Yağmur kesileli çok olmamıştı. Ellili yaşlarda olan Geoff Sullivan ve otuzlu yaşlarda olan kızı Amy Sullivan, süpermarket alışverişi sonrasında Hyde Park’a uğramaya karar vermişlerdi. Sonbahar artık iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Açık yeşilden koyu kırmızıya değin milyon renkler içeren yapraklar Hyde Park’ı adeta gelin gibi süslemekteydiler. Emekli polis olan Bay Sullivan, karısı Bayan Sullivan’ı üç yıl önce Londra’nın işlek caddelerinden birinde acemi bir sürücünün yol açtığı elim bir trafik kazası sonunda kaybetmişti. Baba- kız o günden beri hayatla olan münasebetlerini büyük ölçüde kaybetmişlerdi. Lakin hayat devam etmekteydi ve bu yüzden de sırt sırta vermişler ve her şeye rağmen ayakta durmaya çalışmaktaydılar. Amy evlerine yakın bir okulda görev yapmakta olan bir ana okulu öğretmeniydi. Kısa saçlı ve annesini kaybettiklerinden dolayı henüz otuzlu yaşlarda olmasına rağmen yüzündeki; acıyı bire bir yansıtan ağır çizgiler, genç kadının ne kadar büyük acılar yaşadığını olanca çıplaklığıyla göstermekteydiler. O, şimdi yapabileceği tek şeyi yaparak, tüm hayatını çocuklara adamıştı..

Bay Sullivan ise karısını kaybettiği gün kalp spazmı geçirmişti. Şanslıydı; hayati tehlikeyi atlatmıştı. Lakin karısını deliler gibi seven, uzun boylu ve geniş omuzlu emekli polis memurunun saçları bir-iki gün içinde neredeyse tamamen beyazlaşmıştı…

Baba-kız Hyde Park’ ta yürümekteydiler. Yanlarında çok fazla alışveriş poşeti yoktu; bu yüzden güzel havanın tadını rahatça çıkarmaktaydılar. Kısa bir süre önce yağmur yağdığından dolayı, anlatılmaz güzellikteki bu dünyaca ünlü parkta hayli az kişi bulunmaktaydı. Gerçi yağmur yeniden başlamazsa, muhtemelen akşamüstüne doğru bu enfes park mesai bitiminde gelecek çalışanlar tarafından dolacaktı. Bir süre yürümüşlerdi. Sonrasında, devasa bir çam ağacının dibinde bulunan bir banka oturmaya karar vermişlerdi. Birkaç dakika sonra, gri pardesü giymiş; saçı- sakalı birbirine karışmış ve zayıflıktan bir deri bir kemik kalmış ihtiyar bir adam, eskilikten neredeyse rengi değişmiş olan fötr şapkasını çıkartarak Onlara eğilerek selam vermişti. İnsanları kılık kıyafetlerinden dolayı küçük görmenin ayıp olduğunu düşünen baba- kız aynı kibarlıkla, perişan halde bulunan adama selam vermişlerdi. İhtiyar, yılların omuzlarına biriktirdiği yükleri artık taşıyamıyor olmalıydı; dermansız dizlerini daha fazla hissetmeyen adam kendini banka bırakmıştı...

Bay Sullivan ve Amy, aralarında konuşmuyorlar, sadece pejmürde bir halde bulunan sakallı ihtiyarı izlemekteydiler. Amy, babasına bu adamın sıradan bir dilenci olup olamayacağını sormuştu. Bay Sullivan, bu soru üzerine kızına; bu adamın kesinlikle bir dilenci olamayacağını zira adamın vücut dilinin; Onun eğitimli bir kişi olduğunu gösterdiğini söylemişti. Emekli polis memuru görev yaptığı sürece ne çok insanla karşılaşmıştı. İnsanların ciğerini bilirdi …

On dakika geçmemişti, zavallı ihtiyar, buz gibi bankın üzerine fersiz bakışları eşliğinde uzanıvermişti; uzandığında, onun ayak bileklerini açıkta bırakan koyu kahverengi ve çizgili pantolonu iyice kırışmıştı. O esnada Amy, az önce adamla selamlaşırken göremediği bir şeyi fark etmişti. Çaresiz adamın pardesüsünün sol yanında farklı büyüklüklerde birkaç yırtık vardı. Lakin adam bunları zerre kadar önemsemiyordu. Çok kısa bir süre sonra, ihtiyarın iç cebinden inanılmaz güzellikte bir sincap, kafasını uzatarak şakacı bakışlarını sağa- sola göndermeye başlamıştı. Önce Amy görmüştü sincabı.. Annesini kaybettiklerinden beri çok büyük bir ihtimalle ilk kez yüzünde bir gülücük oluşan kadın, heyecanla babasının kolunu dürterek Ona sincabı göstermişti. Yorgunluktan ve belki de hastalıktan dolayı çoktan horultulu bir uykuya dalmış olan yaşlı adam, sincabın meraklı bakışlarla kendisini seyrettiğinin ve boynunda sevimli oyunlar oynadığının farkında değildi. Amy, bunun üzerine daha fazla dayanamamış ve oturduğu banktan hızla kalkarak yaşlı adamın yanına gelmişti. İhtiyarın uykusu tetik olmalıydı zira aralayıvermişti kederli göz kapaklarını.. Zarif bir şekilde yattığı yerden kalkan biçare adam, bir elinde sincabı tutarken diğer eliyle de yanına oturması için Amy’e buyurun diyebilmişti. Bay Sullivan’da yavaşça oturduğu yerden kalkarak onların yanlarına gelmişti. Bay Sullivan ve Amy, adamın sağ ve sol yanında oturmaktaydılar. Amy, saçları bir değirmeni andıran adamın elinden sincabı alarak onu sevmeye başlamıştı. Bay Sullivan, kızı, bu gerçekten çok güzel olan sincabı severken, Onun yüzüne yansıyan, geçici de olsa mutluluğu keyifle izlemekteydi. Tam o esnada, baba- kız göz göze gelmişler ve işte o zaman ne yazık ki Amy’nin gözünün önüne annesi gelmişti…

Zavallı adam kılığından- kıyafetinden, birbirine karışan saçlarından- sakallarından dolayı kendisini hakir görmeyen bu iyi kalpli misafirine hikayesini anlatmaya başlamıştı:

Bir roman yazarıydı. Adı Robert Stanton’du.. Bir yıl öncesine kadar aşk romanları yazarak hayatını idame ettirmekteydi. Lakin o da, tıpkı Bay Sullivan ve Amy ile aynı kaderi paylaşmaktaydı. Zira bir yıl önce karısı Betty ve oğlu James ile Manchester ve Londra arasında otobüs yolculuğu yaparlarken, otobüsleri bir tırla çarpışmış ve ne yazık ki Bay Stanton bu dehşet verici kaza sonrasında çok sevdiği karısını hemen oracıkta kaybederken, tıp doktoru olan oğlunun ise kolları arasında son nefesine verişine şahit olmuştu. Bu sincap, oğlunun sincabıydı. İhtiyar o günden sonra hayatla tamamen bağlarını koparmış, yazmayı bırakmış ve kendisini hayatın acımasız rüzgarlarının kollarına bırakmıştı. Karısının ve oğlunun acısını birlikte yaşayan eski yazar, hayatın devam ettiği gerçeğini bilmesine rağmen, kendisinde bu mücadeleyi gösterecek gücü bulmuyordu.. Hayat inceldiği yerden kopmalıydı…

Bay Sullivan ve Amy, hayatın sillesini yemiş olan ihtiyarın yanından kalkmadan önce, Bay Sullivan cüzdanından çıkardığı ve ihtiyarı uzun zaman idare edecek bir parayı çekine çekine Bay Stantun’ a doğru uzatmıştı. Yazar, her yazara yakışan nezaketiyle parayı emekli polis memuru Bay Sullivan’ın elinin içine koymuştu. Bay Stanton o an çok utanmıştı ve ne söyleyeceğini bilemiyordu. Yaşanan dramdan habersiz olan uzun tüylü ve oyuncu sincap ise bunlar yaşanırken bitmek tükenmek bilmeyen oyunlarına devam etmekteydi…

Baba- kız oradan uzaklaşır uzaklaşmaz, uzun zamandır kibarlığından ayakta kalmış aşk romanları yazarı, oğlunun sincabını tekrar pardesüsünün iç cebine koyarak tekrar banka uzanmıştı,

İlerleyen dakikalarda hava güzelleşmişti,

Çok sayıda insan Hyde Park’ a gelmekteydi.

Lakin, yatan ihtiyarı gören hemen herkes Ona adeta bir eşyaya bakar gibi bakmaktaydı,

Çok iyi giyimli bir hanımefendi (!) yanında yine çok pahalı elbiseler giymiş uzun yüzlü eşi olduğu halde, eşinin ve oğlunun acısını yüreğinin derinliklerinde her geçen gün daha çok yaşayan kadersiz adama dudak bükmüştü,

Uyuyan ve belki de tüm kalbiyle bir daha hiç uyanmamayı dileyen roman yazarının cebinden kafasını tekrar çıkartan sincabın bakışlarında bu kez neşeden eser yoktu. O, sahibini aşağılayan insanlara nefretle bakmaktaydı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.