Bursa Arena E'Gazete
2025-06-25 20:35:46

İsrail Terör Devletidir -2-

Prof. Dr. HİLMİ ÖZDEN

25 Haziran 2025, 20:35

Özet

İsrail haber alma Teşkilatı MOSSAD başta olmak üzere Ortadoğu coğrafyasında CIA, MI-6 ve birçok Avrupa ülkesinin istihbarat ajanları yerel işbirlikçilerle katliamlar yapmakta ve huzursuzluk çıkarmaktadır. Özellikle 2015 yılından beri İslam dünyasını tedirgin eden IŞİD ve türevlerinin de MOSSAD tarafından kurulmuş olduğu ifade edilmektedir. IŞİD öncesi de benzeri örgütlerin din adına kendi dindaşlarını öldürdüğü bilinmektedir. IŞİD ve benzerleri bu örgütler İslam'a hizmet değil tam tersine İsrail'in yaşamasına gerekçe oluşturmaktadır. Yaptıkları katliamlarla İsrail katliamlarını aklamaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bir terör örgütünün önce kime faydası olduğuna bakılmalı ondan sonra onu kurduran istihbarat örgütleri tespit edilmelidir. Bu çalışmada IŞİD ve türevlerinin İsrail ve diğer Batı ülkeleri ile ilişkilerine dikkat çekilmiştir.

Giriş

Fransız düşünür Roger Garaudy, İsrail Mitler ve Terör isimli eserinde Haham Cohen’den şu alıntıyı paylaşmaktadır: “ Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer Milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail Seçkin millettir. Bu, Temel dogmadır”. Dünya milletlerine bu gözle bakan İsrail’in Orta Doğu coğrafyasına bakışı bundan bin kat daha aşırıdır. Orta Doğu coğrafyasını dinî mitolojik uydurmalarla insanla meskûn bile görmemektedir. Bu mitolojik hatırlatmadan sonra bugün mevcut olan İsrail’in jeopolitik hedefleri gerçekleştirmesinin analizini Suat PARLAR’ın Ortadoğu Vaat edilmiş Topraklar isimli önemli araştırmasından takip ettiğimizde önemli tespitler şunlardır: İsrail'in Orta Doğu’da yayılmacı bir güç olarak sivrilmesi¬nin en önemli araçlarından biri böl yönet siyasetidir. Güçlü bir istihbarat ağına dayanan Siyonist rejim, bölge¬deki etnik, dini topluluklar ile hizipleri birbirine karşı kış¬kırtmaktadır. Bu açıdan İsrail açısından en değerli model Lübnan'dır. Lübnan'ın bölünmesi fikri 1919'da ortaya atılmış, 1936' da planlanmış, 1954' de fiilen başlatılmış, 1982'de tam anlamıyla uygulanmıştır. Lübnan'ın beş bölgeye bölünmesi Mısır, Suriye, Irak ve Arap Yarımadası dâhil tüm Arap ülkeleri için bir örnek sayılmaktadır.

Suriye ve Irak'ın da Lübnan'da olduğu gibi etnik ve dini bakımlardan ayrı ayrı bölgelere ayrılması uzun vadede İsrail'in “Doğu Cephesi”indeki ilk hedefidir. Ancak bir “Şii İmparatorluğu”ndan duyulan korku neticesinde Irak'ın bölünmesine yönelik girişimler yavaşlatılmış olup İsrail'in böl¬gedeki stratejik ortağı Türkiye'nin güvenlik kuşağı proje¬si devreye sokulmuştur. Kısa vadeli İsrail hedefi ise bu devletlerin askeri gücünün dağıtılmasıdır. İsrail'in bölgedeki Arap devletlerinin parçalanmasına yönelik ciddi planları vardır. Örneğin, Suriye etnik ve dini yapısına uygun olarak, Lübnan'da olduğu gibi çeşitli devletçiklere ayrılacaktır. Buna göre kıyıda bir Şii Alevi devleti, Halep bölgesinde Sünni devleti, Şam'da da buna düşman başka bir Sünni devleti ve Kuzey Ürdün ve Golan'da bir Dürzi devletidir. İsrail'de, bu hedeflerin gerçekleşmesi halinde parçalanmış Suriye'nin uzun vadede bölgede “barış ve güvenliğin” sağlanması açısından güvence olduğu görüşü hâkimdir.

Bu görüşler, İsrail'de gerek ordu, gerek istihbarat örgütünün üst düzey kademelerinde egemen olan düşünce yapısını sergilemektedir. İlk kez 1982' de Dünya Si¬yonist Örgütüne bağlı Enformasyon Dairesi'nin yayın or¬ganı Kivunim'de (Yönler) dile getirilen ve eski Dışişleri Bakanlığı görevlilerinden Oded Yinon'un imzasını taşıyan açıklamalarda İsrail'in yayılmacılığı ile desteklenen böl-yönet politikalarına ışık tutmaktadır. Bu görüşler çerçevesinde ordusunda dini azınlık bulunan her ülkede parçalanma dinamikleri mevcuttur. Yapılan tespitlerde Suriye Ordusu'nun büyük bölümünün Sünni olduğu ancak başlarında Alevi subaylar bulunduğu vurgulanır. Irak or¬dusunun ise Şii, subaylarının Sünni olduğu belirtilir ve uzun vadede bu orduların sadakatinin çözüleceği üzerinde durulur. Yinon'un çözümlemelerinde iktidardaki güçlü askeri rejim dışında Suriye'nin, Lübnan'dan farklı olmadığı ve iktidardaki Alevi azınlık ile Sünni çoğunluk arasında bir iç savaşın kaçınıl¬mazlığına gönderme yapılır. Bütün bölgede Şii Müslümanların en yoksul kesimlerinin örgütlenmesi ve İran'ın bunlara desteği ABD ve İsrail'in korkulu rüyasıdır (Parlar, 2002: 421-422). Bu amaçla, 1980-1988 yılları arası İran'daki azınlıkların da kışkırtılması gündeme gelmiştir.

Irak'ın, İran'ın petrol üretimi ve rafinerilerinin bulunduğu güney bölgesi Kuzistan'a yaptığı saldırı ABD'de de memnuniyetle karşılanmıştır. İran'ın petrolce zengin olan bu bölgesinde Arap azınlığın yaşıyor olması buranın İran'dan koparılması açısından değerlendirilmiştir. İran'da birçok etnik grup bulunmaktadır. Yaklaşık 15 milyon Farisi, 12 milyon Güney Azerbaycan Türkü, 6 milyon Arap, 3 milyon Kürt, Beluciler ve Türkmenler İran'ın etnik unsurlarıdır. İran'ın bu yapısı yanında Yinon bölgesinde, bölge halklarının geleceğine yönelik planları önceleyen rakamlar vardır. Buna göre, İran'da nüfusun yarısının “Türk” olduğu, Türkiye nüfusunun çoğunluğunun ve Sünni Müslüman “çoğunluk”tan oluştuğu ayrıca 12 mil¬yon Şii Alevi ile 6 milyon Sünni Kürt bulunduğu, Afga-nistan'da Şiilerin nüfusun üçte birini kapsadığı, Sünni Pakistan'daki 15 milyon Şii'nin bu devletin "varlığı için büyük bir tehdit unsuru" olduğu vurgulanmıştır.

ABD ve İsrail her iki tarafı silahlandırıp Irak-İran savaşında (1980 ve 1988 yıllarını kapsayan 8 yıllık bir savaştır. Aynı zamanda Birinci Körfez Savaşı olarak da bilinir) çarpışmaları uzatmış ve İran'ın olası bir zaferini engellemişlerdir. ABD, Irak'ı silahlandırırken İsrail de İran' a silah satmıştır. Kısa vadede İsrail, Irak'ın askeri gücünü tehlike olarak değerlendirmiş ve Irak'ın bölünmesinin uzun vadede en az Suriye'nin bölünmesi kadar önemli olduğunu tespit etmiştir. Irak'ta çoğunluğun Şii, yönetici azınlığın ise Sünni olması yanında Kürtlerin konumu, rejimin katılımı kısıtlaması uzun vadeli Irak planlarının unsurları arasında sayılmıştır. İsrail daha 1982' de Irak'ın parçalanması durumunda kurulacak uydu devletlerin nerelere kurulacaklarını ve kimlerin egemenliğinde olacağını kararlaştırmıştır. Buna göre, Osmanlılar zamanındaki Suriye gibi Irak da, etnik ve dini farklılıklara göre bölgelere ayrılacaktır. Böylece üç büyük kent Basra, Bağdat ve Musul çevresinde üç veya daha fazla devlet oluşacak, güneydeki Şii bölgeleri kuzeydeki Sünnilerden ve Kürtlerden ayrılacaktır. İsrail, bölgedeki yoksulluğun yarattığı etkilerden, halka yabancılaşmış rejimlerin yaratığı istikrarsızlıktan azami yarar sağlamaya çalışmaktadır (Parlar, 2002: 422-423).

Günümüzde İran’ın parçalanması için her türlü çareye başvuran ABD ve İsrail İran rejimin yapısını da aleyhine kullanmaktadır. İran yakın tarihine baktığımızda İran Şah'ı ülkesini ABD emperyalizmine terk etmişti. Fakat 1978 yılında İran şahı ayaklanmalar sonunda ülkeyi terk etmesi zorunlu kaldı. Önce Mısır ve Panama'ya sığındı sonra da öldü. Kermit Roosevelt’e (Theodore Roosevelt’in oğlu, iş adamı ve asker) (1889-1943), “şeytanın elçisi” diyen ve Washington'u İran halkına ve insanlığa karşı suç işlemekle itham eden mollalar ABD emperyalizmine karşı ayaklandılar. Taraftarları Tahran'daki ABD elçiliğini basıp 52 Amerikalıyı 444 gün gibi uzun bir süre rehin tuttular. Birçok Amerikan şirketi 30 yıl boyunca İran'a giremedi (Perkins, 2016: 60). Kermit Roosevelt’e olan düşmanlık 1953 yılında başbakan Musaddık'ın devrilme günlerine dayanmaktadır. Musaddık İran petrollerini yaşadıkları sefaletin düzeltilmesi için kullanmak istiyordu. Muhtemel bir demokratikleşme sürecine saygı gösteriyor sünniler ile şiiler arasında anlaşmazlıkları çözümlemeye çalışıyordu. CIA ve İngiliz istihbaratı ise Musaddık’a karşı bir darbe hazırlamış ve o günden sonra İran'ın çalkantılı dönemi başlamıştır. “Uluslararası şirketlerin ve Washington lobicilerinin ise demokrasi ile herhangi bir ilgileri olmadığı onların sadece kendi menfaatlerine düşen şirketokrasileri söz konusu olduğu ortadaydı. Şirketokrasinin elindeki en etkin siyasi silahlardan biri olan lobiciler için şunlar söylenebilir: Bunlar politikacıların şirketlerin çıkarlarını koruyan yasalar çıkarmalarını garanti ederler. Hatta bu yasalar kampanyada verilen sözlere tamamen ters düşüp kamuoyunu hiçe sayıyor olsa bile (Perkins, 2016: 64). İbrahim Okur Hem Kundakçı Hem itfaiyeci adlı kitabının ikinci bölümünde 1953 yılında halkının neredeyse hepsinin oyunu alarak iktidara gelen Musaddık’a karşı nasıl ve neden darbe yapıldığını ve yerine petrol sözleşmelerini ABD şirketleri ile yapmayı kabul eden Rıza Pehlevi’nin tahta oturtulmasını ve sonuçlarını anlatmaktadır. Bugünde ABD ve İsrail Şah Rıza Pehlevi’nin oğlu’nu dünya kamuoyuna pazarlamakta ve İran’ın başına getirmek istemektedir. Bu araştırmada İsrail’in IŞİD-türevleri gibi terör örgütlerinin de kurucu ve destekçisi olduğu aydınlatılmaya çalışılacaktır.

.....

Yazının devamı için tıklayınız

.....

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.