(Bizim Külliye, Üç aylık kültür ve sanat dergisi, 99. sayı, Mart-Nisan-Mayıs 2024, s. 88-94)

...

Fuat Köprülü Türklerin Müslümanlığı kabul etmelerinden başlayarak, Selçuklular devrinde ve Osmanlı Devleti'nin kuruluşu sırasındaki dini durumu izah ederken ahilerin oynadığı önemli rollerden bahsetmektedir. Onun naklettiğine göre F. Giese “Osman Bey'in kayınbabası Şeyh Edebali ve birçok silah arkadaşları hatta Orhan Bey'in kardeşi Alâ-al-din Paşa Ahi teşkilatına mensupturlar. İlk hükümdarlar Osmanlı Devleti'ni kurmak için bu kuvvetli dini zümreyi büyük bir yardımcı olarak kullanmışlar ilk askeri teşkilat olan yaya teşkilatında ahilerin üniformalarını taklit etmişlerdir[1]”. Kemal Tahir Osmanlılığın doğduğu çevreyi tanımlarken şu satırları not etmiştir: “Ahilik: Merkezi iktidar güçsüz kalınca, esnafın çarşıyı, kasabayı, belki çevreyi silahlatıp korumaya kalkışı, geçici olarak eski fütüvvet örgütünü güçlendirişidir. Ahilikte ve esnaflıkta din ve mezhep farkı aranmamaktadır”[2]. Devlet Ana romanı Ahilik geleneğini Osmanlı kuruluş yılları açısından gerçekçi bir yaklaşımla değerlendirmektedir.

Devlet Ana’da Batı feodal temsilcisi Şövalye Notüs Gladyüs ve Bizans Tekfurları’nın karşısında Ahi Birlikleri, Söğütte dürüst, yiğit Kara Osman Bey, Yunus Emre gibi gezgin dervişler bulunmaktadır. Ahilik Kemal Tahir’in hem Notlar[3]ında hem de eserde vurguladığı önemli bir konudur. Romanda çocuk yaştaki gençlerin Ahilik Oyunu bunu ortaya sermektedir. Liya’nın ve onun sevgilisi Bacıbey’in büyük oğlu Demircan’ın öldürüldüğü esnada Söğüt çocukları ahilik oyunu oynamaktadır. Anadolu coğrafyasında Ahilik kurumu/geleneği o kadar önemli ve yaygındır ki çocuk yaştan itibaren gençler kendi aralarında ahiliğin eğitimini bilmekte ve birbirine öğretmektedir. Romanda Şeyh Edebali başta olmak üzere İnönü, Eskişehir, Ankara, Konya gibi Anadolu ahileri ile ilgili birçok temas noktaları olmasına rağmen Kerim Çelebi(Can) ve Orhan Beyin arkadaşları ile oynadığı oyun, gençlerin ahilik kurallarına hâkimiyeti açısından oldukça çarpıcıdır:

Kerim Çelebi'nin anası, Bitinye ucunun Rum bacıları başkanı Bacıbey'in avlusunda sakal bıyık takmış Söğüt çocukları Ahi oyunu için kılık değiştirmişlerdi: Kerim Çelebi, meşin kaplı eski cöngü kuşağından çıkardı, üç kez öptü, başına götürdü. Yapraklarını, saygılı, biraz da kasıntılı, açarak okuyacağı yeri seçti. Sakalından geçirdiği sol elini belindeki Ahi palasının sapına dayayıp öksürerek boğazını hazırladı, sesini kalınlaştırmaya çalışarak okudu: -Şöyledir bilin ey ihvanlar, ey dostlar ve de ey mert yoldaşlar! Ahilik çok ulu kattır ve de saygılı basamaktır. Ama onu gördüm ki, bölüklerimize şeytan uğramış, yiğitlerin gönül gözlerini bağlamış. “Bundan böyle, hiçbir yolsuzluk bize erişebilemez, diye kibirlenmişler, çizgiden çıkmışlar, doğruluğu şuraya koyup eğriye sapmışlar. Sohbetler, yârenler bozulmuş, sofralara haram girmiş, nefisler kuduz canavar gibi azgınlaşıp gem almaktan çıkmış. Alplığın yerini yavuzluk, utanmanın yerini yüzsüzlük kapmış. Bilmekliğin uyanık ışığı sönüp bilmezliğin uykulu karanlığı yerin yüzünü sarmış. Ahiler, pir kapılarını boşlayıp beyler kapısına birikmiş... Oysa, bu dünyada, her bir nesneye bozuntu elverir, ahiliğe erişebilemez!” Sedirin ortasındaki Ahi Baba, sağ dizini indirip sol dizini kaldırarak oturum değiştirdi. Halifeler, sonra nakipler, daha sonra yaş sırasıyla oturan, ahi yiğitleri de ayak değiştirerek Baba'ya uydular. Kerim Çelebi, kaldığı yerden okudu: -“Onu gördüm ki, Ahilerden kiminin kitabı hiç yok. Kitap olmayınca aktan kara, eğriden doğru ayrılmaz. Kiminin kitabı var, yazan kısa yazmış, “Az olsun öz olsun” derken anlaşılmaza düşmüş. Diledim ki, Ahilik töresi derlensin. Rum ülkesinde, âdemoğlu, Türkçe söyleyip bilişir. Türk diliyle yazılsın ki, köylü kentli okuyup okutup anlasın. “Duymadım bilmem” demeye özrü kalmasın. Erbabı kuşağına sokup gezdire Ey ihvanlar, ey yoldaşlar, ey dostlar, yiğitlik yönelmektir, Ahilik başlamaktır ve de Ahi Babalık gerçeğe ulaşmaktır. Aslında üçü birdir, ayrılık gayrılık yok! Şöyle biline ki, Ahilikte miras yürümez, babanın kazandığı oğula geçmez ve de herkesin kendi kazanması kanundur. Ama kazanmak kolay, tutmak çetin... Yüz yıl çabaladın, kazandın, bir gün şaştın, yaramazı işledin, gitti gider. Ahi Baba, erkân toplantılarının başında, gelenek olan bu okumayı yeterli bularak, çavuşlara işmar etti. Sağ çavuş testiyi, sol çavuş süpürgeyi alıp ortaya geldi. Biri su döker, öteki süpürür gibi yaparak okumanın yeterliği bildirildi. Kerim Çelebi cönkü kuşağına sokunca, toplantıyı yönetecek nakip kalktı, arkasını Ahi Baba'ya dönmeden avlu kapısına kadar geriledi. Sağ çavuş su doldurduğu bakır tası, sol çavuş tuz kutusunu koşturdu. Nakip suya biraz tuz atıp tası iki eliyle başı hizasında tutarak bağırdı: - Selam olsun sizlere, ey doğru yolumuza girmişler! Selam olsun ey Ahilik kuşağı kuşanmışlar! Ahi Baba erkân adına, karşıladı: -Selam olsun! -Gelmekliğimiz yol için... Durmaklığımız yol için... Söylemekliğimiz yol için... Gelmiş geçmiş, gelip geçecek pirler, erenler, derviş savaşçılar, Rum gazileri, Rum abdalları, Rum alpleri, Rum bacıları ruhuna huuuu! Erkân bir ağızdan gürledi: - Huuuuuu!. Ahi Baba yere bakarak sordu: -Dargınlarımız barıştı mı? -Barıştı. -Helallik alınıp verildi mi? -Verildi.

Nakip, Ahi Baba'dan başlayarak tası dolaştırdı. Herkes iki eliyle tutarak dudaklarını ıslattı. Nakip de öyle yapıp geriledi, tası sağ çavuşa verdikten sonra ortaya geldi: -Bir ahbabımız yola girmek ister. -Kimdir? -Kara Osman Bey oğlu Melik Bey'dir. -Uygun! Kimdir yol atası? -Bacıbey oğlu Kerim Çelebi'dir. -Uygun! Ya kimdir yol kardeşleri? -Savcı Bey oğlu Ahi Bayhoca, Aykut Alp oğlu Kara Ali'dir. -Uygun! Alsınlar gelsinler! Yol atası Kerim Çelebi önde, iki yol kardeşi arkada, avlu kapısından çıktılar. Çavuşlar, Ahi Baba'nın önüne iki seccade serdi. bunlardan birine, Melik Bey'in kuşanacağı Ahi kuşağını, beline sokulacak Ahi palasını, saygıyla koyup oturdu. Çavuşlar kapının yanındaki yerlerine geçmişlerdi. Kapı, üç kez vuruldu. Ahi Baba duymazdan geldi. Üç kez daha vurulunca seslendi: - Destuuuur! Kapıyı çavuşlar yavaş yavaş açtılar. Önde Yol Atası Kerim Çelebi, arkada Melik Bey içeri girdi. Yol kardeşleri, iki yandan saltasının (yakasız, iliksiz ve kolları bolca bir tür kısa ceket) eteklerini tutmuşlardı. Yol Atası Kerim Çelebi, Melik Bey'i seccadelerin önüne getirdi, sağ elini sol omzuna, sol elini sağ omzuna koydu, eğildi, sağ ayağının başparmağını, sol ayağının başparmağına bastırdı. Erkânı selamladı: -İşbu kardaşımız Melik Bey, siz yol erlerinin ayağına girip bu insaf eşiğinde durmaktan muradı, aramıza girip kervanımıza katılıp erkân görüp yol tutup Ahi Baba’mıza boynu bağlı kul olmaktır ve de uğraş erleri bölüğünde beli kılıçlı yoldaşlığa koşulmaktır. Bu âşık için nedir buyurduğunuz? -Sınava çekilsin yol töresince... -Hayhay... Kerim Çelebi boş seccadeye diz çöktü. Yol kardeşleri Melik Bey'i getirip karşısına oturttular, kendileri de tuttukları eteği bırakmadan iki yanına çöktüler. Kerim Çelebi, okurken kullandığı kalın sesle, büyük soruyu sordu: - Ey can, kulağını aç! Yola girmek dileğindesin. Şöyle bil ki, ahilik ince yoldur ve de çetin yoldur ve de gayet sarp yoldur. Yüreğine, bileğine güvenmeyen girmemek gerekir. Çünkü yüceleyim derken batağa batmak vardır. Yolumuz anlamaklık yoludur ve de inanmaklık yoludur ve de tutmaklık yoludur. Töreleri tutmaya gücün yeter mi? Yüreğin ne demekte? -Beliii... -Sınavlanmaya da beli mi? -Beliii... –Beli (evet) dedin, günah gitti bizden... Yallah bismillah! De bakalım, Ahiliğin açığı kaçtır? -Dörttür. -Say gelsin! -Eli, yüzü, gönlü, sofrası... -Kapalısı kaçtır? -Üçtür. -Say gelsin! -Gözü, beli, dili... -Gözü kapalılıktan murat nedir? -Kimsenin suçunu, ayıbını görmemektir. -Ekmek yemekte kaç edep vardır? -On iki... -Say gelsin! -Oturdukta sağ dizi dikip sol dizi altına ala... Lokmayı önce sağ avurduyla çiğneye... Küçük lokma ağızlaya... İki elini yağlatmaya. Ağzından akıtmaya... -Ahi adayı biraz duraklayınca Kerim Çelebi fısıldadı: “Yere dökmeye...” Bunu herkes gibi Ahi Baba da işitmişti. Ayıplayarak tersledi: -Kerim Çelebiiii... Çelebilik böyle değil!.. Melik Bey atıldı: - Yere dökmeye, ağzı dolu iken konuşmaya... Kerim Çelebi parmaklarıyla gizlice saymayı bıraktı: -Yedi... -Kimsenin lokmasına bakmaya... -Sekiz... -Başını kaşımaya... -Dokuz... -Sözü kısa söyleye ve de hiç gülmeye... -On... -Yemeğin iyisini konuğa bıraka... -On bir... -Yemekten sonra elini yıkaya... -Tamam! Ya söz söylemekte kaç edep vardır? -Dört edep vardır. -Say gelsin! -Sert söylemeye ki ağzından tükürük saçmaya... Bir kişiyle söyleşirken başka yere bakmaya... “senben” demeye, “sizbiz” diye... Elini, kolunu sallamaya... -Peki, yol gitmekte kaç edep var? -Sekiz. -Say gelsin! -Katı katı kasılarak yürümeye... Canavarcıkları ezmeye... Dört yanına bakmaya... Taştan taşa hoplamaya... Yoldan ayrılmaya... Kimsenin ardmdan gözlemeye... Büyüğün önüne geçmeye... Biriyle giderken bekletecek iş tutmaya... -Ya nesne satın almakta kaç edep vardır? -Üç... Yumuşak söyleye... Tadına azla baka... Aldığını geri vermeye... -Gelelim, beyler Katına varmanın kaç edebi var? -Beş... -Say gelsin. -Vakitsiz gitmeye... Büyüklerin hepsine ayrıca ayrıca selam vere... Uzak otura... Çok söylemeye... Öğüt vermeye... Kerim Çelebi, Ahi Baba'ya döndü: -Ne dersiniz? Daha sınayalım mı biraz? Ahi Baba yargıyı erkana bıraktı. -Uygun... -Elverir... -Yontulmuş yeterince... - Ak etti yol atasının yüzünü, aferiiiin! Kerim Çelebi, Melik Bey'in eline bir yağlık örttü. Yol kardeşleri, ellerini bunun üstüne koydular. Kerim Çelebi son öğütlerini verdi: - Ey oğul! Saygılı ol ki saygı göresin!.. Sözün dolusunu söyle ki dinletebilesin! Bundan böyle sana şarap içmek, kemik ataraktan kumar oynamak yoktur. Gammazlık, kasıntı, karalamak yoktur. Kıskanmayacaksın, kin tutmayacaksın, zulmetmeyeceksin!.. Yalan söylemek, sözden dönmek, namusa kötü bakmak gayet ayıptır ve de yoktur. Ellerin günahını görmezden geleceksin! Pintilik yoktur, hele hırsızlığı akla getirmek bile yoktur. Kuşanacağın kuşağın onurunu bil! Kılıç erliğine soyunmaktasın. “Ali'den üstün yiğit ve de Zülfikâr'dan üstün kılıç olmaz” denilmiştir. - Ey yoldaşlar! Gülbank çekelim, üçler, yediler, kırklar aşkına! Bir ağızdan başladılar. Allah Allah illallah... Baş açık, göğüs kalkan! Uğraşta kılıç alkan, eyvallah! Bu meydan er meydanı, düşenleri sormak olmaz. Yolumuz hak yoludur, geri durmak olmaz, eyvallah! Düşman kara karga, Ahi yiğitleri sahan! Can baş Ahi Baba’mıza kurban, eyvallah! Tanrı birliğiyçün, yol dirliğiyçün, meydan erliğiyçün ölenimiz şehittir, cennetlik; kalanımız gazidir muhabbetlik, eyvallah!.. Yolumuza girdi Ahi Melik Bey, çabalaması yerini bula! -Amiiiin! -Muradı amacına vara! -Amiiiin! -Pirler, hak erenler arkacısı ola! -Amiiiin! -Bahtı açıla yürüye... -Yürüyeeee... -Ünü yayıla yürüye... -Yürüyeeee... -İnlesin yergök, çekelim hu! -Huuuuuuu! -Gerçekler demine huu! -Huuuuuuu! -Dervanma huu! - Huuuuuuu! Kerim Çelebi “Muhammed’e salavat” derken sustu…[4]. Tam o anda Kerim Çelebi’nin ağabeyi Demircan’ın köpeği “Alaş'ın gövdesi boynundan kuyruğuna kadar kan içinde” koşarak avluya girer ve çocukların Ahi oyunu burada bitmektedir.

Demircan ile onun sevgilisi Liya’nın henüz öldürüldüklerinden çocukların haberleri yoktur. Anadolu’da sadece Söğüt’te değil çok yerde can güvenliği kalmamıştır. Genel olarak romanda Halk Selçuklu’yu suçlamaktadır. Romanda fukara bir Türkmen oğlanı iken, yakasını Karamanoğlu'na kaptırıp “Selçuklu şehzadesiyim” diye Konya tahtı davasına kalkışan, ele geçirip hoplayıp üstüne oturan, çok kanlar döken, sonunda dirice derisi yüzülüp kargı ucunda gezinen derbeder “Cimri” de anlatılmaktadır. “Cimri olayından sonra, Karaman Oğullarından da umut kesilmiştir. Ankara Ahileri, Konya Ahileri, Amasya, Sivas, Kayseri, kısacası, ülkenin bütün Ahileri, Konya tahtına Kayı'dan bey gözlemektedir”. Şeyh Edebali’nin kızını isteyen Osman Bey ilk seferinde olumsuz cevap almıştır. Fakat ahilerin, dervişlerin Anadolu birliğinde gözleri Söğütte Osman Beydedir. Yunus Emre’de bu dervişlerdendir. Toplumun bozulan düzeninin sağlanmasında Ahiler önemli roller oynar. Romanda Yunus Emre Ahi olmamasına ve Ertuğrul gaziye dargın olduğu söylenmesine rağmen gezgin bir derviş olarak Osman Bey için çalışır. Onun kuracağı Türk Devletini destekler. Yunus Emre çalışmayı günah sayan cavlak dervişleri eleştirir. Cavlaklar “Ahiliği, "Esnaflıktır” diye küçümser. Sövmedikleri, korkudandır. Ahiler çarşılarını kılıç elde savunmasa, ossaat basıp dağıtıp yüklenip savuşurlar[5]”. Türkistan’dan gelen gezgin dervişler ise Ahilerle birlikte Anadolu’nun İslamlaşmasını güçlendirmektedir. Bir uç beyliği olan Osmanlı Anadolu’daki devlet boşluğunu her geçen gün doldurmaktadır.

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

_________________________________________

[1] Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ank.,1991, 13.

[2] Kemal Tahir, Notlar: Osmanlılık/Bizans, Bağlam Yayınları, İst., 1992., s.92

[3] Kemal Tahir, a.g.e., s.89.

[4] Kemal Tahir, a. g. e., s. 97-105.

[5] Kemal Tahir, a. g. e., s. 61.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.