Yeni emekli öğretmen Selda Hanım, 90 yaşında lakin hayli dinç olan annesi Sıdıka Hanım ve 11 yaşındaki oğlu Ahmet dışarı çıktıklarında büyük demir anahtarla sokak kapısını iki kez kilitledi. Hava çok güzeldi. Ekim’in ortalarında olmalarına rağmen güneş gökyüzünde sanki bir ilk yaz günündeymiş gibi keyifle geleni gideni seyrediyordu. Köşedeki bakkal Mahmut’un dükkanının önünde iki ev üstlerindeki komşuları Melahat Hanım ve kızı Saniye ile karşılaştılar. Kısa bir sohbet sonrasında Orta Pazar Mahallesinden geçerek Şehadet Camisine doğru döndüler. Daha sonra Tophane merdivenlerinden aşağıya inerek itfaiyenin önünden kalkan Mesken dolmuşlarına bindiler.

Yol sakindi. Kısa sürede Yıldırım üzerinden Çınar Lisesine vardılar. Selda Hanım, şoföre kendisine çok yakışan güler yüzü eşliğinde; “hayırlı işler” dileyerek boyası altındaki pası görülen dolmuşun kapısını kapattı… Çınar Lisesinin dört sokak ötesindeki eski komşuları Mükerrem Hanımların evlerine doğru ağır adımlarla yürümeye başladılar…

Ne zaman onlara gitseler çocuk huzursuz oluyordu. Zira Mükerrem Hanımların evinin üst katındaki odanın sürekli kilitli tutulması küçük çocuğu huzursuz ediyordu. Zira herkes alt kattaki oturma odasında otururken, o kaşla göz arasında basamakları gacırdayan merdivenlerden sessiz adımlarla yukarıya çıkıyor odanın kapısının açık olup olmadığına bakıyordu. O odanın içinde ne olduğunu ve neden sürekli kilitli tutulduğunu çok merak ediyor, çok da korkuyordu. Lakin her gidişlerinde bir şekilde tüm cesaretini topluyor ve bir fırsatını bulur bulmaz soluğu orada alıyordu. Bu odanın karşısındaki oda, Mükerrem Hanım ve Salih Bey’in oğulları Remzi’nin ve kızları İclal’in odasıydı. O odanın kapısı her vakit aralık olurdu. Lakin karşıdaki kapı…Küçük çocuk, annesine ve anneannesine bu odanın kapısının niye hep kapalı olduğunu sorup duruyordu. Sorup duruyordu ancak sorusuna bir türlü cevap alamıyordu. Böyle zamanlarda iki kadının da yüz hatlarına ağır bir keder çörekleniyordu. Bir süre öylece kalıyorlar, daha sonra da konuyu değiştirmeye çalışıyorlardı. Ahmet zeki bir çocuktu. Can sıkıcı belki de can yakıcı bir durum olduğunu çoktan anlamıştı. Bir gerçek vardı; sormaktan vazgeçmeyecek ve eninde sonunda bu odanın sırrını öğrenecekti…

Selda Hanım, kapının zilini çaldı. Bir süre beklediler. Mükerrem Hanım zili duymamış olmalıydı. Bir kez daha fakat bu kez daha uzun bir süre zile bastı. Çok geçmeden sesi daha çok bir erkeğin sesine benzeyen Mükerrem Hanım "geldim.." diyerek kapıyı açtı. Her zamanki gibi durgundu. Küçük çocuk, kadının neden her zaman durgun olduğunu ve neden çok nadir gülümsediğini de çok merak ediyordu. “Hoş geldiniz” diyerek misafirlerini içeri buyur etti. Sarıldılar, birbirlerini öptüler. Bahçedeki papaz eriği ağacının dibindeki yeşil muşamba örtülü tahta masanın etrafındaki sandalyelere soluklanmak için oturdular. Güneş hükümranlığını daha da artırmıştı. Adeta bir yaz günündeymiş gibi terlemişlerdi. Mükerrem Hanım mutfaktan su getirerek Selda Hanım’a ve Sıdıka Hanım’a sundu. Ana kız kana kana suyu içtiler. Kısa bir süre sonra evin kızı İclal holün girişinde göründü. Özellikle Selda teyzesini çok severdi. Koşarak önce ona, sonra Sıdıka teyzesine ve küçük arkadaşı Ahmet’e sarıldı. Bahçede kısa bir süre sohbet ettiler. Ardından dar holün girişindeki mutfağın yanından ilerleyerek ve üst kata çıkan spiral merdivenin yanından oturma odasına geçtiler. Ahmet, merdivenin yanından geçerlerken en geride kalmamaya çalışırdı. Çünkü o merdivenin başı da sonu da kendisini berbat hissetmesine yol açıyordu. Ama gene de içini bir kurt gibi kemiren merakına engel olamıyordu…

Kadınlar harareti sohbetlerine başlamışlardı. Sarı saçlı çocuk için siyah-beyaz televizyonu açtılar. Çocuk şanslıydı. Zira televizyonda o en çok sevdiği Voltran çizgi filmi vardı ve daha güzeli de başlayalı çok olmamıştı. Çocuk çizgi filmi izledi. Üst kattaki odayı unuttu. Mükerrem Hanım bir süre sonra gümüş tepside çayları getirdi. İclal de kendi yaptığı üzümlü kek tabaklarını getirdi. Küçük çocuk, kadınlar yüksek sesle ve hararetle sohbet ederlerken kekini yemeye başladı. Tam çay bardağını dudağına değdirdiği anda da aklına üst kat geldi. Bütün vücudunu tarifi imkansız bir ürperti sardı. Göz bebekleri büyüdü. Nereden de aklına gelmişti. O an kendini savunmasız hissetti. Ancak az sonra ne olacağını da iyi biliyordu. Öyle de olmuştu. Bahçeye çıkıyorum diyerek yavaşça odadan dışarı çıktı. Spiral merdivenin hemen dibindeydi. Kadınların kendisine bakmadıklarından emin olduktan sonra yavaşça merdivenlere yöneldi. Kalbi küt küt atıyordu. Her adım küçük çocuğu annesinin bir türlü söylemediği belki de söyleyemediği korkunç gerçeğe yaklaştırıyordu. Küçücük kalbi bir kuş olup çırpınıyordu. Üst basamağa yaklaştığında İclal’in ve abisi Remzi’nin her zaman aralık olan kapısının arasından belli belirsiz güneş ışığını gördü. Biraz ferahladı. Ancak rahatlaması uzun sürmedi. Kilitli odanın hemen önündeydi. Açmak için kapı koluna uzandı. Elleri kolları zangır zangır titremeye başladı. Boncuk boncuk terliyordu. Kapının buz gibi koluna dokundu. Tüm gücüyle aşağı doğru bastırdı. Açılır gibi oldu. Lakin birden karşı tarafta biri tam kapı açılacakken kolu yukarıya kaldırarak açılmasına engel oldu. Ardından odadan; önce varla yok arası duyulan, bir süre sonra da küçük çocuğun duyabileceği yükseklikte tiz bir genç kız inlemesi işitildi. İnlemeler bir süre sonra kesik kesik olmaya başladı. Küçük çocuğun kalbi neredeyse duracaktı. Yüzü kapkaranlık olmuştu. İnlemeler ağlayışlara dönüşmeye başladı. Tiz ses bu kez korkunç bir şekilde ağlıyordu. Çocuk korkuyla elini kapının kolundan çekti. Aşağıya koşmak istedi. Ancak bunu yapamadı. Olduğu yerde kaldı. Tüm vücudu korkudan zangır zangır sallanıyordu. Bütün gücünü topladı. Eğildi. Anahtar deliğinden içeri baktı. Bunu yaptığına çoktan pişman oldu. Pişman oldu olmasına ama o an gördüklerini ömrünün sonuna kadar unutamayacaktı. Zira küçük çocuk odada beyaz bir entari içinde bir genç kızın ayaklarının ve bacaklarının yerden yüksekte durduğunu görmüştü. Genç kız çırpınıyor ve hiç durmadan ağlıyordu. Ağlayışlar haykırışlara dönüştü. Çocuk, kızın damarlı, ince ellerini fark etti sonra. Parmakları tüm vücudu gibi çırpınıyordu. Birden çırpınışlar da, haykırışlar da durdu….

Çocuk bütün gücüyle merdivenlerden aşağıya koştu. Koşarken de arkasında birinin olup olmadığına bakıyordu. Kadınların olduğu odaya ulaştığında haykıra haykıra ağlamaya başladı. Kadınlar oldukları yerde kala kaldılar. Hepsinin gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi. Selda Hanım yürek çarpıntısıyla, canından çok sevdiği oğluna koştu. Yavrusunu sarıp sarmaladı. Panik içinde onu öptü, kokladı. Bağrına bastı. Bir süre sonra çocuk kendine geldi. Kendine geldiğinde ona olanı biteni anlattırdılar…

Mükerrerm Hanım başını top sahasına bakan cama doğru çevirdi,

Gözlerinden oluk gibi yaşlar iniyordu,

İclal’in durumu da anneciğinden farklı değildi.

Sessiz ağlayışlar hıçkırık oldular,

Onlar da zaman zaman küçük çocuğun şahit olduğu şeylere şahit olmaktaydılar,

Bu yüzden hep kederliydiler,

Ahmet, 

Odanın neden sürekli kilitli olduğunu,

Yaşadığı şeylerin ne olduğunu ,

O gün de öğrenemedi,

Söylemediler, Söyleyemediler..

Yıllar sonra,

Mükerrem Hanımın büyük kızı Nurcan’ın kilitli odada kendini astığını öğrenecekti,

Babası Salih Bey, Nurcan’ı istemediği biriyle zorla evlendirecekti,

Genç kız ise evlenmektense ölümü yeğlemişti,

O oda zavallı Nurcan’ın odasıydı,

Genç kızın ölümünden bu yana çok yıllar geçmişti,

Lakin onun odası ağlamaktan hiç vazgeçmedi,

Ağlayan oda…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.