Kurdun kuzu, kedinin fare, tilkinin de karga ile düşmanlığı, edebiyatımızda pek çok öyküye konu olmuş adeta metafor haline getirilmiştir. Masallarda kalmış düşmanlar, şimdi modern hayvanat bahçelerinde pek de güzel yaşıyorlar bir arada. Öyle de olsun, savaşın kime ne faydası var.
Hayvanların karakterize edildiği Orwell’in “Hayvan Çiftliği” kitabında toplumsal aidiyetlerin ve yaftalamaların zaman içinde ihtiyaç ve çıkarlar doğrultusunda nasıl çöktüğünü ve hepsinin birer efsane olduğunu ibretle okuduk. Tam günümüz gibi…
Her şeye rağmen baş eğmeyen, kendi vicdanından ödün vermeyen insanları geri kalmış ve aciz saymaktan vazgeçmiyoruz. Bitirmesi an meselesi olan bir soykırıma seyirci kalıyorsa, o ülke ilkel ve yozdur. Beni hiç ilgilendirmez dünyanın en büyük ekonomisi ve gelişmiş ülkesi (!) olması ve bize övgüler yağdırması.. Kafası ilk çağda olup yerinde sayıyorsa var mı insanlığa bir faydası? Kalpler kanamaktadır ve bu da geldiğimiz son noktadır. Elimiz kolumuz bağlı izlemekteyiz. Değişen bir şey yok. Sözde barış oldu ya sonrası?
O yere göğe koyamadığımız “Batı” çıkarının olmadığı hiçbir mesele ile ilgilenmez. Çünkü aç gözlü ve nobrandır. Onlara bel bağlayanlar hüsrana uğradılar hep. Yıllardır ülkemizin de başına bela ettikleri sözde savaş, bu günlerde gündemimizin ana maddesi. Sözde barış (!) oldu, ya sonrası?
Şimdilerde aynı masada oturmak şöyle dursun selam vermeyi zul sayan bizimkiler “ahbap çavuş” oldular. Olsunlar tabii. Barış güzeldir de önce savaş olması gerekmez mi; barış diyebilmek için? “İsrail ile Gazze savaşıyor mu? Orantısız güç burada da mevcuttu.” diyen müptezellere yukarıdaki sözlerim.
İyi dinleyin o zaman.
Diller ve ırklar Allah’ın ayetidir. Amenna. Mesela Lazlar kendi aralarında Lazca konuşurlar ama okullarında Türkçeyi en iyi şekilde yazıp konuşmak isterler çünkü bu ülkenin çimentosunun Türkçe olduğunu bilirler. Aidiyet hissederler. Dış güçler onları da ayartmak istemedi mi sanıyorsunuz? Her köy evinde Atamızın resmi vardır ve büyüklerimiz hep ona dua ederler. “Evet Laz kökenliyiz ama biz Türküz!” der her Karadenizli.. Eren’i unutmayalım daha yeni ergenken vatan bilinci nasıl oluşmuşsa bizim çocuklarımız da öyle büyüyorlar. Kısacası sorun Kürt kardeşlerimizi temsil ettiğini sananlar kendilerini o modern canavar ABD’nin vaatlerine peşkeş çektiler. Ve öyle güzel kullanıldılar ki onlara kucak açan “Kardeşim!” diyen insanları düşman gördüler. Oysa bu topraklar onları doyurmuş, bu havayı teneffüs etmiş ve bu topraklarda gömülmüşlerdi. Okumuş devletin en üst kademesine kadar engelsiz yükselmişlerdi. Keza Çerkezler, Arnavutlar, Boşnaklar, Gürcüler, Pomaklar, Romanlar, Süryani ve Ermeniler ana dillerini konuşabiliyor engelsiz. Ülkenin her yerinde ayrımsız çalışabiliyor, okuyabiliyorlar. Tersini söyleyen haindir, nankördür.
Devletimizin yanlış politikaları oldu elbette. Çünkü devleti yönetenlerden bazıları zaman zaman Batının uşaklığını zevkle yaptılar. Zulüm oldu ama o zulüm yıllar içinde her kesime oldu. Çünkü ülkede huzur olsun ve ülke gelişsin istemedi “Dış güçler”. Sevmesem de bu sözü maalesef öyle oldu.
Zaman geçti, ne oldu nasıl oldu göreceğiz. Sözde ordulaşmış bir çarpık topluluk aniden silah bırakmaya karar verdi. Hadi iyi düşünelim barış demiyorum ama bu ucube çapulcular pes ettiler diyelim, diyelim de çocuk gibi bugün başka yarın başka konuşuyor, sinir uçlarımızı zıplatıyorlar. Bu durumda kimin kimi kullandığı belli değil. Mızıkçılık yaptıkça, bir parmak bal sürülüyor ağızlarına. Amaçları umutlarını yitirdikleri bu zaman da unutulmamak çabası.
Yıllarca bunların üzerinden hamasi siyaset yapıp ülkeyi birbirine düşman edenlere şimdi ne demeliyiz? Dün “asın” diyenler bugün “yaşasın” diye uğraşıyor. Olan kırk bin vatan evladına ve milyonlarca liramızın uçup gitmesine oldu. İnsanımız “huzur” istiyor ama Allah aşkına “barış” demeyin buna. Bu isyandı ve “bir isyanı söndürüyoruz” deyin bari. Çünkü bizim içimiz yangınlarda.
Zaman geçtikçe, iş uzadıkça cılkı çıkacak gibi görünüyor. Af söylentileri her gün utanmazca dillendiriliyor. Helalleşme falan diye geveleyenler de var. Diriltin o yavruları ve helalleştirin yetiyorsa gücünüz. Giden gitti, bir daha o günlerin yaşanmaması için boyun eğişimiz, istemesek de rıza göstermemiz ama siz de içimize su serpin. Bunu söylemeden de geçemeyeceğim; önce kin ve nefreti ek, asla bir araya gelemez denenleri bir araya getir, sonra da adına savaş varmış gibi “barış” de..
Madem bir araya gelinebiliyordu ne istediniz bizden ve on binlerce toprağa düşmüş gencecik bedenlerden. Açık açık, korkmadan olacak olanı anlatın milletimize. Şehit analarının sessiz bekleyişi kabulleniş değil. Bir parça da olsa hala devlete olan güven.
Bu arada içimizi acıtan “Kurucu Önder (!)” sözüne de açıklık getirmiş geçmişimin lideri. İki nokta arasında düz bir çizgiymiş, matematik dünyasını çıldırtan şu meşhur hesaplamalarının benzeri bir söylemle.. Halen bir gizem..
Yok “kapalı kapılar ardında” olacaksa bu işler, “AMPÜL” yanıyor hadi bakalım koşun, sizler için “DEM”lenme vakti..
Selam ve saygılar.