SİMGE ERCİYAS yazdı: "Fazilet Ve Zarafet Birliğinde Buluşmak.."

Toplum olarak öncelikle, bireylerin doğal hakkı olan birlikte ve sevgiyle yaşamak isteğinde, bir gönülden iş birliği var iken, manipüle edilerek ve gruplar halinde ayrıştırılmışız.

Barış esas demişiz, halkımızın onur ve şerefli yaşaması için ‘ölmeye razı’ olmuşuz. Yani birilerinin kötücül iş birliğinden gelen ‘’sevgi ile birleşme esasının zararlı olduğu’’ yaklaşımına hep karşı durmuşuz. Türk ilkesi gereği ‘’milli duruşuna aykırı düşmeyecek olan evrensel olanı yaşa ve yaşat’’ ta ki iş birliğini önemsiyoruz. Yani kendi yasamızı kendimiz belirliyoruz ancak evrensel yasalara da uyum göstermekten çekinmiyoruz. Hatta o evrensel boyutlara ‘yurtta sulh cihanda sulh’ gibi bir ölümsüz ilke daha kazandırıyoruz.

Müzakere / uzlaşma kültürü bana ‘‘iç içe kimlik kaybı yaşamış anlaşmalar’’ gibi hissettiriyor. Hatta Orta Çağ anlayışına geri dönmek de diyebiliriz. Ülke içindeki iş birliğini ‘Kurucu Lidere’ bağlamakta bir yanlışlık göremiyorum. İkincil zıt değer ‘Ümmet Lideri’ne hizmet ediyor. Oysa Türk milleti, insan sevgisini ve bağını yaşatmayı önemser. Dünyanın çelişkisinden de bu manada ayrılıyoruz. Sadece yüksek şuurda yeteneğimiz olan iyi iş birlikleri yerine, yıkıcı iş birliklerinin ne kadar yanıltıcı olacağını fark etmeliyiz.

Biz Türkler, elimizi attığımız her konuya bir değer biçeriz. Ama her zaman o konunun içine "sevgi" de ekeriz. Diğer çoğu toplumlar gibi zekânın ve duygunun ayrışmasında değil; "akıl ve hislerin dengeli zarafeti"nde buluşmayı severiz. Müzakere ile kaybolmak yerine, zarafet birliği ile yıkıcı dayatmanın karşısında -dimdik- durmayı benimsiyoruz. Agresiflik ve kurnazlıkta iş birliği sizin tercihiniz deyip ‘’biz biziz, siz sizsiniz’’ deyip geçiyoruz. Madem iş birliği var, bizim işimiz de “fazilet ve zarafet birliğinde buluşmak” demekten çekinmiyoruz.

Türk öğretisine göre ‘hür’ olmayı bilmek, halkın, devletin sahibi olma iradesini taşıyan bir kurumsallıkta ise; o zaman ‘masada iş birliğine’ ayrışarak oturmakta benimsediğimiz bir gerçek de olmalı. Tıpkı Lozan’da olduğu gibi. Dünya var olduğundan bu yana, tüm milletler ve devletler tarihinde, barış alanında mutlaka bir “Türk imzası”nın mevcut olması da tesadüf değil diye düşünüyorum. Hal böyle iken, son yüzyılın ‘‘ilk ve son barış anlaşması Lozan'da da görüldüğü üzere, egemenliğimiz tartışılmaz bir yapıcı iş birlikçi aklın -dengeli tecrübesinin- eseri olarak tarihte -son kez- yerini almış olarak görüyoruz. Bu mantıkta çağları yakalayarak devam etmek, gelecek için daha derin önem kazanıyor. Ki başka bir örnek olan Montrö Antlaşmasının sonuç kazanımlarını, yakın zamanda Rus-Ukrayna Savaşı nedeniyle “boğazlarımız” dan geçmek isteyen o dev ülkelere göstermiş olduk. Peki ya Montrö olmasaydı?

Bugün bizim toprak ve vatan bütünlüğümüz, millet ve ulusal yurttaşlık rejimimiz üzerine tartışmak da beyhudedir. Bu bağlamda, bütünün var edildiği kuruluş değerlerimiz üzerine, özellikle Anayasa’mız üzerine tartışmaları da akılcı bulmadığımı söylemeliyim. Hatta ve hatta inkılap değerlerimizin göz ardı edilmesi ‘’Milletle iş birlikçi bir ortak akıl’’ olmadığı gibi, içimizden çıkan bu gibi uyumsuzluklar, beka sorunu yaratmaktan öteye geçmiyor. Bu nokta bana ‘hattı müdafaaya düşenlerin, sathı müdafaada var olamayacakları’ gerçeğini de çağrıştırıyor. Üzücü olan şu ki ‘dünya ile yarışan akıl için yola çıkan bizleri’ sürekli engellemek / hatta durdurmak çabaları, bir nevi gericilik olmakla birlikte, kaba bir iş birliği dahi içermemektedir. Bu durumda halkın, siyasal zarafet beklemesi de hayalci gibi duruyor.

Gerilen her yayın mutlak bir sınırı vardır ve ok yaydan çıktığında ise hızını tahmin etmek pek mümkün olmayabilir. Bunu yaşamak yerine, ‘nihayetinde yeni yüzyılda bu gerici politikaların yer bulamayacağını bilmek ve daha aktif siyaset yapmak’ gerekmektedir. Gel gelelim içeride ve dışarıda, Osmanlı’nın çöküşünü anımsatan ‘eskimiş’ senaryolar üreterek, tarihin tekerrürünün fantezisine düşen kitle ve milletlerin, 1915’den bu yana savaşları ve seçimleriyle idraklerinin sonucu henüz bitmemiş görünüyor.

Bu kaotik düzende Türkiye’nin de hattı da sathı da müdafaa hakkı meşrudur. Bu ilkesel zarafetin insanlık için ‘’nimet mi-lanet mi?’’ olduğu gerçeği de, 'barıştan yana iş birlikçi' milletimizin yüksek şuurunda gizlidir.

Nice daha mutlu bayramlara ve yarınlara ulaşmanız dileğiyle..

.....

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

.....

Anahtar Kelimeler:
Simge ERCİYAS
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.