Kar hızını artırıyordu. Uzun boylu, orta yaşlı kadın, sobaya kömür dökerken, bir yandan da, 18 yaşındaki 12. Sınıf öğrencisi kızı Mürşide’nin keman çalışını izliyordu. Duyguları karışıktı. Mutluydu; zira, öğretmeni kızının kemana anlatılmaz bir yeteneği olduğunu ve ileride onun çok başarılı bir keman sanatçısı olacağını söylüyordu. Bu durum hiç kuşkusuz Kadriye Hanım'ı gururlandırıyordu. Lakin bir de madalyonun öbür yüzü vardı: Kocası Şefik Bey. Eski kafalı; kızların en çok liseden sonra evlenmeleri gerektiğini düşünen bir adamdı. Mürşide, orta okulu ikincilikle bitirdiği zaman bile kızını liseye göndermek istememişti. Onu ikna edebilmek için araya kimler girmemişti ki.. Okul müdürü Salih Bey, Müzik öğretmeni Necla Hanım ve pek çok öğretmen evlerine gelmişler; “Nuh deyip, peygamber demeyen” iri yüzlü adamı zor zahmet ikna edebilmişlerdi. İşte bu yüzden ,kırk yıllık kocasının huyunu çok iyi bilen; saçlarının yarısı beyazlayan zavallı kadın huzursuzdu hem de çok huzursuzdu. Kocasının, nazlı kızını hayatta üniversiteye göndermeyeceğinden emindi. Kadriye Hanım, kömür kovasını dışarıya götürürken, kemanı adeta konuşturan genç kız sözcüklerle ifade edilemeyecek büyülü bir dünyadaydı. Kadıncağız, bel fıtığı olmasına karşın canından çok sevdiği kızının çalışması bozulmasın diye her zaman olduğu gibi ona hiçbir şey söylememiş, söyleyememişti…

Kapı uzun uzun çaldı. Mürşide kapının çalındığını duymadı. Küçük erkek kardeşi Ferhat koştura koştura sokak kapısına gitti. Demiri paslanmış kapının kolunu aşağıya bastırdı. Lakin gücü yetmedi. Babasının birazdan söylenmeye başlayacağını bildiğinden kola bir daha yüklendi. Yüklendi yüklenmesine ama bu kez parmağını demire sıkıştırdı. Dokuz yaşındaki çocuk acılar içinde ağlamaya başladı. Bulgurcuk şekline dönüşen şiddetli kar yağışı altında tamamen beyaza bürünen Şefik Bey’in bütün sokağa yayılan kalın ve sinirli sesi işitildi:

-Açın ulan kapıyı.. Saatlerdir bir kapıyı açamadınız…

Oğlunun ağlayışını duyan ve bir çırpıda onun yanına gelen Kadriye Hanım; Ferhat’ın parmağından gelen kanları görünce, korkuyla çocuğunun parmağına baktı; kapıyı açmak aklına gelmedi. Bunun üzerine, kocasının sesi daha da bir korkutucu hale büründü:

-Yuh olsun size, yuh. İnadına mı yapıyorsunuz ulan. Ben gösteririm size gününüzü…

O esnada kapının diğer tarafında ana-oğul, az sonra başlarına gelecekleri tahmin ettikleri için kederli bir ifadeyle birbirlerinin gözlerine baktılar. Ferhat, parmağının hala kanamasına ve acısına rağmen, bunu unutmuş görünüyordu. Zavallı kadın, o an kaderine bir kere daha kahretti. Kapıyı açtı. Akşamın her an daha da uzayan kolları, kar yerleri koyu bir beyaza boyarken, sokak lambalarının kifayetsiz ışıkları altındaki adam, bir insandan daha çok bir heyulayı andırıyordu. Çocuğunun neden ağladığını sormadı bile. Cılız karısını ve oğlunu ayrı ayrı taraflara doğru iterek bir hışımla içeriye daldı. Sırtı duvara sert bir biçimde çarpan kadın büyük bir acı duydu. Adam, söylene söylene, ağızından tükürükler saçarak ve dar avludan geçerek; avluyu hole bağlayan boyası dökülmeye başlamış sarı boyalı kapıyı kırarcasına açtı. Bugün gene hey heyleri üzerindeydi. Korka korka onun arkasından hızlı adımlarla içeriye girdiler. Kadriye Hanım, içinde, tentürdiyot ve yarım paket pamuktan başka bir şey bulunmayan ecza dolabından hızlıca tentürdiyotu çıkardı, oğlunun hafifçe morarmış işaret parmağına anne sevgisiyle döktü. Sonra pamuk paketini çıkardı. İçindeki pamuğu kopartırcasına çekti. Pamuğun neredeyse yarısı geldi. Hiç umursamadı. Yavrusunun parmağına bastırdı. Küçük çocuğun canı çok acıyordu. Lakin, annesinin kendisi için çırpınmasına acımıştı. Göz bebekleriyle onun her hareketini pür dikkat izliyordu. Olgundu da, canı acımıyormuş gibi yaparak anneciğine şöyle dedi:

-Güzel annem, üzülme. Geçti bile. Hiç acımıyor, hem de hiç…

Ana-oğul sevdayla birbirlerinin gözlerinin içine öylece baktılar. Belki bir yıl, belki bin yıl, belki de yüz bin yıl.. Lakin çok uzun bile sürse, mutluluklar ne yazık ki ebedi olamazdı. Gene öyle oldu. Sinirli adam, nohut oda- bakla sofa evlerinin oturma odasında, büyülenmiş bir şekilde keman çalmakta olan Mürşide’yi görünce çılgına döndü. Bu arada- Kadriye Hanım ve Ferhat da korka korka odaya gelmişlerdi. Öndeki dört dişi olmayan ve bağırdığı zaman daha da korkutucu bir hale gelen adam, hala kendisini fark etmeyen, örgülü, sarı genç kıza hiçbir şey demeden ona yaklaştı. Elindeki eski kemanı, kızının parmaklarını kırarcasına çekip aldı. Aldığı gibi hırsla yere vurmaya başladı. Çocuk daha ne olduğunu anlamadan, kırılmamak için direndiği görülen ve adeta bir ruhu olan keman, küçük sahibi genç kızın gözlerinden boşanan tarifi imkansız gözyaşlarının arasında; genç kıza; “üzülme prenses, üzülme olur mu” demesinin hemen sonrasında paramparça oldu. Tahta parçaları ve teller odanın her tarafına yayıldı. Ferhat, kemanın ablası için ne kadar çok değerli olduğunu biliyordu. Ablası canıydı. Onun bırakın ağlamasına, üzülmesine dahi katlanamazdı. Küçücük parmaklarıyla tuttuğu kan içindeki pamuğu bir yana fırlattı. Yere çöktü. Kemanın her bir parçasını ve telleri içli içli ağlayarak topladı. Esasında içinde fırtınalar kopuyordu. Babasına karşı anlatılmaz bir öfke duydu. Bir ara ona sert bir şekilde baktı. Allahtan adam bunu görmemişti. Mürşide de altın kalpli kardeşinin yanına çöktü, çökmedi yıkıldı. Önce hiçbir şeycikler diyemedi. Şok içinde boş bakışlarla yere bakmaya başladı. Kısa bir süre sonra çektiği dayanılmaz ızdırapla ellerini başına vurmaya başladı. Vururken de ağlıyor, haykırıyordu. Genç kız; yerde; en az onun kadar acıyla yaşanan dramı izleyen ve tek parça olarak kalan bir keman parçasını boşalan gözyaşları arasında adeta bir bebekmiş gibi özenle yerden aldı. Öptü. Göğsüne bastırdı. Ve yeniden az önceki kahreden sessizliğine büründü. Siniri hafifleyen adamın sesi yeniden işitildi. Yüzünde pişman olmuş bir ifade de yoktu:

-İşte böyle yaparım.. Ona kaç defa böyle saçma şeylerle uğraşmamasını söylemiştim…

Adam sözlerini bitirir bitirmez, dakikalardır kendinden geçmiş bir şekilde olanı biteni izlemekte olan biçare kadın, yayından boşanan bir ok gibi kocasının yanına fırladı. Cılız kollarıyla, anlatılmaz bir öfkeyle geniş omuzlu adama vurmaya başladı. Lakin bu vuruşların hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktu. Adamın hafifleyen siniri yeniden azdı. Hiç acımadan, otuz yıllık hayat arkadaşının yüzüne sert bir tokat attı. Küçük Ferhat’ın donmuş bakışları arasında kadıncağız, çaresizlik içerisinde yeşil badanalı duvara çöktü. Burnundan gelmekte olan kanlara aldırış etmeden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Ferhat anneciğinin yanına koştu. Az önce fırlattığı pamuk parçasını yerden aldı, onun kanayan burnunun içine koydu. Anneciğinin beyaz saçlarını okşamaya başladı. Sonra saçlarını öptü. Her telini öptü…

Ertesi gün adam geldiğinde, evde kimse yoktu. Zaten çoktandır bu gaddar adamı terketmeyi düşünen; dün akşamki olanlardan sonra da nihai kararını veren Kadriye Hanım, çocuklarını alarak sığınma evine gitmişti. Sığınma evine gitmişti. Zira babasının, kendisini tekrar evine göndereceğinden emimdi. Bu yüzden de baba evine gitmemişti, gidememişti. Hemen boşanma davası açtı.. Tek odalı ve küçük mutfaklı bir ev tuttular. Yürekli kadına bir iş buldular. Alnının teriyle, kendisinin ve yavrularının nafakasını kazanmaya başladı. Kendilerini rahatsız eden kocası tutuklandı. O yıl Mürşide Hacettepe Üniversitesi Konservatuvarı Müzik Bölümünü kazandı. Kadriye Hanım daha çok çalıştı. Mürşide, öğleden sonra çalıştı. Okulu üçüncülükle bitirdi. Başarısından ötürü devlet tarafından Londra’ya gönderildi. İki yıl sonra Türkiye’ye döndü. O artık bir keman virtüözüydü…

Kapı çalındı. Artık genç bir delikanlı olan Ferhat kapıyı açtı. Ablacığını gördü. Adeta göz pınarlarında beklemekte olan ve birbiri ardına boşanan gözyaşları eşliğinde ona sarıldı. Bırakmadı; ta ki artık saçlarının tamamı beyazlaşan Kadriye Hanım yanlarına gelinceye kadar…

O akşam ve gece, genç keman virtüözü, hiç korkmadan annesi ve kardeşi için keman çaldı. Zaman durdu…

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.