Bursa Arena E'Gazete
2021-10-29 19:37:28

Atatürk’ü Unutamıyorum..

İSMAİL TEKİN

29 Ekim 2021, 19:37

Nezir Küçükbayrakdar’la uzun süren bir arkadaşlığımız oldu ve zamanla dostluğa dönüştü.

Siyasal ve sosyal hayat içerisinde beraber mücadele ettik. Birlikte bazı zamanlarda umutlandık, bazı zamanlarda da umutsuz durumlar yaşadık.

Asla mücadeleden vazgeçmedik.

İkimiz için de özelikle önem arz eden konuların başında; Bursa’daki sol mücadeleyle birlikte sol mücadelenin ve de aynı zamanda sosyal hayatın içinde engelli mücadelesi geldi.

CHP Bursa İl Yönetim Kurulu Üyesi olduğum andan itibaren görev dağılımı yapılırken özellikle Engellilerden Sorumlu İl Başkan Yardımcısı görevini kendim talep ettim. O talebim uygun görüldü ve görev tarafıma verildi.

Görevi alır almaz Nezir Küçükbayrakdar’ı aradım ve İl Başkanlığı bünyesinde “Bursa İl Başkanlığı Engelsiz Yaşam Masası” adı altında beraber bir komisyon oluşturduk. Komisyonumuz genel itibarıyla engelli bireylerden ve engelli konusuyla ilgilenen bireylerden oluştu. Komisyon başkanlığına Nezir Küçükbayrakdar seçildi.

“Yapacağımız söyleşiye zemin hazırlamak anlamında bir giriş yaparak konuyu bu noktaya taşıdım. Şimdi bundan sonrasını Nezir Küçükbayrakdar ’ın kendisinden dinleyelim” diyorum.

Tabi konuya girmeden önce Nezir Küçükbayrakdar‘ın bize kendini kısaca tanıtmasını da rica edeceğim.

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- 1956 yılında İstanbul Zeytinburnu’nda doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Gültepe İlk ve orta Okullarında, Levent Lisesi’nde okudum. Daha sonra yükseköğrenimim için İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne başladım. O arada memur olarak bankaya girdim.

Başlangıcı 1976 yılı Ocak ayında, karlı bir günde, Türkiye İş Bankası Beyoğlu Şubesi’nde yaptım. Daha sonra İstanbul’un ilçeleri başta olmak üzere Anadolu’nun çeşitli şehirlerindeki banka şubelerinde görev yaptım.

1988 yılında Bursa Santral Garaj Şubesi’nde müdür olarak görev alarak, 1992 yılında da banka müdürü olarak emekli oldum.

Sonraki süreçlerde çeşitli sanayi kuruluşları ve ticari firmalarda finansman müdürü olarak görev yaptım.

Evliyim, iki çocuğum var.

Ülkenin bugünkü şartlarında her vatandaş gibi yaşamımı idame ettirmeye çalışıyorum.

Tabi bu arada başlangıcının ne zaman olduğunu hatırlamadığım engelliliğimle birlikte yaşam mücadelesine de devam ediyorum.

Ben, çalıştığım firmalarda sosyal sorumluluk konularında da görev aldım. Alt gelir grubunda bulunan insanlara sosyal yardım dağıtımı gibi faaliyetleri yaparken Bursa’nın Arabayatağı, Ulus, Esenevler, Karapınar, Millet Mahallesi gibi mahallelerde yardım yapabileceğimiz aileleri ararken engelli aileleriyle de karşılaştım. Onların yaşadıkları zor şartları gördükten sonra kendi engelliliğimi unuttum.

Engelli konusuna hayatımın büyük bir bölümünü adamak zorunluluğunu hissettim ve sonraki yaşantımda da engelli hakları konusu büyük yer tuttu.

Eşimin de bu süreçler içerisinde MS hastası olması ve eşimin hastalığıyla ilgili ömür boyu sürecek tedavisi ve sonrasında da hayata tutunmasıyla ilgili vermiş olduğumuz mücadele beni tamamen engelli konusuna bağladı.

Birçok dernek ve sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışmalarım oldu.

Bu çalışmaları ileriye götürmek anlamında 2014 yerel seçimlerinde Belediye Meclis Üyesi Aday Adaylığı sürecimiz gerçekleşti. Biliyorsun, bu dönemde seninle tanışmış olduk. Bu tanışma asgari müşterekte birleşen ortak siyaset anlayışımız gereği ileriki süreçte “Cumhuriyet Halk Partisi Engelsiz Yaşam Masası”nda güzel ve başarılı bir çalışmaya dönüştü.

İ.TEKİN- Evet, sevgili Nezir Abimiz! Okuyucularımızın kısaca sizi tanımış olduklarını, engelli konusuna bakışını, engelli hakları ile ilgili vermiş olduğun mücadelenin anlamını da kavradıkları kanısındayım.

Şimdi gelelim asıl konumuza ve tam da bam telinize dokunalım. “Bursa İl Başkanlığı Engelsiz Yaşam Masası” adlı komisyonumuzda biz ne yapmak istedik, çevremizden gerekli ve yeterli desteği alabildik mi?

Bu soruma vereceğiniz cevaptan sonra siyasette ve sosyal hayatın içinde engelli konusundaki temel eksikliklerin neler olduğu, aslında engelli meselesinde asıl konuların neler olması gerektiği konularındaki fikirlerinizi de alabilir miyiz?

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- Benim rahmetli babam İstanbul’da esnaftı. Her ne kadar fikir çatışmalarımız olsa da babam demokrat bir adamdı ve mazlumdan yana olan bir hayat hikâyesinin başkahramanıydı. Babamın bir lafını hiç unutmuyorum; “İlk önce kendini kurtar ama etrafındaki insanların mesuliyetini de üzerinde hisset” derdi.

Seninle engelli konusuna başlarken; senin, “Nezir Abi, bu işi yapar mıyız?” soruna “Tabi ki ama hangi görüşten olursa olsun bütün engellileri davet etmek şartıyla, onların tümüyle ve tümünün sorunlarıyla haşır neşir olmak şartıyla, onları ortak bir çatı altında toplayıp engelli sorunları, hakları ve sair konularda genel bir çalışma yapmak koşuluyla, bireyin salt kendi kurtuluşu olması ötesinde toplum olarak engelli konularında yapacağımız her atılım aslında toplumun tedavisi olarak görülmesi meselesi ana fikrinden hareketle bu görevi alır ve yerine getiririz” cevabı vermiştim.

Bu meselenin ekonomi politik yönü olduğu gibi sosyolojik yönü de mevcut tabi ki… Haliyle de siyasal yönü ağır basan bir mesele…

Çalışmaya başladığımızda bu meselenin hemen halledilebilecek bir mesele olmadığını, uzun zaman dilimlerine yayılması gereken bir mesele olduğunu biliyorduk. Haliyle meselenin zorluklarını, eksikliklerini göğüsleyebildiğimiz kadarıyla göğüsleyerek bir mücadele verdik. Bu mücadeleye aynı çatı altında toplumun farklı kesimlerinden insanları katmaya çalıştık. Lakin özellikle konunun öznesi olan STK’lardan yeterli desteği göremedik.

Engelli konusuna kaynak aktarma meselesi sıkıntılı bir meseleydi. Devlet bile bu konuda bütçede yeterli kaynağı ayırmıyordu ki diğer katılımcılar bu alana kaynak ayırabilsin.

Sonra öncelik sıralamasında da engelli meselesi hiçbir zaman hak ettiği yeri alamadı.

Tabi ki olumsuzluklar yaşanacak; bu olumsuzlukların yaşanması bizi hizmet ettiğimiz ideallerden geri koyamaz. Biz mücadelemize farklı alanlarda devam ediyoruz ve edeceğiz.

İsmail, şunu sevinçle söylüyorum ki; bu engelli meselesinde hiçbir şeyi başaramamış olsak bile özellikle ülke siyasetinde engellinin yok sayılmaması gerektiğini ve asıl kaybın bu yok saymalardan kaynaklandığını topluma deklare etmiş olduk. İçinde bulunduğumuz parti dışındaki partilerdeki bu konulardaki kıpırdanmalardan bunu başarmış olduğumuzu anlıyoruz.

İ.TEKİN- Ülke Siyasetine karşı oldukça duyarlı ve yeterince bilgi sahibi olduğunuzu, okuduğunuzu, araştırdığınızı biliyorum. Bursa siyasetini daha bir kenardan köşeden takip ettiğinizi de biliyorum. Bilgi birikimin ve tecrübelerin ışığında sizce Türkiye’de ve Bursa’da siyasetin açmazları nelerdir?

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- İsmailciğim, bu soruya şöyle bir cevap verebilirim diye düşünüyorum ki; baştan Türkiye siyasetini kendi partim olan Cumhuriyet Halk Partisi özelinde bir değerlendireyim.

CHP Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisidir.

Kuruluş felsefesi; benim de benimsemiş olduğum ve bütün hayat hikâyemde var olan; “Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik” ilkeleridir. Görülüyor ki; bütünün parçalarından birinin eksik olması bugün yaşananların nedenini ortaya koymuş oluyor. Toplumun ne hale geldiği de siyasetin bu hale bir çare olamayıp cevap veremediği de ortadadır.

Örneğin; çiftçi üretemiyor, ürettiğini satamıyor, satsa da girdi maliyetlerinin yüksekliğinden her satışında zarar ediyor. Öz kaynaklarını tüketiyor, borçlanıyor.

Çiftçi ürettiğinden kazanamıyor ama gel gelelim işçi, memur ve emekli de çiftçinin ürettiğini marketlerden, pazarlardan alamıyor.

Peki, burada şöyle bir soru da ben sorayım; burada ilkelerden birinin bariz bir şekilde unutulmuş olduğunu anlıyoruz.

Bu ilke hangi ilkedir?

Bence “Devletçilik” ilkesidir işte…

Devlet serbest piyasa ekonomisini kendi ağırlığını yok sayarak tamamen alanı farklı oyunculara bırakarak burada gerek üretici olan çiftçiyi olsun gerekse de tüketici olan işçi, memur, emekliyi olsun maalesef korumasız bırakıyor. “Burada siyasetin mutlaka bu konuya müdahil olması gerekiyor” diye düşünüyorum. Bu bir tercih meselesidir. Ya emperyalistlerin, kapitalistlerin kuralları üzerinden hep aynı noktaya geleceğiz ya da kendi değerlerimizi göz önünde bulundurup Milli politikalarımızı tercih ederek bu sıkıntılardan kurtulma çalışmalarını Türkiye olarak yürüteceğiz.

Bunu siyaset kurumu yapacaktır, yapmalıdır. Bence “siyasetin en büyük açmazı buradadır” diyebiliriz. Konu derin, çok şey anlatabiliriz ama özünden de ayrılmamız doğru olmaz. Anahtar belli Atatürk’ün ekonomik politikalarını tekrar gözden geçirelim.

İ.TEKİN- Ben Nezir Küçükbayrakdar‘ı çelik gibi bir Atatürkçü olarak biliyorum. Bu konuya renk getirmek açısından söyler misiniz Nezir Küçükbayrakdar Mustafa Kemalci midir yoksa Atatürkçü müdür?

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- Bu uğurda ideolojik olarak mücadele etmiş bir insan olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki; dünyanın da kabul ettiği bir gerçek ATATÜRK BÜYÜK BİR DEVRİMCİ...

Emperyalizme en büyük darbeyi vuran devrimci…

Mazlum milletlere rehber olmuş bir devrimci…

Atatürk’ü unutamıyorum…

Ben ne Mustafa Kemalci ne de Atatürkçüyüm. Yumuşatmaya gerek yok ben bir KEMALİSTİM…

Yani benim için Mustafa Kemal’in askeri mücadelesi devamında Atatürk’ün sivil ve siyasi mücadelesi gibi bir ayrımdan ziyade konuya bütünüyle bakan ve ideolojik olarak da tanımlanmış "Kemalist" ifadesi çok doğru bir ifade oluyor.

İ.TEKİN- Bugün çok anlamlı bir gün… 29 Ekim… Cumhuriyet Bayramı… Bu vesileyle Cumhuriyet ile ilgili daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili görüş ve değerlendirmelerinizi de kısaca anlatırsanız isabetli olacak.

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- Türkiye Cumhuriyeti kısaca varoluş mücadelesi olan İstiklal Savaşı sonucunda gerçekleşmiş bütünsel bir devrim hareketidir. Cumhuriyet ile birlikte kendi kendini yönetebilen bir ulus ortaya çıkmıştır. Bu çok önemlidir.

Cumhuriyet harf devrimi, kılık kıyafet devrimi, iktisat kongreleri ile ortaya çıkan ticaret ve sanayi devrimiyle halkın çağdaşlaşmayı hedef almasını sağlamış ve bunun başarılabileceğini de göstermiştir.

Bugün bol keseden nutuk atarak Cumhuriyeti kötüleyenler, Nutuk yazarak Cumhuriyeti nasıl kurduğunu anlatan adama yatıp kalkıp dua etsinler.

Cumhuriyet; kadın, erkek, engelli, patron, işçi, memur, emekli yani her sosyal kesimin kendi örgütlenmeleri neticesinde varlıklarını ortaya koymalarını sağlayacak bir omurgadır.

İ.TEKİN- Türkiye’de sol siyasetin küçük parçalara ayrılması gibi süreçleri de yaşarken, sizin düşüncenize göre, Türkiye’de sol siyasetin geleceği nedir, bir dağınıklık söz konusu mu, dağınıklık varsa bu dağınıklık nasıl toparlanır? 

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- Bu soruyu kendi hayat hikâyemden ve hayatın içinden bazı bölümleri paylaşarak açmak isterim. Yönetici olarak çalıştığım firmada şoför olarak çalışan yirmi yaşlarında, yeni evli, Zonguldaklı bir arkadaş bir gece saat 03.00 sularında beni telefonla arayarak “Abi, çocuğum ölüyor, yetiş” dedi. Pür telaş evine ulaştığımda manzara şuydu; apartmanın bodrum katında rutubetli bir ev… Haliyle çocuk bu ortamda hastalanmış. Çocuğu aldık, hastaneye götürdük.

Düşünebiliyor musunuz?

Çocuğunu hastaneye götüremeyecek kadar durumu kötü çaresiz bir baba…

Bir gün sonra patron bu çalışanı şehir dışına neden gitmediği için azarlıyor.

O anda ben patrona çalışanın genel mağduriyetini izah ettim.

“Ben herkesin çoluk çocuğunu düşünmek zorunda mıyım” cevabı aldım.

Bu çalışan ve bu çalışan gibilerinin yaşamındaki bu mağduriyetleri ve ses çıkaramamaları acaba neden? Kendini yalnız hissetme, korku ve benzeri… Tabi ki yaşananlar örgütsüz olmanın sonucu…

Bugünlerde arkası hiç kesilmeyen kadınların uğramış oldukları tacizleri, tecavüzleri ve hatta can kayıplarını çok duyuyoruz. Bu olaylar her geçen gün artıyor. Peki neden? Tabi ki yaşananlar örgütsüz olmanın sonucu…

Bakıyorum da yaşadığım şehirde kahvehaneler günün en verimli saatlerinde dopdolu… Ha yanlış anlaşılmasın, herkesin kahvehanede olma özgürlüğü var. Lakin kahvehanede sadece emekli insanlar yok, sayıca çok fazla işsiz genç insanlar da var. Peki neden? İşsizlik… Tabi ki işsizlik de işçilerin örgütsüz olmalarının sonucu…

Çiftçiler perişan, işçiler perişan, memurlar perişan, emekliler perişan, dul, yetim, öksüz, engelli perişan… Peki neden? Perişanlık baştan aşağıya örgütsüz olmalarının sonucu…

Bu örgütlenmeleri kim yapacak? Kim örecek ipek böceğinin kozasını…

Türkiye’de yerel sol siyaset yukarıda bahsettiğimiz konularda ne yapıyor?

Fikri olarak ne yapıyor, fiili olarak ne yapıyor?

Var mı sorularımın cevabı… Yok…

Peki, ben ne diyeyim…

Sol siyaset toplumu bir adım ileriye götürebilecek ne yapıyor ki?

Şimdi barış, kardeşlik, eşitlik gibi bizim değerlerimiz üzerinden örgütlü bir toplum yapısı kurabilsek; bu sorunları çözer miyiz, çözemez miyiz?

Bence çözeriz. Demem odur ki; sol siyaset bölünmeden, içsel kavgalardan sıyrılarak kendini bu örgütlenme alanlarına vurmalıdır. Geçmişte başarılmış çok örnek mevcuttur. Demek ki kararlığımızdan taviz vermişiz. Tekrar kararlı bir şekilde örgütlenme ağını kurmalı ve asıl konumuz olan fakirlik, sosyal adaletsizlik, hukuksuzluk gibi alanlarda üretime başlamalıyız. Her şeyin gelişmesinin üretim olduğunu unutmamalıyız.

İşin özü sol darmadağınık…

Türkiye’de de dünyada da sol siyaset vardır ve var olacaktır.

Toparlanmalı… Toparlanmalı… Toparlanmalı…

İ.TEKİN- Söyleşimizin sonuna yaklaşırken Nezir Küçükbayrakdar’ın şiire dolayısıyla edebiyata, dolayısıyla da sanata olan düşkünlüğünü bildiğim için, biraz içine şiir yazan şair Nezir Küçükbayrakdar‘ın şiirle olan bağının ne olduğunu öğrenmek isteriz. 

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- Yani… Yazıyorum… Yazdıklarım şiir midir yoksa değil midir bilemem… Burada kararı şiir sevenlere bırakıyorum.

Çiçeği, böceği, renkleri, insanı severim. Mesela güneş benim için umudumu simgeler, mehtap bana romantizmi anlatır. Bütün bunların var olma nedenlerini anlatacak kısa ve özlü sözcükler kurabilmeyi severim.

Bana göre şiir estetik yönü olan bir anlatım sanatıdır.

Şiir sanatı hakkında kanaatim;

Mesela aşk, mesela sevgi, mesela tabiat, toplumsal boyutu ile yazamıyorsan “yazma arkadaş” derim… “Şiir imgelerin toplumla bağını mutlaka ortaya koymalı” diye düşünüyorum.

Dediğim gibi şiir seviyorum, yazıyorum ve şiirle anlatmak istediklerimi de tamamen okuyucunun analizine bırakıyorum.

İ.TEKİN- Sormayı sevdiğim bir soru ile devam etmek istiyorum. Nedeni de bu soru cevaplanırken bazen inanılmaz hikâyelerle karşılaşıyoruz. Hayatınızla ilgili önemsediğiniz bir hatıranızı bizimle paylaşabilir misiniz?

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- Yaşım 40… Annem Alzheimer (Alzaymır) Hastası ve hastalığı son evresinde… Yanındayım. Bir çekyatta ben yatıyorum, bir çekyatta da annem yatıyor…

Çocuk var, eş var, iş var, yaşamın zorlukları var ve annem de hasta…

Hüzünlenmişim; gözümden iki damla yaş düştü.

Annem bir anda kalktı, doğruldu, beni yanına çağırdı, başımı okşadı, “oğlum” dedi, “ben çok iyiyim, yaşlıyım, sen gençsin, senin çocukların var, sen üzülme benim için” diye de ilave etti ve sonra tekrar eski haline döndü.

Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, böyle bir şey nasıl olur diye düşündüm. Daha sonra yaşadığımızı doktora anlattım ki doktor bile yaşanana inanmadı…

Ne diyeyim ki? Hüzünlendirdin de şimdi beni…

İ.TEKİN - Evet, Nezir Abim… Söyleşimizin sonunda “serbest kürsü” bölümüne geldik… Okuyucu ile paylaşmak istediğiniz, özellikle aktarmak istediğiniz başka konular ve düşünceleriniz varsa bunları da bekliyorum?

N.KÜÇÜKBAYRAKDAR- Bana bu fırsatı verdiğin için teşekkür ediyorum. En azından toplumla buluşma, kendimizi topluma anlatma konusunda güzel bir söyleşi yaptığımızı düşünüyorum.

Okuyucularımıza sağlık, huzur ve mutluluk içinde yaşayacakları güzel zamanlar diliyorum.

O güzel zamanlarda hep beraber olmayı temenni ediyorum.

“MERHABA EFENDİM” diye bitiriyorum…

İ.TEKİN- Nezir Abimiz, ben de gerek kendi adıma gerekse okuyucularım adına size teşekkür ediyorum. Mücadelenize tanık olan bir kardeşiniz olarak bütün hayatınızda başarılar diliyorum. Sağlık, huzur, mutluluk diliyorum. Bütün bunlarla beraber sevdikleriniz hep yanınızda olsun.

Söyleşimiz sonunda da kıymetli okuyucularıma her zaman olduğu gibi esenlikler diliyorum.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.