Toplumun genelinde peygamber denince akla; olağanüstü güçlere sahip, farklı bir yapıda yaratılmış, melekvari, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten doğaüstü bir varlık gelir. Bu algı, zamanla akideye dönüşür, rivayetlerde ifadesini bulur. Neticede insanlar, peygamberin hatırıyla duaların kabul olacağına, onun yüzü suyu hürmetine belaların defedileceğine, hatta cennetin garantileneceğine inanır hale gelirler.
Oysa Kur’an, peygamberleri bizim gibi birer insan olarak tanımlar. Onlar da yer, içer, çarşılarda dolaşır, acı çeker, üzülür, sevinir, ağlar, yanılır, hata yapar ve tövbe ederler. Bu yönleriyle son derece insani bir tablo çizer. Örneğin, Resulullah’ın morali bozulmuş, göğsü daralmıştır:
“Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah 94/1)
Hendek Savaşı’nda günlerce aç kalıp karnına taş bağlamış, Uhud’da dişi kırılmış, yüzü yaralanmıştır. Bunlar, hem Kur’an’ın hem de tarihin ortaya koyduğu açık gerçekliklerdir.
Resul, Allah’ın vahyini insanlara tebliğ eden, örnek bir kul ve toplumsal önderdir. Görevi; vahyi eksiksiz aktarmak (Maide 67), onu açıklamak (Nahl 44), yaşayarak örnek olmak (Ahzab 21) ve inananlara yol göstermektir. O bir beşer elçidir (Kehf 110); gaybı bilmez (Araf 188), geleceği göremez, sadece kendisine bildirilenle konuşur (Necm 3-4). Kur’an ona yalnızca iki unvan verir: kul ve resul. Onu öne çıkaran mucizeleri değil, ahlaki örnekliği, adaleti ve doğruluğudur:
“Onlar da elbette yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı.” (Furkan 25:20)
Kur’an, peygamberi kimi zaman “nebi” (insani yönü), kimi zaman “resul” (elçilik) yönleriyle tanımlar. Ayetler bağlamında okunduğunda bu ayrım netleşir. Ancak hiçbir yerde Nebi/Resulün dinde yasa koyma, şeriat tamamlama ya da Allah’ın ortağı olma yetkisi olduğuna dair bir ifade bulunmaz:
“Yoksa onların Allah’ın izin vermediği şeyleri dinde helal kılan ortakları mı var?” (Şura 21)
Resul, yalnızca Allah’a çağıran bir davetçidir (Yusuf 108). Görevi yalnızca tebliğdir (Maide 99). İman edip etmemek ise insanın kendi tercihidir (Yasin 17). Kur’an’a göre resule itaat, Allah’a itaattir (Nisa 80), çünkü resul kendi hevasıyla değil, vahiy ile konuşur.
Ne var ki bu kadar açık gerçeğe rağmen zamanla peygamber anlayışı Kur’an ekseninden sapmış, yerini mitolojik ve menkıbevi anlatılara bırakmıştır. Peygamberi “yüceltme” adına hareket eden bazı anlayışlar, onu adeta tanrısal bir konuma taşımıştır. “Âdem yaratılmadan onun nuru yaratıldı”, “Kâinat onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı”, “Sünnetli doğdu” gibi Kur’an’da hiçbir temeli olmayan rivayetlerle, peygamberimiz olağanüstü bir varlık gibi sunulmuştur.
Bu yaklaşımlar sonucunda peygambere gayb bilgisi verildiği, mucizelerle donatıldığı, tabiat üstü güçlerle hareket ettiği iddia edilmiş; hatta bazı rivayetlerde onun hiç günah işlemediği, sürekli ilahi denetim altında olduğu ve hayatın her alanında bağlayıcı örnek olduğu ileri sürülmüştür.
Böylece Kur’an’ın sunduğu “beşer peygamber” anlayışı gölgelenmiş, yerine kutsallaştırılmış bir "lider" hatta “yarı ilah” konumunda bir figür inşa edilmiştir.
Kur’an, peygamberin “insan” olmasını özellikle vurgular:
“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Bana sadece ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyediliyor.” (Kehf 18:110)
Fakat zihninde melekvari bir peygamber tasarımı olanlar için bu tanım yeterli görülmez. Onlara göre peygamber “sıradan” olmamalı, mutlaka doğaüstü olmalıdır. Oysa peygamberin bizim gibi olması, onu örnek alınabilir kılar.
Eğer peygamber melek olsaydı, insanlar şöyle diyecekti:
“Biz insan değiliz ki, onun yaşadıklarını yaşayalım!”
Bu itirazı da Kur’an şöyle yanıtlar:
“Eğer yeryüzünde yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara da melek bir peygamber gönderirdik.” (İsra 95)
Peygamber elbette sıradan bir insan değildir; ama olağanüstü, doğaüstü bir varlık da değildir. O, Allah’ın görev verdiği, üstün ahlaka ve sorumluluk bilincine sahip insanlar arasından seçilmiş bir elçidir.
Kur’an, Allah’ın peygamberleri keyfî değil, liyakat ve ahlaki donanımla seçtiğini bildirir:
“Allah elçiliği, mesajını iletecek olanlardan uygun gördüğüne verir.” (Hac 75)
“Allah, elçiliğini nereye vereceğini en iyi bilendir.” (En’am 124)
SONUÇ OLARAK:
Gerçek peygamber algısını inşa etmek istiyorsak:
Mucizeyi değil mesajı,
Mitolojiyi değil vahyi,
Menkıbeyi değil Kur’an’ı esas almalıyız.
Peygamberi “yüceltmek” adına insanüstü bir varlığa dönüştürmek, aslında onun en temel özelliği olan “örnekliğini” ortadan kaldırmaktır.
Çünkü örnek alınamayan bir peygamber, hayatta rehber olamazlar!
Allah'a hakiki kul, Resulüne layık ümmet olma dileği ve duası ile tüm dostlara selam..