngör’ün İslamın Bugünkü Meseleleri[15] isimli eseri ile Emine Işınsu’nun çıkardığı Töre Dergisinin bu konu ile ilgili sayısı hâlâ hatırlardadır. Günümüze daha yakın Türk Yurdu Mecmuasının 1997 yılındaki İslam’ın Bugünkü Meseleleri sayısı da benzer keyfiyettedir. Son günler de çıkmış Dr. Merdan Yanardağ’ın İçtihad Kapısı&İslam Dünyasının Süren Orta Çağı[16] eseri de konuya farklı bir açıdan yaklaşarak Selçuklu döneminde Nizâmülmülk-Gazzali bağlamında incelemektedir. Burada ismini sayamadığım birçok araştırmacı aydın ve ilim insanı bu hususta büyük bir gayretle çalışmaktadır. Maalesef XX. yy’da Türkiye’de “İçtihat kapısı kapanmıştır” gibi bir düşünceyi popüler hale getiren şair Necip Fazıl Kısakürek’in İlahiyat çevrelerince çekinilir bir kalem olması ile çıkmaz bir sokak başlamıştır. Necip Fazıl üç İslamî ilimler öğretim üyesine yapmış olduğu aşırı tenkit neticesinde Rapor 6[17]’da öğretim üyelerinden birinin adeta mazeret beyan eder gibi yazdığı mektup örneklerinden biri bulunmaktadır. Mektubu yazan öğretim üyesi fıkıh hocası, mektupta isimleri geçen meslektaşlarından biri İmam Maturidi uzmanı bir diğeri de ilerleyen yıllarda Diyanet İşleri Başkanı olacak öğretim üyesidir. Bu ve benzeri suçlamalarla hem dinin anlaşılma ve yorumlanmasının önü kapatılmış hem de laiklik ilkesinin ne kadar önemli olduğu halktan ve gençlerden gizlenmiştir.
Bütün bu izahlardan sonra Türk şiirinin gerçek üstadı Yunus Emre ile sözleri noktalamak gerekmektedir. Kaşgarlı Mahmud Atamız Divan-ı Lügat-ı Türk’te köngül (gönül) kelimesi ile akıl kelimesinin aynı olduğunu belirtir. Yunus Emre de Risaletin Nushiye isimli eserinde aklın önemini aklı maaş, aklı maad ve aklı külle zirveye taşır. Namaz mevzusunda ise “insan”ın derinliğini anlayamayanlara şu şiiri ile seslenmektedir:
Bana namaz kılmaz deme ben bilürem namazımı
Kılarısam kılmazısam ol Hak bilir niyazımı
Dosttan artık kimse bilmez kafir müsülman kemdüğin
Ben kıluram namazımı Hak geçürdise nazımı
Ol nazı dergahta geçer mani şarabından içer
Hicabsuz can gözün açar kendü siler dost gözümi
Dost bundadur bellü beyan dost didarın gördüm ayan
İlm-ü hikmet okıyanın buna değindür azimi
Her dem dost yolun bulmayup gizlü mani şerh eyleyüp
Değme aşık şerh itmeye benüm gizli razumu
Sözün manisine irün bi-nişandan haber virün
Derdlü aşıklara sorun benüm derdlü sözümi
Derd aşıkın dermanıdır derdlü aşıklar ganidür
Kadir kudret ünidür dir işdenler avazımı
Dost isteyen gelsün bana göstereyüm dostu ana
Budur sözüm önden sona ben bilürem kendüzümi
Yunus imdi söyle Hakk’ı münkir dutsun sana dakı
Bişip durur Hakk’ın honı arifler datsın duzumı [18]
KAYNAKLAR
https://www.youtube.com/watch?v=uleGQri1vQI
1-Yunus Emre Divanı, Hazırlayanlar: Türk Dili ve edebiyatı Yayın Kurulu, Dergah Yayınları, -İstanbul, 1981.
2-İmam Gazzali, İhyayı Ulumiddin Cilt 1 Bedir Yayınevi,Tercüme eden: Ahmed Serdaroğlu, İstanbul, 1975.
3-Yaşar Nuri Öztürk, İslam Nasıl Yozlaştırıldı, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 2012.
4- Fazlur Rahman, İslamî Metodoloji Sorunu, Çev: Prof.Dr.Salih Akdemir, Ankara Okulu Yayınları, An, 1997
5-Cengiz İlhan, Hukukun Doksan dokuz İlkesi, Tarih Vakfı, İstanbul, 2009.
6-Roger Garaudy, İslâm ve İnsanlığın Geleceği, Pınar Yayınları, Türkçesi: Cemal Aydın, İstanbul, 1990.
7- Mehmet Niyazi, İslam’da Devlet Felsefesi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2006.
8-Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı, Kur’an’a Göre İlahi Siyaset, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2020
9-Nadim Macit, Türk Milliyetçiliği Kültürel Akıl, İçtihat ve Siyaset, Ötüken yayınları, İstanbul.2018.
10-Yaşar Nuri Öztürk, Kur’anın Temel Kavramları, Yeni Boyut Yayınları, İstanbul, 2012.
11- Taha Akyol, Türkiye'nin Hukuk Serüveni, Doğan Yay. Şubat 2015.
12- Şaban Ali Düzgün, Semerkant Havzası ve Mâtürîdî, Mâtürîdî’nin Düşünce Dünyası, Kültür ve Turizm bakanlığı, Ankara, 2011.
13-EbuBekir Sifil, Modern İslâm Düşüncesinin Tenkidi 1 ve 2., Rıhle Kitap, İstanbul, 2019.
14-İmâm-ı A’zam, el-Âlim ve’l –Müte’allim, Arabça-Türkçe, Tercüme ve Şerh: Doç. Dr. Abdülvehhab ÖZTÜRK, Şamil Yayınevi, İstanbul, 2019.
15-Atalay Yörükoğlu, Çocuk Ruh Sağlığı, Özgür Yayınları, İstanbul, 2008.
16-Sedat Şenermen, Atatürk’ün ‘Aklın Özgürleştirilmesi’ Devrimi, Söz Bursa, 07.05.2022.
17-Nursel Çelik, Temel Konuları Bağlamında Mücâdele Sûresi ve Tefsiri, T.C. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalı, Tefsir Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mevlüt Güngör, İstanbul-2011.
18-Şehristânî, Milel ve Nihal, Dinler, Mezhepler ve Felsefî Sistemler Tarihi, Çeviri: Mustafa Öz, Yayına Hazırlayan: Mehmet Dalkılıç, Lıtera Yay., İst., 2011.
19-Mehmet Görmez, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Otto Yay., Ank. 2014
20-Nadim Macit, Ebu Mansur Maturidi, İnanç Dünyamızın Üç Meş’alesi İmam-ı Azam-İmam Maturidi, Hoca Ahmet Yesevi, Editör: Prof. Dr. Ahmet Kartal, ESOGÜ Yayınları, Eskişehir, 2020.
21-Muhammed Âbid El-Cabirî Arap-İslam Medeniyetinde Entelektüeller,Çeviri: Numan Konaklı, Mana Yayınları, İstanbul.
22-Yaşar Nuri Öztürk, Arapçılığa Karşı Akılcılığın Öncüsü İmamı Azam Ebu Hanife, Yeni Boyut Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2009.
23-M. Fuat Sezgin, Buhârî’nin Kaynakları, Otto Yayınları, Ankara, 2012.
24-Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Âzam Savunması Şehit Bir Önder İçin Apolocya, İnkılâp Yay., İst.,2010
25-Gazi Özdemir, Oku Konularına Göre Kur’an Ayetleri, Şira Yayınları, İstanbul, 2021.
26-Kamil Hayati Aydın İslam’ın Şartı Beş mi? İrfan yayınları, İstanbul, 2017.
27-M. Yaşar Kandemir, Mevzû Hadisler Menşe’i Tanıma Yolları Tenkidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ank. 1980
28-Hamza Kılıç, Özbenlik Kişisel Gelişmede Zikir ve Tesbih, İnsan Yayınları, İstanbul, 2001.
29-Necmeddin Şahinler’in Ganiyy-i Muhtefî’den Merâtib-i Tevhîd Risâlesi Yorumu, İnsan Yay, İst. 2011
30-Mehmet Bayraktar, İslam’da Evrimci Yaratılış Teorisi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1987.
31-Osman Nuri Küçük &Abdullah Mert Küçük’ün Namazla Muhabbet Baba ile oğlun Namazla Muhabbeti İnsan Yayınları, İstanbul, 2018.
32-Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 2000.
33-Mustafa Yıldırım, Akılcı Bir İmam: Ebu Hanife İnanç Dünyamızın Üç Meş’alesi İmam-ı Azam-İmam Maturidi, Hoca Ahmet Yesevi, Editör: Prof. Dr. Ahmet Kartal, ESOGÜ Yayınları, Eskişehir, 2020.
34-Abdu’l Aziz ibn Abdullah ibn Baz, Hac, Umre ve Peygamber (S.A.V)’in Mescidini Ziyaret Rehberi, Suudi Arabistan Kırallığı İlmi Araştırmalar, Fetva, Davet ve İrşad Daireleri Başkanlığı Basım ve Tercüme Dairesi, Hac, Umre ve Peygamber (S.A.V)’in Mescidini Ziyaret Rehberi, Tarihsiz.
35-Mehmet Kayıran&Mustafa Yahya Metintaş, Atatürkçü Düşünce Sistemi: Atatürkçülük (Kemalizm), Ankara Üniversitesi Türk İnkilâp Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 51, Bahar 2013, s. 602-603.
36-Merdan Yanardağ, İçtihad Kapısı&İslam Dünyasının Süren Orta Çağı, Kırmızı Kedi Yay., İst. 2022
37-Muhammed İkbal, İslam’da Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, Araf yayınları, İstanbul, 2013, s. 194-195.
38-Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken yayınları, İstanbul, 1981.
39-Necip Fazıl, Rapor 6, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1979.
40-Prof.Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Yunus Emre Divanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ank.1986
(Not: kaynaklar yazıda geçiş sırasına göre tertip edilmiştir)
[1] Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, ÖtükenNeşriyat, İstanbul, 2000, s.74. Bu bilgiyi hatırlatan sosyal bilimci arkadaşım Abdulhay Tolkun’a teşekkür ederim.
[2] Mustafa Yıldırım, Akılcı Bir İmam: Ebu Hanife İnanç Dünyamızın Üç Meş’alesi İmam-ı Azam-İmam Maturidi, Hoca Ahmet Yesevi, Editör: Prof. Dr. Ahmet Kartal, ESOGÜ Yayınları, Eskişehir, 2020,, s. 30.
[3] Mustafa Yıldırım, a. g. m. s. 31.
[4] Prof. Dr. Nadim Macit, a. g.e., s. 339-340.
[5] Prof. Dr. Nadim Macit, a. g.e., s. 340-341.
[6] Prof. Dr. Nadim Macit, a. g.e., s. 341.
[7] Prof. Dr. Nadim Macit, a. g.e., s. 341.
[8] Abdu’l Aziz ibn Abdullah ibn Baz, Hac, Umre ve Peygamber (S.A.V)’in Mescidini Ziyaret Rehberi , Suudi Arabistan Kırallığı İlmi Araştırmalar, Fetva, Davet ve İrşad Daireleri Başkanlığı Basım ve Tercüme Dairesi, Hac, Umre ve Peygamber (S.A.V)’in Mescidini Ziyaret Rehberi, Tarihsiz, s. 12-13.
[9] Abdu’l Aziz ibn Abdullah ibn Baz, a. g. e., s. 13.
[10] Mehmet Kayıran&Mustafa Yahya Metintaş, Atatürkçü Düşünce Sistemi: Atatürkçülük (Kemalizm), Ankara Üniversitesi Türk İnkilâp Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 51, Bahar 2013, s. 602-603.
[11] Mehmet Kayıran&Mustafa Yahya Metintaş, a. g. e., s. 603., Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal'in El Yazıları, Ank, 2000, s.73
[12] Mehmet Kayıran&Mustafa Yahya Metintaş, a. g. e., s. 606.
[13] Mehmet Kayıran&Mustafa Yahya Metintaş, a. g. e., s. 607.
[14] Muhammed İkbal, İslam’da Dini Tefekkürün Yeniden Teşekkülü, Araf yayınları, İstanbul, 2013, s. 194-195.
[15] Erol Güngör, İslam’ın Bugünkü Meseleleri, Ötüken yayınları, İstanbul, 1981.
[16] Merdan Yanardağ, İçtihad Kapısı&İslam Dünyasının Süren Orta Çağı, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2022.
[17] Necip Fazıl, Rapor 6, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 1979, s. 38-40.
[18] Yunus Emre Divanı, Hazırlayan: Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1986, s. 188-189.