Bursa Arena E'Gazete
2025-05-28 00:06:51

Günümüzdeki Rivayet Dinine Eleştirel Bir Bakış

HÜSEYİN KOÇ

28 Mayıs 2025, 00:06

İslam öğretisinde birçok konuda olduğu gibi, “imanın şartları” konusunda da zamanla tahrifat yaşanmıştır. Bu tahrifin temelinde, Müslim adlı hadis kaynağında yer alan bir rivayet yatmaktadır. Bu rivayet doğrultusunda “kader” inancı da imanın şartları arasına eklenmiş ve böylece Kur’an’da açıkça bildirilen beş esas altıya çıkarılmıştır.

Oysa Kur’an, özellikle Bakara Suresi 177. ayet ile Nisa Suresi 136. ayette imanın temel esaslarını çok net bir biçimde şöyle sıralar: Allah’a, Ahiret gününe, Meleklere, Kitaplara ve Peygamberlere iman. Görüldüğü üzere, bu beş temel esasın içinde “Kader” inancı yer almamaktadır.

Buhari’de konuya ilişkin geçen bir rivayet de Kur’an’daki bu beş esasla birebir örtüşür. Yani rivayetlerin bazıları Kur’an’a uygunken, bazıları ondan sapar. Bu çelişkiler neden vardır? Çünkü hadisler, Peygamber’in vefatından yaklaşık 150 yıl sonra, mezhep kavgaları ve siyasi çıkarlar eşliğinde yazıya geçirilmeye başlanmıştır! Bu sebeple hakikatle birlikte yalan da rivayet külliyatına karışmıştır. Ne ayıklanmış, ne de Kur’an’a arz edilmiştir.

Kader, elbette Kur’an’da geçen bir kavramdır. Ancak anlamını Allah belirlemiştir. Kur’an’a göre kader; Allah’ın evrende işlettiği sünnetullahı, yani fiziksel, ahlaki ve toplumsal yasalarını ifade eder.

Geleneksel anlayışta ise kader, "insanın iradesini iptal eden bir yazgı" sistemine dönüştürülmüş, her şeyin önceden belirlendiği ve insanın sadece kendisine biçilen bir oyuncu olduğu inancı hâkim kılınmıştır. Bu, İslam’a en büyük tahrifatı yapan Muaviye'nin ideolojik mirasıdır.

Oysa bu anlayış Allah’ı zalim, insanı kukla konumuna indirger. Kur’an açıkça şöyle der:İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm 39) Eğer emek yoksa, irade yoksa; o hâlde imtihanın ne anlamı kalır?

Nitekim Hz. Fâtıma’nın, babasının vefatından sonra kabrine giderek, “Ey babacığım! Hiç bir şey bıraktığın gibi kalmadı. Sanki peygamberliğin geldiği günün bir öncesine döndük!” diye haykırması, yaşanan çöküşün en dokunaklı ifadesidir.

Bir başka sahabe ise, “Allah Resûlü’nü toprağa verdik; ellerimizi onun toprağından silkeleyip cahiliye adetlerine geri döndük.” diyerek, Hz. Âdem'den bu yana insana emanet edilen hakikatin hiçbir zaman aslıyla korunamadığını; ya eskiye dönüldüğünü ya da farklı biçimlerde tahrif edildiğini ortaya koymuştur.

Bu sözler, dinin sadece inkârla değil; anlam kaymaları, eklemeler ve eksiltmelerle de nasıl bozulabildiğini gözler önüne seriyor. Nitekim Peygamber’in vefatından kısa süre sonra yaşanan politik çekişmeler, hilafet tartışmaları ve kabile kavgaları, dinin özünü örter şekilde yeni yapıların temelini attı.

Daha ilk nesilden itibaren, Kur’an merkezli bir yaşamdan uzaklaşma başladı. Kimi zaman siyasî çıkarlar uğruna dinî kavramlar yeniden tanımlandı; kimi zaman da "hadis", "sünnet" veya "icma" adı altında Peygamber’in getirdiği saf mesajın etrafı farklı yorumlarla örüldü. Bu da tıpkı Hz. Fâtıma’nın sitemkâr sözlerinde olduğu gibi, Allah’ın indirdiği dinin kısa sürede tanınmaz hâle gelmesine yol açtı.

Bugün hâlâ birçok Müslüman, dinini Kur’an yerine, yüzyıllar sonra yazıya geçirilmiş rivayetlerle şekillendiriyor. Oysa Kur’an, her çağda canlı kalan, bozulmamış ve korunmuş ilahi kitaptır. Bu yüzden yeniden diriliş, Kur’an’a dönüşle mümkündür.

Anlaşılıyor ki, Allah kitabını korumamış olsaydı, dinin temel ilkelerinin tamamı rivayetlerinin kuklası hâline gelir, Kur’an da tahrif edilmiş bir kitap hâline dönerdi.

Bugün halkın “din” diye bildiği birçok uygulama, Kur’an’ın onaylamadığı, İslam’ın öğretmediği şirk dolu bâtıl inançlardan ibarettir. Zamanla, fethedilen toplumların inançları İslam’a sızmış; Şamanizm, Hindu mistisizmi, Mezopotamya paganizmi ve Yahudi hurafeleri, "hadis" ve "sünnet" maskesiyle İslam’ın bünyesine yamalanmıştır.

Rivayetlerle İslam’a sokuşturulan hurafelerden bazı örnekler:

1-Kurban kanını alına sürmek: Bu, Şaman ayinidir. Kur’an der ki:Onların ne etleri, ne kanları Allah’a ulaşır...” (Hac 37) Ama siz kanla çocuğunuzu “koruyorsanız”!.. Bu şirk değilse nedir?

2-Tütsüyle cin kovmak: Kur’an, “Şeytandan Allah’a sığının” der. Tütsüyle kovulan şeytan, aslında cehaletin gölgesidir.

3- Ağaçlara çaput bağlamak, türbe tavafı: Putperestliktir.Mescidler yalnız Allah’a aittir.” (Cin 18) Ağaçtan, çaputtan, taştan, ölüden medet ummak; Tevhid’le bağdaşmaz.

4-Kurbanın ilk lokmasını büyüğe sunmak, kanı toprağa dökmek: Bu, pagan totemizmidir. Kurban ibadettir, büyü değildir.

5-Nazar boncuğu, muska, kurşun dökme: Tevekkül Allah’a değil, boncuğa bağlanmış. Bu açık bir şirk bataklığıdır.

6-Baykuş ötünce uğursuzluk: Bu Şaman büyücülüğüdür. "Başınıza gelen her musibet, kendi yaptıklarınız yüzündendir.” (Şura 30)

7-Ölünün kırkı, elli ikisi: Kur’an böyle bir şey bildirmez. Ruhların gelip yemek yediği gibi inanışlar, masaldan öteye geçemez.

8-Al basması, bıçakla korunma: Kur’an, yeni doğan çocuğu Allah’a emanet eder; siz bıçağa..

9-Üflenmiş taş, okunmuş kâğıt: Şifayı Allah verir. Sizse büyücülüğü modernleştiriyorsunuz.

10-İhlas Suresi’ni ölüye okumak: Bu sure, "Allah’ın birliğini hayattayken kavrayalım" diyedir.Yalnız Sana kulluk ederiz” diyen bir duayı mezarda medet için okumak, doğrudan tevhidden sapmaktır.Bu Kur’an, diri olanları uyarsın diye indirilmiştir.” (Yasin 70)

11-Cenaze Evinde Yemek Dağıtmak: Cenaze sahibi değil, komşu ve dostlar yemek yapıp cenaze evine getirmelidir. Nitekim Peygamberimiz Cafer’in ailesine yemek götürülmesini emretmiştir: “Çünkü onların başına meşgul edecek bir musibet gelmiştir.” (İbn Mâce, Cenâiz, 59)

12-Kabir azabı inancı: Kur’an, azabın kıyametle başlayacağını bildirir. Ölümle birlikte başlayan bir işkence süreci Kur’an’da yoktur. Bu, mezhep kitaplarının kurgusudur.

13-Ölüye Kur’an okunması: Diri için hayat kitabı olarak indirilen kitabın ölünün arkasından okunması zaten akıl ile barışmaz. Sevgili Nebimiz ne kendisi ölüye okumuş, ne de ashaba bunu tavsiye etmiştir. Bu, bidattir. Çünkü, (Yasin 70)'te “Bu Kur’an, diri olanları uyarsın diye indirilmiştir..” Denilmektedir. Ölmüşlerimize elbette gazel okumayacağız. Dua ederiz. Rahmet ve af dileriz. 
Ne diyor yüce Rab. "Duanız olmasaydı neye yarardınız
". Duaları küçümsemeyelim. 

Sonuç: Kur’an’ın Allah merkezli mesajı, günümüzde mezarlara, türbelere, muskaya, boncuğa ve ölü kültüne gömülmüştür. Şirk, ibadet kisvesine büründürülerek sunulmaktadır. Ne acıdır ki bu batıl dine hâlâ “İslam” denmektedir. Oysa bu batıl din, Allah’ın değil; rivayetlerin, mezheplerin, ataların farklı kültürlerden geçme hurafelerin şekillendirdiği bir dindir!
Akıl sahibi insanlardan olarak bizlerin, dini yalnız Allah’a has kılmamız şarttır. 

Dünyevi bir işi öğrenmek için "bir bilen" şart olabilir. Ancak örneklerde de görüleceği gibi, bir şeyin din olup olmadığına iman konusunda, araya ne bir "ölü", ne bir "tarikat / hoca / şeyh", ne bir "rivayet" ve ne de "bir bilen" koymak zorunda değiliz. 

Son cümle, ne diyor yüce Rab,Rabbinizden size apaçık deliller geldi. Artık kim gerçeği görürse kendi lehinedir; kim de körlük ederse, kendi aleyhinedir.” (En’am 104)

Tüm dostlarıma, arkadaşlarıma ve değerli okurlarıma içten teşekkürlerimi sunuyorum. Yorumlarınız ve desteğiniz benim için gerçekten çok değerli. Hepinize sevgiyle, muhabbetle selamlar!”

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.