Az önce, usta yönetmen Çağan Irmak’In ölümsüz filmi ‘’Babam ve Oğlum’’ u izledim bir kez daha; yine-yeni- yeniden, evrenin ruhu o sihirli parmaklarıyla filmin sonuna dokunur ve Fikret Kuşkan ölmez ve o can acıtan, kahreden, yüreklere bıçak gibi saplanan filmin sonu, görkemli bir şölene dönüşüverir ümidiyle... Ama olmadı, olamadı.. Gene darmadağınım, gene perişanım, gene berbatım…

Ben bir toprak ağasıyım. Ters, geçimsiz adamın da tekiyim. İnsanlarla dalaşmadan duramıyorum. Ama, ailem ve hele hele de küçük oğlum söz konusu ise işler değişir. Sorumluluk sahibiyim. Onların arkasında kale gibi dururum. Gözüpekim. Karım cabbar, fedakar bir Ege Kadını. Büyük oğlum, iyi niyetli ama biraz safça; her söylenene inanıyor. Küçük oğlum ise fırtına gibi; kafası muazzam çalışıyor. Tam tütün tarlalarımın sorumluluğunu üstlenebilecek yetenekte. Üniversite sınavına giriyor. Ziraat Mühendisi olmasını istiyorum. O, böylelikle, daha donanımlı bir toprak ağası olarak kazançlarımızı daha çok arttıracak. Bu yüzden O’na, hangi bölümü istediğini sormuyorum bile; Öyle ya ben koca bir toprak ağasıyım. Ne olması gerektiğine ben karar veririm.. O’na ne oluyormuş. Ama çenesi pabuç kadar; bana ve karıma posta koyuyor.. Ziraat mühendisliği değil, gazetecilik okumak istediğini söyleyerek adeta bize posta koyuyor. Toprak ağası olduğum için bana tepki veriyor. Dünyada emeğin kutsal olduğunu; tarlamda çalıştırdığım köylülerin emeği sayesinde zenginleştikçe zenginleştiğimi söyleyip duruyor. Ukalanın (!) teki.. Her şeyi, herkesten daha iyi biliyor kendini bilmez (!). Benim paramla, hayır dememize rağmen Ankara’ya gazetecilik okumaya gidiyor.. Affetmiyorum O’nu.. Nadiren eve geliyor. Zerre kadar yüz vermiyorum. Annesi ve abisi ise, O geldiği için adeta bayram yapıyorlar. Sinirden deliye dönüyorum.. Aradan birkaç yıl geçiyor. Saf oğlum evleniyor; çocuğu oluyor. Ben ne dersem yapıyor ve hatta bir dediğimi de iki etmiyor…

O da Ankara’da evleniyor. 1980 ihtilali olduğu sabah, karısının doğum sancıları artıyor. Sokağa çıkma yasağı olduğu için, taksi bulamıyor ve karısı doğum yaparken vefat ediyor. Oğlunu çalışarak yedi yaşına getiriyor. Ancak gördüğü işkencelerden ötürü akciğerlerinin iflas etmek üzere olduklarını ve günlerinin sayılı olduğunu öğreniyor. Baba evine karşıma geliyor ve bana ‘’Baba-Onu yanına al ve O’na bir oda ver " diyor. Yüreğim ona karşı hala katı.. Sözünü söyler söylemez, devasa bir ağaç gibi yere yıkılıyor. Öksürüyor, öksürüyor.. Taşlaşmış yüreğim kabuk bağlıyor o anda. Oğlum diyerek sarılıyorum. İçime, kalbimin derinliklerine sokmak istiyorum yavrumu. Çok yıllardır unutmuş olduğum evladımın kokusunu çekiyorum içime…

Hastanede, doktordan acı gerçeği öğreniyoruz…

Ardından yüreğimi kor gibi yakan gerçeklerle yüz yüze geliyorum. Ahmağın tekiyim ben.. Yavruma, hangi mesleği seçmek istediğini sormamıştım bile.. O da her onurlu insan gibi kendi kararını kendi vermiş ve seçtiği mesleğin eğitimini almıştı... Kahrolasıca gururum, O’na, o çok ihtiyacı olduğu sıcacık baba kollarımı açmama engel olmuştu.. Çektiği işkencelerden haberim bile olmamıştı.... ’’Ahhh, Onu affetmiş olaydım, hastalığını erkenden kolaycacık tedavi ettirirdik’’ diyorum kendi kendime.. Bir sigara yakıyorum; sigaramın dertli dumanında geçmişe doğru bir yolculuğa çıkıyorum. O’na bağırdığım ‘’ne halin varsa gör, defol git, ama bir daha da buraya gelme’’ diye bağırdığımı görüyorum ve en acısı da, böyle yaparak O’nun kaderini kendi ellerimle çizmiş oluyorum.. O’nu bir babaya yakışır şekilde koruyamadığımı duyumsuyorum…

Bana söylemiyorlar, söyleyemiyorlar canımın içini kaybettiğimizi; hepsinin gözleri doluyor, anlıyorum ve o an dayanılmaz vicdan azabının vücudumun her yerini delip geçtiğini hissediyorum. Canım acımıyor; peşisıra matkap kalbimi oymaya başlıyor ve ölesiye pişmanlığın çaresizliğin, kuzusunu kaybetmiş bir babanın açmazlarını yaşıyor yüreği.. İçim daralıyor, nefes alamıyorum, her yerde aslan oğlumun yüzünü görüyorum. Oysa sadece bana bakıyor. Kızgınlık yok gözlerinde.. Mahzun ve bir o kadar da çaresiz ‘’baba, niye bana sahip çıkmadın, sana öylesine çok ihtiyacım vardı ki o zor günlerimde bana sıkı sıkı sarılsaydın ve bir daha da bırakmasaydın’’ diyor. Bunları derken bile korkuyor benden, ağlayamıyor…. Lanet olsun.. Adam mıyım ben ha, adam mıyım, adam mıyım ?...

Gömleğimi, yakamı, bağırımı yırtıyor ve milyarlarca kez ‘’benim yüzümden’’,’’benim yüzümden’’ diye haykırıyorum. Ölmek istiyorum. Ölemiyorum…

Yavrumu kaybettikten sonra bir hafta geçiyor. Tüm ailem toplanıyor ve hep birlikte, Onun daha yedi yaşındayken, Almanya’dan getirdiğim film makinasıyla çektiğim ve şimdi adeta benden hesap soran ve katil diye bağıran filmini izliyoruz. Canım yavrumun, o film karelerinden çıkması, yanımıza gelmesi ve ‘’üzülme baba yanındayım, bundan sonra senle dünyanın en iyi baba-oğluyuz’’ demesi için Tanrıya yalvarıyorum. Göz pınarlarımdaki yaşları hissetmiyorum bile, boşalıyorlar. Bir ara filmden bana kimsesizler gibi boynunu bükerek baktığını görüyorum; hiçbir şey yapamıyor olmanın yazgısını ve dayanılmaz acısını tüm kalbimde hissediyorum.. O ise ’’baba ölümüme sebep oldun, ben senin için ölürdüm. Oğluma iyi bak diyor..’’ 

O an ölümü özlüyorum…

Sevgili Okurlar, defalarca izlediğim bu muhteşem filmi bugün kendimi usta oyuncu Çetin Tekindor’un yerine koyarak izledim.. Dayanılır gibi değil.. Yakıyor, kahrediyor, paramparça ediyor, yüreğiniz kanıyor…

Bu acılar, film karelerinde kalsın, çocuklarımızın fikirlerine saygı duyalım. Onlarıın tercihlerine değer verelim ve her zaman yanlarında olalım. Herşeyin bir telafisi vardır ölümden gayrı…

Çok geç kalmadan…

Çocuklarımız; canlarımızdır, herşeyimizdir...

Kıymayalım Onlara…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.