Bursa Arena E'Gazete
2020-10-25 19:22:29

Oku! Oku! Oku!..

İSMAİL TEKİN

25 Ekim 2020, 19:22

Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin öğretmeni, birikimli ve etkili bir eğitimci olan Zeki Baştürk’ün, bizi derinden sarsarak uykumuzdan uyandıracak çığlıkları…

“Siyasetin insana kazandırabileceği en kıymetli hazinenin; başka bir zeminde tanışma şansınızın olamayabileceği insanları tanıma şansı vermesi” olduğunu düşünüyorum. Şayet o şansı dostluğa da çevirebildiyseniz, o dostluğun dışında kalan makamlar, mevkiler, unvanlar gerçekten gölgede kalacak değerler… İnsanın egosunu pozitif anlamda zirveye çıkaran olgu, bence dostluk…

Yalnızlığın makamı, mevkisi, unvanı mı olur Allah aşkına?

Siyaset sayesinde tanıma şansı bulduğum kıymetli insanlardan biridir; “Sevgili Zeki Hocam” diye hitap etmiş olduğum Emekli İlçe Milli Eğitim Müdürü, Eğitimci, Öğretmen, Yazar, Kıymetli Büyüğüm, Dostum Zeki Baştürk…

Hayatı boyunca biriktirmiş olduğu tecrübelerin ışığında yapılacak zengin içerikleri olan faaliyetlerin içinden farklı etkinlikler çıkartabilen, yılın 365 gününü dolu dolu programlayabilecek zihin yapısına sahip, zamanı çok iyi kullanabilen, programlı, disiplinli, etrafındaki insanları yüksek kapasitede motive ederek üretime katabilen yetenekli ve üretken bir insandır.

Yeniliğe açık olmasından dolayı sürekli genç kalmayı başarabilen bir yapısı vardır.

Teknoloji de dahil olmak üzere gündemi çok iyi takip eder, pozitif gelişime ve pozitif değişime açık bir karaktere sahiptir.

Sevgili Zeki Hocamız, hayatı durduran dünya çapında yaşanan Kovid-19 salgını döneminde de hiç durmayıp, usta öğretici kişiliği ile bize de kutup yıldızı oldu. Sağ olsun; ben de dahil olmak üzere yakın dostları ile dijital ortamda yazılı söyleşiler yaptı, basın kanalıyla bu söyleşileri geniş kitlelerle paylaşmaya çalıştı.

Dediğim gibi bize kutup yıldızı yani yol gösterici oldu. Üretmenin ve paylaşmanın güzel şeyler olduğunu gösterdi, bizleri de bu konulara teşvik etti.

Bir nevi öğrencisi olarak ben de Sevgili Zeki Hocam ile bir sanal söyleşi yapmayı düşündüm ve kendisi ile iletişime geçtim. Sağ olsun; beni kırmadı, kendisi ile bir söyleşi gerçekleştirme fırsatı verdi.

Keyifle okuyacağınızı düşündüğüm söyleşimizi sizlerle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum.

……

Sevgili Zeki Hocam, Eminim ki; bu söyleşimizi, sizi yakından tanıyan insanlar okuyacağı gibi, sizi hiç tanımayan insanlar da okuyacaktır. Dolayısıyla başlarken okuyucularımıza, kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?

Zeki Baştürk: Soğuk ve karlı bir kış gecesinde İnegöl'e bağlı Eymir Köyü’mde dünyaya gelmişim. Yıl 1949. aylardan Aralık. Gün ışıdığında, ortalık aydınlandığında yeni bir dünyaya, yeni bir yıla "merhaba" demişim. Doğum tarihim, kayıtlara 1 Ocak 1949 diye işlenmiş. Yeniliklere açık olmak, daha o günden yazılmış alnıma. Çocukluğum, tütün işçiliği yaparak, ipekböcekçiliği ile uğraşarak, bağ belleyerek, oğlak otlatarak geçti. İlkokulu köyümde okudum. Ardından Arifiye İlköğretmen Okulu'nda okudum. Buradaki başarım nedeniyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na seçildim. Burada meslek dersleri okurken bir yandan da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümünde okudum. Her ikisini de bitirerek Edebiyat Öğretmeni olarak mezun oldum. İlk görev yerim Rize-Pazar Lisesi oldu. Ardından Bursa Anadolu Lisesi'ne atandım. Başarılı çalışmalarım nedeniyle MC hükümetlerince sürgüne gönderildim. Erzurum Anadolu Lisesi, Bilecik Ertuğrul Gazi Lisesi ve Bursa Tophane Anadolu Teknik Lisesi'nde öğretmenlik ve yöneticilik yaptım. Yıldırım İlçe Milli Eğitim Müdürü olarak emekliye ayrıldım. Emeklilik sonrası Çağdaş Eğitim Kooperatifi'nde Yönetim Kurulu üyesi, Eğitim Koordinatörü ve Genel Müdür olarak görev yaptım. Bu sırada pek çok dernekte kurucu üye ve başkan olarak da çalışmalarımı sürdürdüm. Şimdilerde ise Bayrak Haber, Zirve Haber, Ajanspazar, Live gibi bilgi sunar (İnternet) gazetelerinde ve a gazete ile Gürses gazetelerinde yazılar yazıyor, söyleşiler yapıyorum. Deneme, anı, öykü türlerinde yazılmış beş kitabım vardır.

Açıklıkla belirtmek isterim ki; sizin hayatınızı başlı başına bir başarı hikâyesi olarak görüyorum. Bir köylü çocuğun İnegöl’ün Eymir Köyü’nden çıkarak, kendi çaba ve vermiş olduğu mücadeleyle, sıra dışı bir eğitimci olmasıyla birlikte, mesleğinde yönetim basamaklarını tek tek tırmanarak ilçe milli eğitim müdürlüğü görevine kadar yükselmiş olmasını takdire şayan bir mücadele örneği olarak görüyorum. Bu mücadele döneminde ve sonrasında birçok sivil toplum kuruluşlarında ve farklı mecralarda başarılı çalışmalara imza atmış olmanızın temelinde yatan değerlerin neler olduğunu bizlere aktarabilir misiniz?

Zeki Baştürk: Başarılı olduğumu söylemeniz büyük incelik. Çok teşekkür ederim. Bunda ailemde aldığım eğitimin katkısı olduğunu düşünüyorum. Babam, köyün ilk okuyanı, köyümüzden çıkan ilk eğitimciydi. Arifiye Köy Enstitüsü’nü bitirmiş bir eğitmendi. Başlarda köyde çobanlık yaptığımı, oğlak güttüğümü söylemiştim. Çobanlık yaparken her akşamüstü, ikindi sonrası elinde bir kitap ile yanıma gelirdi. Kitabı okutur, özetletir, kitapla ilgili sorular sorardı bana. Kahramanların özelliklerini, kitabın ana fikrini sorardı. Gerekli yanıtlarını aldıktan sonra beni oğlaklarımla baş başa bırakır giderdi. Bu durum, yaz boyunca her gün böyle sürüp giderdi. Kitap okuma alışkanlığını, kitap sevgisini böyle kazandım. Okuduğum okulların da çok büyük katkısı oldu. Arifiye İlköğretmen Okulu ile Çapa Yüksek Öğretmen Okulu sosyalleşmemde önemli katkılarda bulundular. Üniversite öğrenciliğim sırasında çalıştığım Meydan Larousse Ansiklopedisi'nin gelişimimdeki katkıları yadsınamaz. Ülkemin en aydın, en üretken, en ünlü yazarları ve bilim insanları ile birlikte çalıştım. Özetle, gelişimimde pek çok kişi ve kurumun yararını ve desteğini gördüm.

Eğitimde, siyasette, sanatta, sosyal hayatta her türlü olumlu ve erdemli mücadelenin içinde olmanızın size kattıkları ne olmuştur, sizden aldıkları nelerdir?

Zeki Baştürk: Boş durmayı, boşa zaman geçirmeyi hiç sevmedim. Okulları yatılı okudum. Halkımın vergileriyle okudum. Bu nedenle her zaman ülkeme ve halkıma borçlu olduğumu düşündüm. Bulunduğum her ortamda ve koşulda halka hizmeti bir görev saydım. Halkıma olan sorumluluğumu yerine getirmek için çabaladım. Her ortam ve koşulda uygun işler yaptım. Bu kimi zaman köyüm ve köylülerim oldu, kimi zaman ise okullar ve öğrencilerim oldu. Herkese bir şeyler vermeye çalıştım. Sonuçta hep mutlu oldum. Kimse benden bir şey götüremedi ama engel olanlar, köstek olanlar halkımdan pek çok şey alıp götürdü.

Sevgili Hocam, eğitim hayatınız ya da genel hayatınız içinde de olabilir; bize, sizi en çok etkileyen anılarınızdan birini anlatabilir misiniz?

Zeki Baştürk: Çocukluğumdaki anımdan söz etmiştim. Babamın her akşamüstü elinde bir kitap ile beni kırlarda ziyareti unutulmaz bir anımdır. Öğretmenlik ve yöneticilik yaşamım, anılarla doludur. Onlarca öğrencinin ve öğretmenin yaşamına dokunmuş; onların yaşamlarında önemli değişiklikler yaratmıştım. Bir tanesini anlatayım: Bursa Tophane Anadolu Teknik Lisesi'nde her yıl yaptığım etkinliklerden birine hazırlanıyorduk. Okulda “ŞİİR ŞÖLENİ” yapacaktık. Okulun konferans salonunda öğrencilere sahnede mikrofonla okuma provaları yapıyorduk. Sınıfımda ortopedik engelli bir öğrenci vardı. Kendi engelini sorun olarak görüp çevresine de sorun yaratan bir öğrenciydi. Ailesinden birkaç kişinin de yasal olmayan işlere bulaştığını biliyorduk. Ne zaman arkamızı dönsek ya da dikkatimizi sahnedeki bir öğrenciye versek, bu sorunlu öğrenci mutlaka biriyle kavga ederdi. Geçimsiz, kavgacı biriydi. Ona da bir görev ve sorumluluk vermeyi düşündüm. Bir şiir ezberlemesini ve okumasını istedim ondan. “Kendi seçeceği bir şiiri okumak ve kendi yöresine uygun giysilerle sahneye çıkmak” koşuluyla önerimi kabul etti. Dicle ile Fırat'ın kardeşliğini konu eden bir şiirle geldi karşıma. Uygun gördüm. Şölen gecesi, yerel giysilerle çıktı, şiirini okudu ve büyük alkış aldı. O geceden sonra, o sorunlu çocuk gitti. Yerine uyumlu, saygılı ve çalışkan bir öğrenci geldi. Sanatın gücü burada da kendini gösterdi. Bu örnekte görüldüğü gibi sorunlu tüm öğrencilerimin ya da sınıflarımın şiirle, tiyatroyla hayata tutunmalarını sağladım.

Sizinle birlikte çalışma şansına sahip olduğum için iyi biliyorum ki üretici bir kişiliğiniz var; pratik bir zekâya sahipsiniz, organizasyon yeteneğiniz oldukça gelişmiş… Birikimlerinizden yararlanılamıyor diye düşünmemle birlikte, sizin halka çok yakın bir insan olduğunuzu da dikkate aldığımda, bu kopukluğun temelinde yatan olgunun ne olduğunu ben çok merak ediyorum. Ülkemizde bilhassa sanat, sanki halktan kopukmuş gibi bir anlayışla yapılıyormuş gibi geliyor bana… En azından ben öyle hissediyorum. Siyaset, sanat ve ticaret sanki entel, lümpen bir kitleye aitmiş gibi bir düşünceye kapılıyorum. Sanatın, siyaset ve ticaretin Türk Halkından kopuk olmasının temelinde yatan gerçekler hakkında bizimle fikirlerinizi paylaşır mısınız?

Zeki Baştürk: Övgüleriniz için bir kez daha teşekkür ederim. Sanat, toplumu eğitmede, yüceltmede, bilgilendirme ve bilinçlendirmede en önemli etkendir; çok önemli bir araçtır. Namık Kemal, Vatan Yahut Silistre adlı oyunuyla özgürlük, adalet, eşitlik gibi kavramları, istibdat döneminde dile getirebilmiştir. Oyun, bir gece oynanmış ama halkı sokağa dökmüştür. Nazım Hikmet, Pablo Neruda, Bertolt Brecht gibi ozanlar, şiirleriyle halkın sesi olmuşlardır. Ülkelerini yönetmekten aciz yöneticiler, sanatı ve sanatçıyı bu nedenlerle halktan uzak tutmuşlardır. İlk çağlarda bile önem verilen heykellere günümüzde kimileri "ucube" diyerek kaldırtmış, kimileri de sanatın içine tükürmüşlerdir. Günümüzde sanatçılar, katillerden, hırsızlardan, tecavüzlerden daha tehlikeli bulunmaktadırlar.

Sadece tecrübeli bir 'eğitimci' değil, eğitimin her alanına emek vermiş bir 'eğitim gönüllüsü' olarak, dönem itibarıyla Ülkemiz politikacılarının ve halkının eğitime bakışındaki yanlışları, eksiklikleri, sizin bakış açınızla sizden öğrenmek isteriz.

Zeki Baştürk: Bizde her alanda kolaycılığa kaçılıyor. Rakipleri ve halkı suçlamak, halkımızın cahil olduğunu söyleyerek sorumluluktan kaçınmak gibi kolaycı bir yol ve yöntem izleniyor. Yereldeki ve geneldeki siyasetçilerin kitap okumadıklarını, yerel ve dünya siyasetini iyi yorumlayamadıklarını gözlemliyorum. Hatta bu konuya hiç değinmediklerine tanık oluyorum. İktidar sözcüleriyle laf yarışına giriyorlar. Şu andaki kimi belediye başkanları daha güzel ve daha yararlı işler yapıyorlar. Çözüm üretiyorlar. Siyasetçilerde buna benzer çözümleri ve çözüm üretkenleri göremiyoruz. Siyasetçilerin bir eksiği ya da yanlışı, proje üretenleri, çözüm önerenleri yanlarından uzaklaştırmak. Kendilerini övenleri, hiçbir görüş ve öneri sunmayanları yanlarında bulunduruyorlar. Bu tutum ve davranış, yönetenleri, yöneticileri başarısız kılıyor. Ama bunun farkında değiller. Yalakaları, çıkarcıları, beklenti içinde olanlarla değil de, düşünen, sorgulayan, üreten ve salt ülkesini ve halkını düşünenlerle birlikte hareket etseler hem kendileri başarılı olur hem de ülkemiz kazançlı çıkar.

• Her konuda olduğu gibi değerlerin ortaya çıkartılması konusunda da ülkemizde inanılmaz bir beceriksizlik var. Aslında mikro ölçekte de olsa ben, sizin bu konuda da uzman olduğunuza tanığım.

Ülkeyi tutan, frenleyen, her şeyi engelleyen bir bağnazlık var, bağnazlığı da sadece dinsel anlamda falan kullanmıyorum.

Sizce bu öngörüsüzlüğün, hoşgörüsüzlüğün, beceriksizliğin sebebi nedir?

Zeki Baştürk: Beceriksiz ve yeteneksiz yöneticiler, üreten ve sorgulayan insanlardan çekiniyorlar. Bu tür insanları yönetemeyeceklerini biliyorlar. Olabildiğince onları, yönetimlerden uzak tutmaya çalışıyorlar. Kendi yetersizliklerini böylece örtmüş oluyorlar. Oysa yakın çevrelerinde pek çok değer var. Bunların her biri kendi alanlarında uzman kişiler. Bu değerleri, bu uzman kişileri yönetime almasalar da düşüncelerini alsalar, kurulacak kurullarda yer verseler yine de başarı sağlarlar. Üstelik bu uzman kişilerin ve değerlerin hiçbir beklentileri de yoktur. Salt çevrelerine, halkına ve ülkesine katkı sunmak çabasındalar. Beceriksiz yöneticiler, bunu bile göremiyorlar. Dünyadaki devrim liderlerinin yaşamlarını, düşüncelerini, insan ilişkilerini okuyup öğrenseler bu yanlışlara düşmezler. Bilgi eksikliği, başarılı olmalarını engelliyor.

Çok yönlü bir kişiliğiniz var; eğitimcisiniz, eser sahibi yazarsınız, köşe yazarısınız, şairsiniz, okuyucusunuz, bir nevi hikâye anlatıcısınız, araştırmacısınız, yerinizde duramayan, kısacası kabına sığamayan örnek bir kişiliğiniz var. Bu kişiliğin oluşmasının temelinde neler var, en azından söyleşimizi okuyan gençlere ışık olması anlamında bu konu ile ilgili bize neler söylemek istersiniz?

Zeki Baştürk: Bu denli övgülere layık mıyım? Bilmiyorum. Yine de teşekkür ederim. Kişiliğimin oluşmasında doğduğum toprakların, ilk eğitimci babamın, köyümüzde yetişmiş Nadir Gezer'in elbette çok büyük payları var. Ayrıca okuduğum okullarım, çalıştığım Meydan Larousse’un çok önemli katkıları oldu. Bunların dışında inandığım ve uğruna mücadele ettiğim halkçı düşünce ile okuduğum kitapların etkisi de yol gösterici oldu bana. Demem odur ki pek çok kişi, kurum, olay var beni etkileyen. Örnek aldığım babam ile okuduğum Arifiye İlköğretmen Okulu, kendi kendime yetebilmeyi, zorluklarla başa çıkabilmeyi öğretti bana. Kuşkusuz en büyük örneğim ve modelim Mustafa Kemal Atatürk'tür. Atatürk gibi düşünürseniz tüm zorlukları yenersiniz.

Çok geniş kapsamlı bir soru olarak algılanacaktır ama Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet, Cumhuriyetin milli ekonomi, milli eğitim, milli savunma, milli sağlık, milli orman ve maden politikaları hakkındaki düşüncelerinizi bizimle özet halinde de olsa kısaca paylaşabilir misiniz?

Zeki Baştürk: Atatürk'ü anlatmak… Atatürk birkaç sözcükle anlatılamaz. O’nu, devrimlerini anlatmaya kitaplar bile yetmez. Özetlemek gerekirse; Atatürk, çağının ötesine geçmiş bir liderdir. Hem söz hem eylem insanıdır. Mazlum ülkelerin önderi olmuştur. Salt askeri bir deha değil, bir öğretmen, bir devlet adamı, her şeyden öte bir insandır. Halktan yanadır, bağımsızlık aşığıdır, özgürlükçüdür. Barışçıldır. Bilime inanır. Ekonomisttir. Dilseverdir. Türkçe vurumudur. En büyük eseri cumhuriyet’tir. Cumhuriyet ise kendi deyimiyle "kimsesizlerin kimsesidir". Yanmış, yıkılmış bir ülkenin koşullarında karma ekonomiyi canlandırarak kısa sürede büyük atılımların yapılmasına önderlik etmiştir. Birilerinin çok beğendiği Osmanlı'nın borçlarını öderken öte yandan ülkenin her yanında fabrikalar kurdurmuştur. Kurulan fabrikalar, iş ortamı sağladığı, üretim yaptığı gibi halkın sosyalleşmesini sağlayan sosyal kurumlar olmuştur aynı zamanda. “Yurtta barış, dünyada barış” sloganıyla çıktığı yolda ülkemizin insanlarını savaştan uzak tutmuştur. Bir tek gericilikle ve yoksullukla savaş etmiştir. Kurduğu Hıfzıssıhha Kurumu ile verem, sıtma, kızıl, kızamık, çiçek hastalıklarını yenmiş, aşı üretimiyle dünyaya örnek olmuştur. Bugün bu kurumu kapatanlar, grip aşısını bile bulamaz duruma düşmüşlerdir. O'nun akılcı yolundan ve bilimden sapıldığı için başka ülkelere muhtaç hale geldik.

Sizin içinizdeki insan sevgisini, genel olarak hayata karşı takınmış olduğunuz pozitif anlayıştan dolayı biliyoruz. Hep fayda üretiyor olmanız ve ürettiklerinizi etrafınızdaki insanlarla koşulsuz, şartsız, hiç bir menfaat gütmeksizin paylaşıyor olmanız da bu bilgimizi perçinlemiş oluyor. Ayrıca sosyal medya paylaşımlarınızdan da doğayı çok sevdiğinizi fark ediyoruz. İçinizde besleyip büyütüp dışa aktarabildiğiniz bu sevginin kaynağı nedir?

Zeki Baştürk: Doğayı sevmek, insanı sevmektir. Doğadan çıkarılacak pek çok ders vardır. Ağaçların, çiçeklerin, bitkilerin önce yapraklanması sonra çiçeğe durması ve meyve vermesi örnek alınacak bir durumdur. Hiç bir şey beklemeden insana her yıl hizmet etmeye çalışırlar. Çıkarsız, beklentisiz bir davranıştır bu. Karların erimesi, suların çağıldaması, göze görsellik sunduğu kadar insanın şu gereksinimini karşılar. Arıların, karıncaların çalışkanlığı, kuşların, kelebeklerin özgürce uçuşu hep örnektir insanlar için. Hayvanların bağlılığı, eti ve sütü ile katkısı hep bizler içindir. Köyde doğup büyümem, köy çocuğu olmam doğayı sevmeme nedendir. Tarlalar, kırlar, bağlar, bahçeler, buralarda yaptığım işler doğa sevgisi aşılamıştır bana. İnandığım değerler de bunu pekiştirmiştir. Doğa ve hayvan sevgisi, insan sevgisini güçlendirmiştir. Toplum yararına çalışmak sadece mutlu eder beni. Bir yaprağın yeşermesi, bir çiçeğin açması, bir ağacın meyve vermesi en büyük mutluluktur benim için. Doğayı katledenlere, ormanları yakanlara, suları kirletenlere öfkem sonsuzdur. Bunları yapanlar, insanlıktan çıkmış soysuzdurlar. İnsanlık, kendi geleceğini yok etmektedir.

Soruları standart dışı sormaya gayret ettim. Bu kısa söyleşi ile çok yönlü kişiliğinizi başkalarına aktarabilmek zordu. Biz, sizin o çok yönlü kişilik kısmınıza kefiliz. Hani meşhur bir lafımız var; “Bilenler, bilmeyenlere anlatsın” diye… Peki, o kısmını biz anlatacağız. Siz, bize, okuyucu ile paylaşmak istediğiniz, özellikle aktarmak istediğiniz düşünceleriniz varsa bu bölümü “serbest kürsü” olarak kullanarak aktarabilir misiniz?

Zeki Baştürk: Okurlara, öğrencilere, partililere ilk önerim "okumak " olacaktır. Oku! Oku! Oku! Kendini geliştirmenin yolu okumaktan geçer. Sözcük dağarcığını genişletmek, yeni yerler keşfetmek, bilmediklerini öğrenmek, bilmediğin yerlere gitmek, düşünmek ve sorgulamak için okumak gerekir. Okuyan ve düşünen insan, bilim ve sanatı kendine kılavuz edinir. Yaşamda en gerçek yol gösterici, bilimdir, fendir. Bilimden ve fenden başka yol gösterici aramak aymazlıktır, sapkınlıktır. Ünlü bilim insanı Darwin'in bir sözünü çok beğenirim. Ne diyor Charles Darwin; "Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir. Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayalar ise tavuk olurlar. Tavuk toplum, önüne atılan bir avuç yemi gagalarken arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz"… Yumurtalarının çalındığının farkına varamayan tavuk durumuna düşmek istemeyenler, bilim ve sanattan uzaklaşmasınlar. Sinema, tiyatro, konser, sergi ve benzeri sanatsal etkinlikleri kaçırmasınlar. Sanat, güzellik aşıladığı kadar birleştiricidir de aynı zamanda. İnsanı dirençli kılar. Savaş sırasında savaş meydanlarında kitabı elinden düşürmeyen Atatürk gibi, Che Guevara gibi liderleri kendilerine örnek alsınlar. Doğayı sevsinler, hayvanları sevsinler ki; sevmeyi öğrensin, bilsinler. Sevmeyi bilenler, yurdunu da sever, halkını da sever, ülkesini de sever. Çünkü dünyayı sevgi kurtaracak. Bir insanı sevmekle başlar her şey. Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz.

Bana böyle olanak tanıyan, fırsat sağlayan yurtsever dostum İsmail Tekin'e sonsuz saygılarımı sunarım.

Esen kalın, sağlıcakla kalın, sevgiyle kalın, dostça kalın.

……

Sevgili Zeki Hocam, bu keyifli söyleşi için çok teşekkür ediyorum. Sizin gibi aklı hür, vicdanı hür ve irfanı hür bir gençle birlikte çalışmaktan ve de dostluğunuzdan her zaman keyif aldım.

Dilerim; dostluğumuz baki kalır, birlikte iyilikler ve güzellikler üretmeye devam ederiz.

Size, sevdiklerinizle birlikte yaşayacağınız, sağlık, huzur ve mutluluk dolu yıllar diliyorum.

İyi ki varsınız…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.