Atilla Oral’ın anlattıklarından yola çıkarak mektubun bilimsel bir yaklaşımla analizini yapmak gerekmektedir:

Mektup müzayedede satışa çıkarılan “Atatürk'ün el yazısı mektup sayfalarının yıllar önce çoğaltılmış eski kopyaları” olduğu belirtilmektedir. Bu çoğaltma sırasında çoğaltan kişilerin kendi görüş ve düşüncelerini de metne ekleyebileceği unutulmamalıdır.

Müzayedeye gelmeden önce kâğıtların hurda depolarında beklediği ve çöpten ayıklanıp bir kenara ayrılan bu belgelerin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk'e ait olduğunu söylemeden önce Atatürk'ün Türk Tarih kurumuna atadığı Uluğ İğdemir gibi insanlara güvenmek daha isabetli olur. Mektubu çöpten bulduğunu söyleyen insanın inandırıcılığı sorgulamadan okuyucuya aktarılması ne derece doğru olabilir. Bunu Atilla Oral’ın sorması gerekmektedir. Günümüzde yapay zekânın Atatürk dâhil her insanın el yazısını taklit edebileceği bilinmektedir. 3D yazıcı ile el yazısı taklidi örneği:

(https://youtube.com/shorts/Xt0VjT_zLZE?si=YkCEEZYa7wxBW4pg[1]

Aşağıda Atatürk’ün çöpten bulunan el yazısı olduğu öne sürülen mektubun bir sayfası bulunmaktadır. [2]

“Kudüs’ün teslim olması için patriğin koyduğu şart” cümlesinde patriğin kelimesi öncesindeki “koyduğu” kelimesi çizilmiştir (karalanmıştır). Yapay zekâ el yazısını taklit ederken karalamakta ve yanlış da yapabilmektedir. Fakat Atatürk’ün el yazısının bir başka insan tarafından elle taklit edildiğini gösteren birçok kuşkulandırıcı özellik de bulunmaktadır. Sayfalardaki satır sayıların son iki sayfada azalması ve hatta ön sayfalarda hataların çokluğuna karşın son sayfada az cümle olması ve kusursuz özenerek yazılması dikkati çekmektedir. [3]

Bilimsel bir hipotez önce sorgulanmalarla, doğrulu veya yanlışlığı detayları ile tartışılmalıdır. Çöpten bulundu, sansürlenmiş doğru belge gibi dayatmalar bilimsel değil ön yargılı ideolojik zorlamalardır.

Gelelim Mektupta Atatürk’ün yazdığı iddia edilenlerin görüşlerin kendi yazdıkları ve yakınlarının naklettikleri ile karşılaştırılası yapıldığında ortaya hangi çelişkiler çıkmaktadır:

Atatürk mektubunda neden sert bir üslup kullandı?

Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Yüksek Riyaseti'ne” hitaben yazılan bu mektupta Atatürk çok sert bir üslup kullanmış. Mektuptan anlaşıldığına göre konu ders kitaplarının hazırlanması ile ilgili. Atatürk, tarih yazımı için “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni görevlendiriyor. Cemiyet, liselerde okutulacak tarih kitaplarının yazımına başlıyor. İslam tarihi ve Türklerin İslam'daki yeri ile ilgili bölüm de hazırlanan konular arasında. Tarih Cemiyeti bu bölümün yazılması için Zakir Kadiri adında birini görevlendiriyor. Atatürk, Ankara'dan ayrılmak üzere olduğu günlerde, Tarih Cemiyeti'ni kabul ediyor. Cemiyet başkanı Tevfik Bey (Bıyıklıoğlu) yapılan çalışmalar hakkında Atatürk'e bilgi veriyor. Zakir Kadiri'nin yazdığı İslam tarihi bölümleri, Atatürk'ün huzurunda okunuyor. Atatürk kendisine okunan tarih yazılarını hiç beğenmiyor, hemen o anda itiraz ediyor. Görüşlerini bildiriyor ve düzeltilmesi gereken yerler konusunda direktifler veriyor. Türk Tarih Cemiyeti heyeti, Atatürk’e uyan ve düzeltmelerin dikkate alınacağını ve Zakir Kadiri'ye yazdırılan tarih notlarının tekrar gözden geçirileceğini vaat ediyor. Aradan bir süre geçiyor. Cemiyet yazılar üzerinde yapılması istenen düzeltmeleri, gerektiği gibi yapmadan yeniden bu notları Atatürk'e veriyor. Atatürk'ü sinirlendiren ve mektubunda çok sert üslup kullanmasına neden olan olay, işte burada meydana geliyor”. [4]

Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu olarak sunulan metinde İslam Tarihinde Hz. Ömer hakkında şu cümleleri kullandığı iddia edilmektedir: “Atatürk'ün “Çıplak ve Çıfıt Araplık” dediği şey neydi? Atatürk'ün sansürlenen mektubunda: “Çıplak ve Çıfıt Araplık” diye bir söz bulunuyor. Zakir Kadiri'nin hazırladığı notlarda geçen bir olayı “Çıplak ve Çıfıt Araplık” cümlesiyle yorumlayan Atatürk “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni şu cümlelerle uyarıyor: “Bunu artık Türk çocuklarına bir erdem gibi okutulmakta ısrar gösteren notları göz önüne almalısınız.” Diyordu. Atatürk'ün “Çıplak ve Çıfıt Araplık” diye yorumladığı olay mektupta şu paragrafta anlatılıyordu: “Kudüs'ün teslim olunması için Patrik'inin koyduğu şart üzerine Kudüs önlerine gelen Halife Ömer'in kölesi ile ortaklaşa ve değişerek bir deveye binerek yol aldığını ve asıl kilise yakınına gelindiği zaman deveye binmek sırası köleye geldiğinden ötürü Ömer'in yürüyerek; Arap ırkından başka ve yüksek ırklardan oluşan ordunun yüksek ve muhteşem huzurunda o ordunun kumandanlarına karşı yerden taş alarak atmak suretiyle gösterdiği çıplak ve çıfıt [5] Araplık, malumunuzdur. Bunu artık Türk çocuklarına bir erdem gibi okutmakta ısrar gösteren notları göz önüne almalısınız.” [6] Atilla Oral kitabında sürekli “çıplak ve çıfıt Araplık” sözünü genel bir ifade ile açıklamaya çalışsa da yazıda “Türk Bilgisi” kurallarına göre öznenin Hz. Ömer olduğudur.

Burada iddia edilen Atatürk’ün Hz. Ömer’e hakaret ve onun “çıplak ve çıfıt Araplık” içinde değerlendirdiği gibi gerçeklere dayanmayan bir cümle sansürlenmiş değil fakat sahte olduğu çok net anlaşılan mektupta sırıtmaktadır. Çünkü Atatürk Hz. Ömer’e son derece saygılı ve onu her zaman takdir etmiş bir liderdir. Bunu Büyük Nutku’ndan(Vesikalar III. Cilt) okumakla bu sahte mektuba cevap vermeye başlayalım:

“Hazreti Ömer’in zamanı hilâfetinde memaliki İslamiye fevkalâde denecek derecede süratle tevessü eyledi, servet çoğaldı. Hâlbuki bir milletin içinde servet ve gına husulü beynennas ağrazı dünyeviyenin hudusünü ve bu da ihtilâl ve fitnenin zuhurunu bâis olmak bu âlemi kevnü fesadın muktezayı ahvalindendir. İşte bu nokta; Hazreti Ömer’in zihnim tahdiş ediyordu. Bir de Hazreti Ömer tahattur ediyordu ki. Resulü Ekrem, mahremi esrarı olan havassı ashabına şunu demişti; “Ümmetim düşmanlarına galebe edecek. Mekke, Yemen, Kudüs ve Şamı fethedecek, Kisra ve Kayserin hâzinelerini taksim eyliyecektir ve fakat ondan sonra aralarında fitne ve ihtilâl ve nefsaniyetler hâdis olarak mülûkü salifîn mesleğine gideceklerdir..." Hazreti Ömer bir gün Huzeyfetülyemani Radiyallahüanh Hazretlerine, deniz gibi temevvüç edecek fitneyi sorduğu zaman aldığı cevapta; “Senin için andan beis yok: senin zamanınla onun arasında kapalı bir kapı vardır." dedi. Hazreti Ömer sordu:

Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?

Huzeyfe: Kırılacak!.. dedi.

Hazreti Ömer: öyleyse artık kapanmaz dedi ve izharı teessüf etti. Hakikaten kapı kırılmak mukadderdi. Çünkü memaliki İslâmiye vüs’at bulmuştu, iş çoğalmıştı. Bu şekli emaret ve bu tarzı idare ile her yerde adaleti kâmile icrası müşkül olmuştu. Hazreti Ömer bunu idrak ediyor, sıkılıyor ve Allah’ına yalvararak diyordu ki: Yarap! Ruhumu kabzet.

Ömer bir gün ağlarken sebebi soruldu;

‘‘Nasıl ağlamıyayım ki, Fırat kenarında bir oğlak zayi olsa korkarım ki Ömer’den sorulur!” diye cevap verdi.

Evet, Hazreti Ömer (Radiyallahüanha) artık hilâfet unvanı altındaki tarzı emaretin bir devlet idaresine nakâfi olduğunu, bir zatın kendi faziletinde, kendi kudretinde ve hatta kendi mehabetinde olsa dahi bir devletin idaresine nakâfi olduğunu bütün manayı şamilile idrak eylemişti. Hattâ bu endişe ile idi ki, Ömer kendinden sonra artık bir halife düşünemez oldu. Kendis ne oğlunu tavsiye ettikleri zaman “Bir haneden bir kurban yetişir" dedi. Abdrurahman Bin Avfı çağırdı:

“Ben seni veliaht eylemek istiyorum" dedi. O da “Bana kabul et diye rey ve nasihat eyler misin” dedikte Ömer: “Edemem” dedi.

Abdurrahman: “Vallahi ben de ebediyyen bu işe giremem" dedi. En nihayet Ömer, en makul noktaya temas etti; emaret, devlet ve millet işini meşverete havale etti, Ömer’den sonra ashabı şûra ve bütün halk mescidi lebalep doldurdu ve orada bazı şayanı dikkat vaziyetlerle yine idarei ümmeti, intihap ettikleri bir halifeye tevdi ettiler”. [7]

Mektupta yazılı olduğu iddia edilen şu cümle Atatürk’ün tarih bilgisiyle alay etmek olmaktadır: “Ömer'in yürüyerek; Arap ırkından başka ve yüksek ırklardan oluşan ordunun yüksek ve muhteşem huzurunda o ordunun kumandanlarına karşı yerden taş alarak atmak suretiyle gösterdiği çıplak ve çıfıt Araplık, malumunuzdur[8]. Atatürk’ün İslâm Tarihi ilgili kitaplar içinde çok önemli bir yeri olan ve şahsına saygı duyduğu Şehbenderzade Filipeli Ahmed Hilmi’nin İslam Tarihi’nde Hz. Ömer icraatlarını ve bu olay nasıl anlatılmaktadır:

Ömer'in ilk icraatı, Fedek bahçesini, Peygamber'in varislerine geri vermek ve Suriye kumandanı Halid bin Velid'i azletmek oldu. Fedek bahçesi, Peygamber'in malı olup onu hayatında iken kızı Fatıma'ya bağışlamıştı. Peygamber'in irtihalinde Ebu Bekir bu bahçeyi beytülmale intikal ettirmişti. Fatıma hakkını istedi. Ömer, bu hususta Ebu Bekir'e şiddetle muhalefet etmiş ve bahçenin Fatıma'ya verilmesi için ısrar etmişti. Lakin Ebu Bekir'i görüşünden çevirmek mümkün olmadı. Ömer'in görüşü daha uygun ve daha siyasiydi. Ebu Bekir'in bu husustaki ısrar sebeplerini bulmak pek zor iştir. Gerçi Ebu Bekir'in hareketi “harfiyen” şeriata uygundu. Lakin halifenin bu gibi hususlarda tasarruf hakkı vardı. Fedek gibi ehemmiyetsiz bir bahçe için Peygamber hanedanının müracaatını neticesiz bırakmak, Ebu Bekir'in yumuşaklık ve tedbirliliğine uygun düşmezdi. Ömer'in muhakemesi de bu yolda olduğundan bahçeyi derhal Peygamber'in varisine teslim etti[9]

Halid bin Velid, dinden dönenlerle beraber bulduğu Malik bin Nuveyre'yi, namaz kılmasına rağmen öldürtmüştü. Ömer, o vakit halife olan Ebu Bekir'den Halid'in kısas gereği öldürülmesini talep etmişti. Lakin Ebu Bekir, dinden dönüşleri yok eden ve İslam'ı kurtaran Seyfullah'ı, dinden dönenlerle dolaşan bir adamın öldürülmesi yüzünden kısas uygulanmasını münasip görmedi. Öldürülenin diyetini verdi. Bu defa, halife olunca Ömer: "Bir Müslümanı haksız yere öldüren adam, İslam kumandanı olamaz." diyerek Halid'i azletti ve yerine Ebu Ubeyde bin Cerrah'ı kumandan tayin etti. “Resülullah'ın halifesinin halifesi” tabirinin uzun olmasından dolayı “Emirü'l-Mü'minin =Mü'minlerin emiri” unvanını alan Faruk Müslümanları Irak cihadına davet etti. Kadı tayin olunan İmam-ı Ali ve sair ileri gelen sahabeler, halifenin hükümet merkezini terk edip muharebeye gitmesini uygun bulmadılar. Faruk, meclisten, Irak için bir kumandan seçilmesini istedi. Saad bin Ebi Vakkas'ı münasip gördüler.

Ömer'in ne meşrebde bir kişi olduğunu bildiren tarihi vesikalardan bulunduğu için yeni kumandana yazdığı şu hutbeyi buraya alıyoruz [10]:

“Ya Saad; sana Resullullah'ın dayısı dendiği için mağrur olma. Allahü Taaıa kötülükle kötülüğü yok etmez. Ancak güzel şeylerle kötülükleri yok eder. Allah ile kul arasında ta'atdan (=kulluk'tan) başka nisbet (=bağlantı) yoktur. Allah onların Rabbi, onlar ise onun kullarıdır, afiyet ve hatime itibariyle birbirinden üstün olur ve ta'atla Allah'ın indinde ecir ve mükafat bulurlar. Bak Resulullah ne yapar idiyse sen de öyle yap ve sabırlı ol.”

Ömerü'l-Faruk'un hilafet devri son derece dikkate şayan vak'alar ve hadiselerin karanlıktan fiiliyat meydanına düştüğü bir zamandır. Sürüp giden son derece parlak başarılar, bu dediğimiz hadiseleri birçok tarihçinin tenkid nazarlarından gizlemiş ve çokları bu mühim hususları gerektiği şekilde tahlil ve tenkid etmemiştir. Arap yarımadası fakir bir yerdi. Arapların çoğu, medenilere nisbetle pek fakir ve basit bir halde yaşamakta ve içtimal seviyeleri bedeviliği geçememekteydi. Hâlbuki az zamanda Araplar, İran'ı aşağı yukarı bütünüyle, Ermenistan'ı, Arz-ı Mukaddes (=Filistin)'i, Suriye'yi. Mısır’ı, Irak ve Cezire'yi fethettiler. Nice asırlardan beri bu memleketlerde toplanan büyük servet ve hazineler, Arapların eline geçti. Bütün bu değişiklikler, bütün bu ilerlemeler, hiçbir derecelendirmeye bağlı olmaksızın, hiçbir geçiş dönemi geçirmeksizin gerçekleşmişti. [11]

“Kudüs'ün anahtarlarını teslim almak için Ali'yi kaymakam bırakıp Şam'a giden ve yamalı gömlek taşıyan, kölesiyle nöbetleşerek devesine binen Ömer, kendisini karşılamaya çıkan Ebu Ubeyde, Yezid bin Ebi Sufyan ve Halid'i ejderha gibi atlara binmiş, atlaslar giymiş görünce hayretten hiddete, hiddetten öfkeye düşerek onları taşa tutmuştu.” [12]

.

(Devamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz)

https://www.bursaarena.com.tr/ataturk-un-mektubu-sahte-mi-sansurlu-mu-3-makale,9120.html


[1] Bu konudaki örnekleri hatırlatan meslektaşım Hakan Ay’a ve Bilgi işlemci Zekeriya Yıldırıma teşekkür ederim.

[2] Atilla Oral, a. g. e., s. 76.

[3] dindarmustafakemal/posts/291077317910951/?locale=fr_FR

[4] 4 Atilla Oral, a. g. e., s. 6.

[5] Atilla Oral, a. g. e., s. 8. Çıfıt sözcüğü Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı: Yahudi, hileci ve düzenbaz.

[6] Atilla Oral, a. g. e., s. 8.

[7] Kemal Atatürk, Nutuk, III (Vesikalar), Devlet Kitapları, On birinci Basılış, Millî Eğitim Basımevi - İstanbul 1970, S. 1243-1244.

[8] 8 Atilla Oral, a. g. e., s. 8.

[9] Şehbenderzade Filipeli Ahmed Hilmi İslam Tarihi, Sadeleştiren: Ziya Nur Aksun, Cilt I, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 2006, s. 272.

[10] Şehbenderzade Filipeli Ahmed Hilmi, a. g. e., s. 272.

[11] Şehbenderzade Filipeli Ahmed Hilmi, a. g. e., s. 273.

[12] Şehbenderzade Filipeli Ahmed Hilmi, a. g. e., s. 273.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.