İkinci Dönem
Hz. Yusuf un (a.s.) çağrısıyla Mısır’a gelip yerleşen Yakupoğullarının (İsrailoğullarının), burada, içine düştükleri çileli ve zahmetli hayattan zilletten kurtarılmaları dönemidir. Hz Musa’nın (a.s.) Firavun’a karşı mücadeleleri, sonra halkın Mısır’dan çıkışı ve Sina'da Tevrat'ın inişi ve yaşanan olayla Museviliğin ortaya çıktığı dönemdir[1].
Musa dönemi milattan önce 13. yüzyılda başlar ve Mısır’la bağlantılıdır. Tabii olarak Mısır dili kültürü ve dini ile de bağlantılıdır. Bunun yanında Musa ve taraftarlarının Kenan Diyarında yaşadıkları dönemde Musa devrine girmektedir. Bunu Musevilerin Mısırlı Musa tabileri olmaktan çıkıp Kenan'lı olma ve Musa şeriatından sapma dönemleri takip eder Dolayısıyla buna Mısır- Kenan dönemi diyebiliriz Bu dönem milattan önce 13 yüzyıldan başlayıp yaklaşık 800 yıl sürmüş ve milattan önce 6. yüzyılda Babil esareti ile son bulmuştur[2]. Kenanî putperestliğin ülkede kendini muhafaza ettiği göz önünde bulundurularak hükümdarlar ve müluk-u tavaif (devletin yıkıldığı) döneminin Kenan kültürünün etkisinde geçtiği söylenebilir. Bu iki dönem sırasında Filistin'de eski Kenan kültüründen başka bir kültürün var olduğu konusunda hiçbir bilgi yoktur. Çünkü İbranice, kâhinlerin Tevrat'ı Aramiceden iktibas edilen ve Tevrat Aramicesi denilen lehçe ile yazmaya başlamalarından bir süre sonra yani milattan önce 6- 4. yüzyıllar arasında oluşmuştur. Zaten Museviler Kenan diyarına geldikten sonra yerli halktan ödünç aldıkları Kenancayla konuşmaya başladıkları için, Arami dilinin tüm Yakın doğuda yayılmasından sonra Filistin'deki bakiye halkların kullandığı bozuk bir Aramiceyi benimsemişlerdir. Yani Yahudilerin kendilerine özgü herhangi bir dilleri yoktu. Yahudi dili anlamındaki İbranice ise Aramiceden iktibas edilmiş bir geç dönem lehçesidir[3].
Üçüncü Dönem
Bu dönem “Yahudileşme” dönemidir. Tevhit üzere bir dinin “millî” çıkarlar uğruna değiştirildiği, hakikatlerin hayal ve hurafelerle sıvandığı ve bir daha aslı bilinmeyecek şekilde üstünün kapatıldığı dönemdir. Bu dönem, “Yazıklar olsun o kimselere ki elleriyle Kitap'ı (Tevrat’ı) yazarlar. Sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, Allah'ın katındandır, derler. Vay ellerinin yazdıklarından dolayı onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!” (Bakara, 79.) ayetin işaret ettiği tahrifatın yapıldığı dönemdir.
Kur'an, onların yaptıklarını şöyle tanımlıyor: "Onlardan (Yahudilerden) öyle bir grup da var ki Kitap'ta olmadığı hâlde Kitap'tan sanasınız diye (okudukları) kitap'tanmış gibi dillerini eğip bükerler ve, 'Bu, Allah katındadır. derler. Hâlbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allaha karşı yalan söylerler.” (Ali İmran, 79) Bu dönem Hz. Musa'dan (a.s.) sonra başlayıp ta Ninovalı’ların (M.Ö. 725), Babillilerin (M.Ö. 598) ve (çok sonra da Romalıların) peş peşe gelen saldırılarıyla tarumar oldukları ama hem Kitap'a hem Allah'a iftira etmekten geri durmadıkları, her fırsatta peygamberlerini öldürdükleri dönemdir[4].
Yahudi dönemi milattan önce 6. yüzyılda Babil esaretinin sona erişinden itibaren başlar. Bu dönem, dili, kültürü ve dini itibariyle gerçek anlamda bir Yahudi dönemidir ve Yahudiliğin başlangıcını temsil eder. Çünkü şimdiki Yahudi dini Babil esaret günlerinde kâhinlerin Tevrat'ı yazmaları ile başlamış, İbranice( Tevrat İbranicesi) denilen dilleri ise esaretten sonra oluşmuştur. Bugün elimizde bulunan Tevrat, Yahudi çağından 800 yıl önce Mısır diliyle Musa'ya gönderilen Tevrat değildir[5].
Üçüncü dönemde gerçekleşen belli başlı olaylar şunlardır: -İsrailoğullarının Hz. Musa'dan (a.s.) sonra Sina Çölü'nde geçirdikleri yıllar, -Halkın ekseriyetinin yeniden putperestliğe döndüğü dönemler, -Nebi Yeşu dönemi, -Nebi Samuel dönemi.
Bu dönemin hadiseleri arasında Samuel zamanında Talut'un ve ardından Davut'un krallıkları, Calut’la mücadeleleri ve Calut'a karşı zafer kazanıldıktan sonra Talut ile Davut arasındaki kavga vardır. Davut'un Amelika'ya sığınıp onlarla birlikte Talut'a karşı iş birliği yapması, dört beş kez kendi halkına karşı savaşması, daha sonra Tâlut'un ve çocuklarının Amelikalılar tarafından öldürülmesi, Beni İsrail'in yeniden bir keşmekeşliğe sürüklenmesi ardından Davut'un ülkesine dönüp devleti kurması sayılabilmektedir[6].
İlk Yahudi devletinin (İsrail'in) kısa bir süre içinde (Hz. Süleyman'dan (a.s.) hemen sonra) parçalanması ve Yahuda ve İsrael diye ikiye bölünüp birbiriyle sürekli savaşmaları, putperestliğin yaygınlık kazanması ve fuhuş, riba, pislik ve her türlü kötülüğün gemi azıya alması, bu hallere karşı çıkan birçok nebinin öldürülmesi ve nihayet Nebi Yeremya'nın dilinden Yahudi kavminin ıslaha çağrılması, kendilerini ıslah etmedikleri takdirde, gelmekte olan “yakın bir bela” ile uyarılmalarıdır Yeramya'dan 10-15 yıl sonra Nebukadnezar gelecek ve İsrael'i haritadan silecek, Süleyman Tapınağı'nı yıkacaktır. Nüfusun büyük bir kısmını da zincire vurup Babil'e götürecektir! İşte bu olaylar Kur'an'ın inzalinden önce geçtiği için, bu hal Kur'an'da “Ve kâne va'den mefulâ” ( Bu olmuş ve bitmiş bir iştir) ayetiyle zikredilir! İsra suresinin: ayette özetlediği bu süreç yaklaşık 500 yıllık bir dönemdir[7]. Yahudiler, tarihte oynadıkları rol itibariyle İbrahim Peygamber ve Yakup’un soyundan gelen İsrailoğulları değildir.
Yahudi Tarihinin Başlangıcının Hz. İbrahim'in Göçüyle Bağlantısı Var Mıdır?
Bazı yazarlar, Hz. İbrahim'in Irak'tan muhaceretiyle Hz. Musa cemaatinin Mısır'dan çıkışını birbiriyle karıştırdıkları yetmiyormuş gibi, bir de tutup Yahudi tarihinin başlangıcını Hz. İbrahim'in Irak'tan muhaceretine bağlamaktadır. Bu tarihi gerçeklerle hiç de örtüşmeyen bir iddiadır. Çünkü öncelikle Yahudi adlandırması, Yahudi kelimesinin alındığı Yahuda devletinin varlığından sonra ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Yahudi tarihinin başlangıcı, Hz. Musa taraftarlarının MÖ. XIII. Yüzyılda tarih sahnesine çıktığı “Huruc/Exodus” tarihinden başka bir yere bağlanamaz. Kaldı ki, tarihi olayların kronolojisini gözden geçirdiğimizde İbrahim peygamberin gerek çağdaşlık, gerek prensip veya inanç, gerekse dil ve ırk yönünden Yahudiler'le hiçbir ilişkisi yoktur. Bir kere İbrahim peygamber, Yakın Doğu topraklarının tamamını içine alan geniş bir alanda yaşamıştır. Burası onun atalarının asli yurdudur. Suriye, Irak, Filistin ve Mısır da buna dâhildir. Dolayısıyla yazarların mantıklarını kullanarak ve konunun hakkını vererek, İbrahim peygamberle Yahudiler'in dönemini birbirine karıştırmamak için tarihi kronolojiyi göz önünde bulundurmaları gerekir.
Bazı tarih profesörleri, Yahudi tarihinin Irak'tan muhaceretiyle birlikte başladığını belirten görüşlere hâlâ bel bağlamaktadırlar. Mesela coğrafya ve tarihi araştırmalar konusunda çok değerli bir çalışmanın sahibi Prof. Dr. Muhammed Reşid el-fil, “Yahudi tarihi”, İbrahim'in Keldani yurdundan batıdaki Kenan eline muhaceretiyle başlar" dernektedir[8]. Bu görüş, elbette ki kasıtlı veya kasıtsız olarak bu tür yanlış görüşleri işleyen birçok kitaptan alınmıştır. Meşhur Alman politikacı yazarlardan Garuba'nın kitapları bu tür çalışmalardandır. Bu yazar, eserinde İbrahim peygamberden Yahudi kralı olarak söz eder[9]. Dr. Garuba'nın, kronolojiyi göz önünde bulundurmadan İbrahim peygamber çağını Yahudi çağıyla ilişkilendiren diğer Hristiyanlar gibi Tevrat'tan etkilendiği apaçık ortadadır. Arap yazarlar, Yahudiler ve Yahudiliğin var oluşunu İbrahim peygamber çağına bağlama konusunda - en azından eserlerinin başlıklarıyla- yabancılan taklit etmektedirler. Örneğin Dr.Rıyad el-Barüdî, kitabının adını "İbrahim peygamberden günümüze uluslararası Yahudilik" adını vermiştir. Burada araştırmacı bir kişinin yazara şu soruyu yöneltme hakkı vardır: İbrahim peygamber döneminde Yahudilik mi vardı? Onun döneminde bir Yahudilikten söz edilebilir mi? Yahudi adlandırması Yahuda Devleti (MÖ. 931-586) ve bölgesine izafe edilmektedir ve bildiğimiz kadarıyla Yahudi adı ancak Yahuda Devleti zamanında kullanılmaya başlamıştır. Dolayısıyla geç dönem bir adlandırmadır ve M.Ö XVII. Yüzyılda yaşayan Yakup ve oğlu Yahuda ile herhangi bir ilgisi yoktur. Belki de Yahudi, tıpkı İsrail gibi Filistin’de Kenanilerden kalma bir şehir adıdır[10].
Tahrif edilmiş (Değiştirilmiş) Tevrat’a Göre Yahudiler
Kitabı Mukaddes’in Eski Ahit bölümündeki değiştirilmiş Tevrat, Yahudilere, dünya egemenliğini vaat etmekte ve dünya saltanatının yalnız Yahudilere verildiğini söyleyerek Yahudileri, bu hâkimiyeti elde etmek için koşturmaktadır: “Bütün dünya üzerine Rab (Yahova) kral olacak...”(Eski Ahit; Tevrat; Zekeriya, 14. Bölüm, 9. Cümle)”. Yahova: “Çünkü bütün dünya benimdir. Ve siz bana kâhinler melekûtu ve mukaddes millet olacaksınız...( Eski Ahit; Tevrat; Huruç, 19. Bölüm, 6. Cümle)”. Kendisini “Ben Yahova’yım; ismim odur'(Eski Ahit; Tevrat; İşaya; 42. Bölüm, 8. Cümle) şeklinde tanıtan İsrail oğullarının tanrısı, Yahudileri de “Allah (Yahova) oğulları’’ olarak tanımlamaktadır: “Onlar ne kandan, ne bedenin iradesinden, ne de insanın iradesinden değil, ancak Allah’tan (Yahova’dan) doğdular.(Yeni Ahit; İncil; Yuhanna; 1. Bölüm, 12-13. Cümleler)’’. “Rab cenk eridir; ismi Yahova’dır”( Eski Ahit; Tevrat; Çıkış, 15. bab, 3. cümle) şeklindeki söylemi içeren Kutsal Kitabın Yahudilerce din olarak esas kabul edilen kitabındaki tanrı Rab şöyle diyor: “İsrail oğlum, ilkimdir.”( Eski Ahit; Tevrat; Çıkış,4. bölüm, 22-23. cümle) Yahudilerin “Allah oğulları” oldukları konusunda Mukaddes Kitap’ta daha pek çok ifade vardır.”(Eski ahit; Tevrat, Tekvin:6. bab, 4. cümle., Eyüp; 1. Bab, 6. cümle ve Eyüp; 38. Bab, 7. cümle)[11]. “Öyle bir gün gelecek ki Yahudilerin kadınları ve erkekleri peygamberlik edecekler, insanları idare ve onlara hükmedecekler, milliyet ve din ayrılıkları ortadan kalkacak bütün insanlar, yalnız insanlık adı altında birleşecekler bu birliği Yahudilerin kadınları ve erkekleri idare edecekler ve her biri peygamberler gibi olacaklar”( Eski Ahit; Tevrat; Yoel; bab: 2; 28. Cümle.)[12]
İsrail Devletinde hemen tüm stratejik planlamalar, Tevrat’ta yer alan ilkeler doğrultusunda uygulamaya çalışılır. Sadece Yahudi ırkı birbiriyle özdeş (eşit) görülür. Eşitlik başka ırklar için yoktur, sadece kendileri vardır.(Eski Ahit; Tevrat; Yeremya; bab; 51, cümle; 20.) Yahudiler için bu tahrif edilmiş Tevrat, Tanrı sözü sayılır. Sivil ve askeri yaşamda yemin Tevrat üzerine olur. Anayasa yoktur. Başta Tevrat, Talmut ve Mişna’ya bağlı dinsel inançlara uyulmakta ve böylece Yahudilikte iman, ibadet, âdet ve teamüller esas alınmaktadır[13].
İngiliz yazar David Icke’ye göre “Eski Ahit” Tanrı’nın kelamı olmayıp “Babil Kardeşliği’nin” direktifleriyle Levililer’in uydurduğu sözlerdir. Babil Kardeşliğinin çıkarttığı yasalar, Yahudi halkının uymaya mecbur kaldığı dini yasalar haline gelmiştir. Yahudilere hitap eden bütün dini metinler, Babilon’daki gizem okuluna inisiye edilen Levililer tarafindan yazılmıştır. Tevrat’taki Siyon Dağı = Güneş Dağı anlamına gelmektedir. Güneşin doğudaki dağlar üzerinde doğması bugün biraderliğin çok kullandığı sembollerden birisidir. Yahudilikten beslenen bir din olan Hıristiyanlık’ın temel inançları da Levililer’in yazdığı dogmalara dayanmaktadır. Levililer’in Mısır’da çaldıkları ve Babilon’daki ikametleri sırasında ilaveler yaptıkları bilgi, Kabala’dır. İbranice QBL (Kabala) şeklinde yazılan bu bilgiler, ağızdan kulağa aktarılan gizli bilgi anlamındadır. Bu metod, inisiyeler arasında gizli bilginin iletişiminde kullanılıyordu. Kabala, Yahudiliğin ezoterik yorumunu oluşturuyordu. Yahudilik de, Vatikan gibi “Babil Kardeşliğinin” bir cephesidir[14]. Hahamlar, kendi görüşleri doğrultusunda tahrif ettikleri (değiştirdikleri) Tevrat’a, Yahudilerin sahip oldukları “üstün ırk”, “seçilmiş halk” inancını da eklemişlerdir. Yahudiler, Tevrat’tan çok daha önceleri, kendilerinin bütün ırklardan üstün olduklarına ve dünyanın gerçek sahibi olduklarına inanmaktaydılar. Yahudi gerçeklerinin ve ideolojisinin temel kitabı olan Kabbala, Tevrat inmeden çok daha önceleri bu inançlar üzerine kurularak yazılmıştır. Daha sonra, bütün insanları eşit kılan Tevrat’ı da, Yahudi hahamları değiştirmişler ve bu Kutsal Kitap’a “üstün ırk”, “seçilmiş halk” inançlarını eklemişlerdir. Bu inançlara göre; Yahudiler, Allah’ın seçtiği ve üstün kıldığı bir kavimdir ve yeryüzü onlara aittir. Fakat “goyimler” dünyayı haksız olarak ele geçirmişlerdir. Yahudilik ötekileştirdiği insanlar için “goyim” kavramını kullanır. Talmud kaynaklı Yahudi inancına göre goyim, aslı hayvan olan insan demektir. İşte Yahudilerin bu inançlara olan bağlılıkları, tarih boyunca diğer milletlere kin ve düşmanlık beslemelerine yol açmıştır. Bu görüşe göre Rab Yehova yalnız İsrail oğullarını sevmektedir[15]. Yahudilerin ve onlara uyan hristiyanların kendilerini üstün görmeleri Kur’an’da şöyle anlatılıyor: “Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Öyle ise günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa, mülkiyeti Allah'a aittir. Sonunda dönüş de ancak O'nadır.”( Maide suresi 18. ayet)
Sonuç
Görüldüğü üzere karşımızda tahrif edilmiş (değiştirilmiş) bir Tevrat ve onun ideolojik metinlerine göre oluşturulmuş üstün bir ırk anlayışı bulunmaktadır. Bu üstün ırk ve seçilmiş halk inancı siyasal sonuç olarak siyonizmi doğurmuştur. Siyonizm ise vadedilmiş topraklar üzerinden Hz İbrahim inancının yayılmış olan coğrafyayı kendi sınırları içine dâhil etmek istemektedir. Hz İbrahim kesinlikle Yahudilerin atası değildir. Hz.Yakup ve oğullarının Yahudilerle hiçbir tarihsel bağı olmadığı tüm gerçekliği ile açıktır. Bugünkü İsrail Devletinin kuruluşunda İsrail ismini seçmesi kendi köklerini Hz. Yakup'a hatta onun dedesi Hz İbrahim'e kadar tarihlerini ulaştırma çabasından kaynaklanmaktadır. Kur'an ve tarih ışığında bu iddialar tamamıyla geçersizdir. O halde Yahudilerin Filistin başta olmak üzere kan gölüne çevirdikleri Ortadoğu coğrafyasına barışın gelebilmesi için tahrif edilmiş Tevrat'ın İlim ve din adamları tarafından yapılacak bilimsel-tutarlı eleştirileri beklemektedir. Bu insanların farkındalık düzeyini artırmaları için gerekmektedir. Bu çaba sadece İslam ve Hristiyan dünyasını değil aynı zamanda iyi niyetli Yahudileri de aydınlatmalıdır. Aksi takdirde bir yalanın peşinde asırlardır insanlar kandırılmakta buna dayanarak Savaş tröstleri insan kanları üzerinden para kazanmaktadır. Bir gün Siyonizm insanlık tarihinde yargılanacak ve masum insanlar bu yargılanmadan sonra yalanların mağduru olmayacaklardır. Kısaca İsrail devletinin teolojisi yüzyıllardır yanlış-hayali-kurgulanmış bir mitin gerçekmiş gibi sunulmasıdır. Gerçekler konuşulup yazıldığında Yahudi halkı da bunu anlayacaktır. Geçmiş asırlarda Hobbes, Spinoza gibi birçok filozof ile Freud gibi bilim insanları Tevrat’ın tahrif edildiğini anlatmak için çaba göstermiştir.
XX. ve XXI. yüzyıl ise İsrail Devletinin vahşetine tanık olmaktadır. Bu vahşeti doğuran teo-ideolojik tüm kehanetler bir gün tarihin çöplüğüne atılacaktır. Babil sürgününden sonra hahamlar tarafından yazılmış hurafelerin doldurulduğu ve Hz Musa'ya inen Tevrat'tan çok farklı olan bu eser sadece düşünürlerin-bilim insanlarının araştırmaları ve eleştirileri için kütüphanedeki yerini alacaktır.
Diğer taraftan İsrail devletinin Hz. İbrahim'e vaat edilen toprakları Yahudilere vaat edilmiş gibi gösterme çabasının teolojik zeminden yoksun olduğunun rahatlıkla gösterilebilmesine rağmen Arz-ı Mev’ud’un siyasallaştırılması ve bundan vazgeçilmemesi başka sebepleri de düşündürmelidir. Bunlardan en önemlisi Mezopotamya coğrafyasının Dicle ve Fırat arasındaki toprakların uygarlıklar beşiği olmasıdır. Dicle ve Fırat arasındaki coğrafya Sümerler başta olmak üzere birçok uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Nil’den Fırat’a Mısır ve Mezopotamya uygarlıklar tarihidir. Bu uygarlıklar tarihinde Yahudiler yoktur. Önümüzdeki yıllarda devletlerarası en büyük problem su kaynaklarından çıkacaktır. Bu gerçek tarihin geçmiş dönemlerinde de ulusların toprak mücadelesine sahne olmuştur. Türkiye'nin nice emeklerle yaptırdığı GAP (Güney Doğu Anadolu) Projesi İsrail'in yıllardır gözlerini diktiği toprakları kapsamaktadır. İsrail devletinin siyasal ve teolojik amaçlarının önüne set çekilmesi için bilim insanları bu konuda bilimsel eserlerle, Türkiye Cumhuriyeti başta olmak üzere sağduyu sahibi devletleri aydınlatmalıdır.
Teşekkür: Bu makalenin hazırlanması sırasında düşünceleriyle katkılarda bulunan dostlarım Zekeriya Yıldırım ve Doç. Dr. Abdullah Ortadeveci’ye teşekkür ederim.
________________________________________
Kaynaklar
Abdurrahman Küçük, Arz-ı Mev‘ûd, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1991, İstanbul, 3. cilt.,pp. 442-444.
Ahmet Cemil Akıncı, Kâbe’ye Doğru, Büyük Kısas-ı Enbiya, Hazreti Yakup, Peygamberler Tarihi, Cilt: 11, Fatih Yayınevi, İstanbul, 1969.
Ahmet Susa, Tarihte Araplar ve Yahudiler, İki İbrahim, İki Musa, İki Tevrat, Selenge Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2005.
Mehmet Ali Bulut, Tanrının Halkının Allah ile Başı Dertte, İsrail Nereye Koşuyor, Hayat Yayınları, Ankara, 2019.
M. Süreyya Şahin, Esbât, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, 1995, İstanbul, 11. Cilt.
Muharrem Kılıç, Gizlenen Türk Tarihi Hazreti Muhammed, Toplumsal Çözüm Yayınları, İstanbul, 2007.
Sedat Şenermen, Dinler ve Dünya Egemenliği, Togan Yayıncılık, İstanbul, 2013.
Şaban Kuzgun, İslam Kaynaklarına Göre Hz. İbrahim ve Haniflik, Bilge Kültür sanat Yayınları, İstanbul, 2015.
[1] Mehmet Ali Bulut, a. g. e. , s. 153.
[2] Ahmet Susa, a. g. e., s. 33.
[3]Ahmet Susa., a. g. e., s. 34.
[4] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 154-155.
[5] Ahmet Susa, a. g. e., s. 34.
[6] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 155.
[7] Mehmet Ali Bulut, a. g. e., s. 155-156.
[8] Ahmet Susa, a.g. e., s.352., El- Yahud ve ilm el-ecnas, s. 82.
[9] A.g. e., s.352., El-Irak fi müzekkerât ed-diplomasiyyin el-ecânib, Prof. Necde Fethi Saffet çevirisi, 1969, s. 124.
[10] A.g. e., s.352.,
[11] Sedat Şenermen, a. g.e., s. 67.
[12] A. g. e., s.67-68.
[13] A. g. e., s.69.
[14] Sedat Şenermen, a. g. e., s. 69. David Icke, “The Biggest Secret” Bridge of Love Publications USA, First Published m February 1999’dan aktaran: Turgut Gürsan, Antik Çağlardan 20. Yüzyıl Başma Kadar Dünya Tarihînin Perde Arkası, İstanbul, 2005, 4. Baskı, Bilge Karınca Yayınları, s. 60-61.
[15] Sedat Şenermen, a. g. e., s. 69-70.