Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Orta ve Kuzey Asya bölgelerinden başlayan göçler aracılığı ile Macarlar Başkürdistan topraklarından harekete geçerek Rus ve Bizans topraklarını aşıp geçerek Hazar coğrafyasının iki sınır ırmağı olan Volga’dan Tuna nehri kıyılarına taşınmışlardır. Macarların tarih sahnesine çıkışlarında Roma ve Bizans imparatorluklarındaki gerilemenin çok büyük rolü olmuştur. Özellikle merkezi coğrafyanın kontrol altına alınmasında Macarların göçleri Balkan yarımadasına dönük olarak etkili olmuş ve daha sonraki aşamalarda Macarlar orta Avrupa’nın en önemli merkezine gelerek bir Asya toplumu hegemonyasını bu bölgelerde geçerli kılmışlardır. Tarihteki Türk devletleri Asya ve Avrupa toprakları üzerinde Türk asıllı kavimler tarafından oluşturulurken, Macarlar da Türk topraklarından çıkıp gelerek yeni bir merkezi coğrafya hegemonyasını bütün dünyaya karşı çıkartırken aslında Türklerin egemen oldukları bu topraklar üzerinde bu kez bir başka Türk kavmi olan Macarlar tarihsel süreç içinde öne çıkmışlardır .Macarlar Avrupa kıtasına gelirken deniz kenarı ya da okyanusa açılan bölgelerde yayılmamışlar ve bu nedenle de  denizci bir devlet olamamışlar, orta Avrupa bölgesinin önde gelen kara gücü olarak bütün kıtayı ele geçirebilmenin arayışları içinde  hareket etmişlerdir. Tuna nehrinin tam ortasında egemenlik ilan ederken, Macarlar doğu Avrupa’ya doğru açılarak bu bölge üzerinden Adriyatik kıyılarına ulaşmaya çalışmışlar ama daha sonraki gelişmeler doğrultusunda Osmanlı imparatorluğu ile karşı karşıya kalınca duraklayarak kuzeye doğru geri çekilmişlerdir .Kuzeye çekilen bir Avrupa devleti olarak Macarlar doğu bölgesindeki Türk toprakları  ile kuzey topraklarında uzanıp giden Rusya’nın çok geniş alanlara yayılmış olan ülkesi gerçeği ile yeniden karşı karşıya kalmışlardır. Zamanla orta Avrupa’da ortaya çıkan Bohemya, Bavyera ve Polonya gibi devletlerin tarih sahnesine çıkarak Macaristan devleti için bölgesel rakipler haline gelmeleri sonrasında Macaristan, yeni komşularıyla savaşarak ayakta kalabilmenin arayışı içine girmiştir.

Avrupa’da giderek yayılan Hristiyanlık dini yeni dönemde İslamiyet ile karşı karşıya kalınca Roma imparatorluğu sonrasında Doğu Avrupa’da küçük Hristiyan devletlerin sayıları artarken ve Vatikan yeni bir Hristiyan imparatorluğu arayışı içine girerken, özellikle Musevi toplulukları hedef konumuna gelmişler ve bu doğrultuda da  Katolik kilisesinin organizasyonları aracılığı ile yeni saldırılar hazırlanırken, yeni ortaya çıkan Protestan tarikatının Macaristan’da yayılmasını önlemek üzere Osmanlı ordusunun Macaristan’a gönderilmesi gündeme gelmiştir. Böylesine bir aşamada Türk asıllı Osmanlı devletinin gene Hazar imparatorluğu kökenli bir Türk kavmi olan Macarların Katolik saldırılarına karşı korunması ve Müslüman Osmanlı ordusunun Protestanlığa yönelen Macar halkını koruyabilmek üzere Vatikan’ın Katolik ordularına karşı Müslüman güçlerinin desteği altına germesi gibi yeni bir durum ortaya çıkmıştır. Bugün halen Müslüman Bosna devleti ile Hristiyan Orta Avrupa bölgelerinin tam ortasında varlığını koruyan Bihaç isimli şehrin Osmanlı desteği ile Katolik Hristiyanlıktan uzaklaşan yapılanmasını göstermektedir. Bihaç şehri Osmanlı hegemonyasının ulaştığı sınırın tam ortasında yer alan ve Müslümanların en batı sınırını ifade eden yeni bir sınır olarak ortaya çıkmıştır. Macarların doğu Avrupa bölgesindeki ilerlemeleri durunca, bu kez yeni bir Türk devleti olarak Osmanlı imparatorluğunun öne çıktığı görülmektedir. Hunlar ve Avarlar gibi Türk asıllı büyük devletlerden sonra gündeme gelen yeni devletleşme süreçlerinde imparatorluklara geçilirken ve de Vatikan Avrupa’nın ortasında tam bir Katolik imparatorluğu oluştururken, tarih sahnesine bir Müslüman imparatorluğu olarak çıkmış olan Osmanlı devletinin Roma ve Bizans sonrasında onların egemenlik kurduğu topraklardaki otorite boşluğunu doldurmak üzere ele geçirmeye çalışmış ve temsilcisi olduğu İslam dinini Avrupa kıtasının tam ortasında yer alan Bihaç kentine kadar götürerek Hristiyanlığın Avrupa üzerinden Asya topraklarına yönelmesini önlemeye çalışmıştır. Balkanlar jeopolitik bir bölge olarak Avrupa ile Asya kıtaları arasında yer alan bir jeopolitik konuma sahip olurken, Macaristan Hristiyan dünyasının bir temsilcisi olarak ortada kalıyor ve mezhep savaşlarının sonucunda Müslüman Türkler, yeni ortaya çıkmış olan Protestanlığın koruyucusu olarak ve aynı zamanda dinler ve mezhepler arasındaki savaş sürecini önleyerek toplumsal barış ortamının dünyada yaratılmasına önemli ölçülerde katkı da bulunuyordu.

Türkler ve Macarlar arasında barış amaçlı yakınlıkların kurulması, Avrupa topraklarında yüzlerce yıl Hristiyanlığın yayılması karşısında, Müslüman Türkler Osmanlı gücü üzerinden bir anlamda kurtarıcılık yaparak Vatikan’da bir Katolik imparatorluğunun oluşturulmasına karşı çıkmıştır. Osmanlı devletinin Macaristan’a sahip çıkmasıyla  birlikte Avrupa kıtasında bir Katolik imparatorluk oluşumu Protestanlık üzerinden engellenmiştir. Bir buçuk asırlık bir zaman dilimi içinde Osmanlı ordusu Macaristan’a güvenlik ortamı sağlamışlardır. Protestanlığın bir mezhep olarak Macaristan’da örgütlü bir konuma gelmesiyle birlikte Macaristan’da bir toplum barışı gerçekleştirilmiştir. Macar devletinin yöneticileri ve sorumluları geçmişten gelen tarihi bilgilere sahip oldukları için ülkedeki Osmanlı varlığı sorunsuz bir biçimde sona erdirilmiş ve Osmanlı orduları, Türk dünyasının bir parçası konumundaki Macaristan’a sahip çıkarak bu ülkeyi ve toplumu iç savaş ve çatışma ortamına sürüklenmekten kurtarmışlardır. Orta Asya dönemi sonrasında Türklerin batıya doğru göç etmeleri üzerine Macarlar ile Türkler bir arada olmuşlardır. Türkler ile Macarlar arasında zaman zaman yakınlık düzeyinde gündeme gelen iş birliği beraberlikleri bugünlere kadar sürüp gelmiş ve zaman içerisinde ortaya çıkan Macar ve Türk ulus devletleri, yeni bir yüzyıla doğru dünya yol alırken, daha fazla birlikte olma ve dünya siyaset sahnesini etkileyerek yönlendirebilme gibi şanslar, her iki devlet ve uluslar tarafından güncel fırsatlar olarak değerlendirilmiştir. Bugün gelinen noktada Macaristan Cumhuriyeti hem bir Avrupa ülkesi konumuna sahiptir hem de yeni kurulan Türk Devletleri Teşkilatı isimli devletler üstü bir bölgesel oluşumun içinde Türklükten gelen geçmişi ile birlikte öne çıkabilmekte ve gözlemci üye olarak yönetim kurulu toplantılarına katılabilmektedir. Buna eşit bir çizgide Türk devleti de Müslüman kimliğine rağmen tıpkı Macaristan’ın konumuna benzer bir biçimde Avrupa Birliği organlarında yer alarak Macaristan ile hem Avrupa hem de Asya kıtasal oluşumlarının çatısı altında iş birlikleri göze çarpmaktadır. Tarihin çeşitli dönemlerinde sürdürülen yakın ilişkiler geliştirme ve bu doğrultuda dayanışma ve yakınlıklar geliştirme açısından her iki devlet tarihten gelen siyasal bilinç ile önemli rolleri yerine getirebilmektedir.

Bugün İspanya sınırları içinde yer alan Katalanya Cumhuriyetinin kurucu kadroları Roma ve Bizans imparatorluklarının çöküşü sonrasında, batıdan Anadolu’ya gelerek Osmanlı devletini kuran askeri birliklere karşı, İzmir bölgesinde Anadolu yarımadasının Hristiyanlık adına korunması için çaba göstermişlerdir. On üçüncü yüzyılda Orta Asya ve Hazar bölgesinden gelen Türklerin kavimler göçü aracılığı ile Hristiyan Katalanların dünyanın önde gelen merkezi yarımadası olarak Anadolu’yu ele geçirmeleri önlenmiş ve Selçukluların merkezi alana gelmeleriyle birlikte Avrupa ve Asya kıtalarındaki Türk egemenliği bölgelerindeki güç dengeleri korunabilmiştir. Orta Asya bölgesinden gelen Türk usulü ordu ve devlet kurma alışkanlıklarının Macar ulusu ve devleti tarafından iyi bilinerek uygulama alanına getirilmesiyle birlikte, Türkler ve Macarlar arasındaki yakınlık ilişkilerinin daha da artmasına giden yolu açmıştır. Sibirya ile Hazar bölgesi arasında kalan Ural-Altay bölgesinin doğal koşulları dikkate alınarak kurulan Türk tipi devlet ve ordu oluşumları çerçevesinde, Türkler ile Macarlar arasında önemli iş birlikleri gelişmiştir. Balkanlar bölgesinde Rumlar, Sırplar ve diğer Balkan ulusları Bizans sonrasında örgütlenirken, araya giren Tuna bölgesi Macar Krallığını yok etme çizgisinde birlik ve beraberlik halinde hareket etmişler ve böylece Avrupa’da kendi çizgisinde ilerlemeye çalışan Macar topluluğu, yeniden Türk dünyasına yüzü dönük bir duruma gelmiştir. Selçuklu, Osmanlı ve Karaman oğulları ile Hazar bölgesinin Türkleri Anadolu yarımadasına doğru göçler aracılığı ile gelirken Hazar dönemi göçleri aracılığı ile Karadeniz üzerinden kuzey yolları kullanılarak, Hazar Türklerinin göçebeleri önce Doğu Avrupa’ daha sonra da Orta ve Kuzey Avrupa bölgelerinde boy göstermişlerdir. Bugün Avrupa’nın ortasında ve kuzeyinde var olan Türk boyları arasında tarihten gelen dayanışma daha da yükselirken, Avrasya bölgesinin geleceğinde Ruslara karşı yeniden Türklerin ön planda yer alacağı bir Turancılık akımı dünya savaşları sonrasında giderek belirleyici olmaktadır. Geleneksel Türk kültürü ve geçmişin siyasal birikimi Türkler ile Macarların bir araya gelmesinde her geçen gün daha fazla ortak etkinlik ve çalışmalar giderek artmakta ve geleceği belirlemektedir.

(Yazının devamı için tıklayınız)

https://www.bursaarena.com.tr/tarihte-turk-macar-yakinligi-3-makale,9468.html

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.