Sadri Bey ve Yelda Hanım çocukları Ayşe ve Sait ile birlikte Bursa İvazpaşa’da oturan eski komşuları Serdar Bey ve eşi Kadriye Hanım’ı ziyarete gitmişlerdi. Eski dostlar o akşam, uzun bir süre görüşmeyişlerinin de etkisiyle ince bellideki çaylar eşliğinde iki lafın belini kırmışlardı. Vakit ise hayli ilerlemişti. Öyle ki, Ayşe koltuğun bir köşesinde uyuyakalırken, Sait’in göz kapakları kapanmaya başlamıştı. Bu durum Sadri Bey’e kalkmaları gerektiğini hatırlatmıştı. Dostlar arayı açmamaları temennisiyle birbirlerine iyi geceler dilemişlerdi…

Ayşe uyanmıştı lakin her çocukta olduğu gibi uykusunu alamadığı için üzerinde bir huysuzluk vardı. Dokuz yaşlarındaki sarı saçlı ve yüzünün büyük bir bölümü çillerle kaplı olan kız, annesine kızarak bu saate kadar niye kaldıklarını sormuştu. Annesi küçük kızına evlerinin yakın olduğunu, çok kısa bir süre içinde evlerinde olacaklarını söylemişti. Ancak bu açıklama Ayşe’ye yetmemişti. Velhasıl kızın huysuzluğu gittikçe artmaktaydı. O esnada Maksem mezarlığında peydah olan keskin köpek ulumaları boş bulunan Yelda Hanım’ı ve Sait’i çok korkutmuştu. İvazpaşa’da yokuşun başından başlayarak Tahtakale’nin üst kısmına kadar inen dik bir yokuş olan cadde, iki mezarlığı birbirinden ayırmaktaydı. Bu yol gündüz bile insanların pek geçmek istemeyecekleri bir güzergahtı. Kaldı ki akşam ve hele hele gece geç saatlerde buradan pek geçen olmazdı zira hangi tarafa bakarsanız bakın, devasa çınar ve çam ağaçlarından ve onların hemen diplerinde bulunan değişik ebatlardaki mezar taşlarından başka bir şey göremezdiniz. Mesafe 250-300 metre kadar olmasına karşın, bu mesafe o yolu kat etmek zorunda olan insanlara kilometreler gibi gelirdi…

Henüz yokuşun başındaydılar. Sadri Bey, çocuklarının ve hatta karısının korktuklarını bildiği için onlara hızlı yürümelerini söylemişti. Öyle de yapıyorlardı. Lakin onlar bir adım attığında adeta yol daha çok uzuyordu. O esnada köpek ulumaları daha da çoğalmıştı. Güzel bir temmuz gecesiydi. Ay olanca güzelliğiyle gökyüzünde onları izliyordu. Ve onun büyüleyici aydınlığı mezarlara olanca gücüyle yansımaktaydı. Bu gizemli ışıkta sağlı-sollu yola yakın olan mezar taşlarındaki yazılar bile okunabiliyordu. Bu ise özellikle çocukları hayli tedirgin etmekteydi. Sadri Bey, tişörtünün üst cebindeki Samsun sigarasından bir sigara çıkarıp yakmıştı. Karısı ve çocukları sigara kokusundan hiç haz etmiyorlardı. Ayşe ve Sait önce birbirlerinin, sonra da babalarının yüzüne bakarak ve bu durumdan hoşnut olmadıklarını göstermek için dudak bükmüşlerdi. Sadri Bey, şakacı bir adamdı. Türlü komik jest ve mimiklerle sempatik olmaya çalışıyordu. Beyefendi böyle davranmakla bir taşla iki kuş vurmuş olacaktı zira hem çocuklarını güldürerek mezarlığın onlar üzerindeki korkutucu etkisini azaltacak ve hem de bu yolu çabuk çabuk bitirmiş olacaklardı. Bu işe yaramış gibi görünüyordu. Babaları ne zaman yüzünü şekilden şekile soksa, iki çocuk buna bayılırlardı. Gene öyle olmuştu. Çocukların mezarlık korkuları hemen hemen hiç kalmamıştı.

Yolu yarılamışlardı. Lakin çok geçmeden, önce Yelda Hanım ve daha sonra Ayşe sol yanlarındaki mezarlardan insanın ciğerini söken iniltiler duymuşlardı. Daha sonra, Sadri Bey ve Sait de aynı iniltiyi duymuşlardı. Aile bireyleri, korkudan büyümüş gözleriyle birbirlerine bakmaktaydılar Sadri Bey bile hayli tedirgin görünmekteydi. Önce ne yapacaklarını bilememişlerdi. Lakin mezarlıktan gelen ve her geçen saniye daha da artan inleme sesi, iyiden iyiye korkmaya başlamasına rağmen Sadri Bey’in merakına mucip olmuştu. Orta yaşlı, uzun ve kumral saçlı adam elindeki; hemen hemen bitmek üzere olan Samsun sigarasını kaldırımın kenarına atıp onu söndürdükten sonra yavaşça sesin geldiği tarafa doğru yaklaşmıştı. Beyefendi, gelen iniltilerin mezarlıkta içki içen bir sarhoştan ya da sarhoşlardan gelebileceğini düşündü önce. Bu yüzden çok dikkatli olmalıydı. Bunun bilincinde olarak daha da yaklaştı. Lakin ay ışığının gün gibi aydınlattığı mezarlığın o bölümünde hiç kimse görünmüyordu. Ancak inleme de bu bölümden geliyordu; bundan emindi. Sadri Bey yaşadıklarına bir anlam vermiyordu. Şimdi daha da çok korkuyordu ancak bu iniltilerin kimden geldiğini daha da çok merak etmekteydi. O esnada yolda kocasının geri dönmesi için adeta yalvaran Yelda Hanım’ın sesini fark etmişti Sadri Bey. Karısı Sadri Bey’in başının belaya girmesinden çok korkuyordu. Bir sarhoş kocasını bıçaklayıp onu öldürebilirdi. Kısa bir süre sonra, orta yaşlı adam usulca Yelda Hanım’ın yanına gelerek onun kulağına çocuklarının duyamayacağı bir ses tonuyla, orada hiçbir içkicinin olmadığını söylemişti. Kocasının bu yanıtı üzerine Yelda Hanım, ay ışığı altında cam gibi parlayan ve kocaman olmuş göz bebeklerinin eşliğinde ve korkudan titreyerek Sadri Bey’e belli belirsiz bir: “ Yoksa..” diyebilmişti. Karı-kocanın o an aynı şeyi düşündükleri gün gibi aşikardı. Sadri Bey meraklı bakışlarıyla neler olduğunu anlatmalarını bekleyen çocuklarına sarılmıştı. Hiçbir yanıt vermedi. Yalnızca karısına dönerek ondan bir süre çocuklara sıkı sıkı sarılmasını istemişti. Kararını vermişti. Yavaşça yol ile mezarlığı ayıran duvarın yanına yaklaştı. Dakikalardır kulaklarını sağır eden ve kendilerine huzursuzluk veren köpek ulumaları her nedense bir anda bıçakla kesilmiş gibi kesilmişti. Hiç kimse bu duruma bir anlam veremiyor lakin huzursuzlukları daha da çok artıyordu. Sadri Bey o an kulaklarını karısının yakarışlarına tıkamış gibiydi. Uzun boylu adam duvarın dibindeki mezarlardan gelen seslere daha çok kulak kabartmıştı. Saat gece biri bulmuş olmalıydı. Sadri Bey adeta büyülenmiş gibi bakan ürkütücü bakışlarını bu kez insanın tüylerini ürpertecek kadar korkunç olan mezarlara çevirmişti. İnleme sesi hiç kesilmemişti; aksine artmaktaydı. Sadri Bey, insanın kanını donduran ve acı çektiği belli olan birinin inlemelerinin hangi mezardan geldiğini bulmuş gibiydi. Beyefendi o anda ellerini gökyüzüne açarak, bildiği bütün duaları okumaya başlamıştı. Aynı anda Yelda Hanım da dehşet dolu bakışlarıyla kocasından gözünü ayıramıyordu. Sadri Bey, dua ettikçe inlemeler daha korkunç bir hal almaya başlamıştı. Acı dolu inleyişler birkaç saniye sonra yürek parçalayan haykırışlara dönüşmüştü. Buna rağmen Sadri Bey, ettiği duaların etkisiyle tedirginlik duymuyordu. O doğru bildiği şeyi yapmaya devam etmişti. Yürekli adam dualarını bitirdiğinde haykırışlar bir anda kesilmişti…

Korkmaları gerekiyordu ama Sadri Bey ve Yelda Hanım artık korkmuyorlardı zira ne olduğunu anlamışlardı,

Şahit oldukları olayın sebebi ah almış olan biri olmalıydı,

Kul hakkı yemiş olan biri,

Edilen dualar onu bir nebze huzura kavuşturmuş olmalıydı,

Yalnızca bir süre,

Kul hakkı,

Telafisi olmayan en büyük günahlardan biri,

Belki bir yetimi belki bir öksüzü itip kakmıştı,

Belki de Ali’nin külahına Veli’ye giydirmişti,

Kim bilir ne kadar büyük bir ızdırap vardı toprağın altında şimdi,

Kim bilir,

Ev, apartman, arsa, para-pul

Hiçbirinin değeri yoktu,

Herkes yaptığının bedelini ödeyecekti,

Hem de hiç tahmin edemeyeceği kadar acı verici bir şekilde,

Geri dönüşü de yoktu,

Kul hakkı affedilmezdi…

Sadri Bey ve ailesi yokuşu indiklerinde, aynı haykırışı yeniden lakin bu kez çok daha yüksek bir tonda duymuşlardı…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.